Oppenhimer hakkında uyanan merak
21 Temmuzda vizyona giren Chiristoper Nolan imzalı “Oppenheimer filminin vizyona girmesinden sonra, fizik, kuantum ve atom bombası kavramları hakkında bilgi sahibi olsun veya olmasınlar, her meslek grubunda Oppenheimer’ın hayatı hakkında müthiş bir merak oluştu. Tabii bize has bir özellik, kimse okumuyor ama filmi seyretmeye koşuyorlar… Filmin en önemli eksiği ise, kanımca, Einstein ile Oppenheimer’ın insanlığı yok edecek kadar tehlikeli olan bu silahların yarattığı etik sorunlar hakkında yaptıkları tartışmaları perdeye aksettirmemesidir.
Tesadüfen yan yana geldiler
Einstein ile Oppenheimer, yıllardır birbirlerini tanıdıkları halde, hiçbir yerde karşılaşmamışlar, beraber ve bir çalışma yapmamışlardı. Einstein tabii ki Openheimer’dan yaşlı idi. Einstein’ın ABD Princeton Üniversitesinde çalışması, Oppenheimer’in ise Göttingende görevli olması ikilinin yan yana imkansız kılan en önemli nedendi. Ancak 1926 yılında, Einstein bir konuşma yapmak üzere Göttingen’e gelmiş ve bir dinleyici olan Oppenheimer’le tanışmıştı. Her iki bilim insanı da kuantum fiziği ve nükleer fizik alanlarında birbirlerine hayranlık duyuyorlardı. Hemen fizik ve matematikte ortak çalışmalara giriştiler. Özellikle kuantum mekaniği ve nükleer fizik alanlarına eğildiler. Beraber geçirdikleri saatler tamamen bilimsel projelere katkılarla doluydu. Einstein, doğal olarak, çok iyi bildiği E= Mc2 denklemini açıkladı. Bu açıklamalar enerjinin kütleye dönüşümü ve nükleer enerjinin gücünü ifade ediyordu ve en kritik noktaydı.
Oppenheimer’ın ABD ne dönüşü ve Manhatan projesi
Oppenheimer Göttingen’de doktorasını bitirip ABD ne döndükten belli bir süre sonra Manhattan projesinin başına getirildi. Einstein’dan aldığı bilgilerle, atom bombası imal sürecinin en ince noktalarını biliyordu. Nükleer fiziği esas alarak denklemi fiziksel bir gerçeklik olarak kendi kendine kanıtladı. Manhatan projesi ilk başarısını gösterdi ve Trinity testi olarak bilinen ilk nükleer patlamayı gerçekleştirdi. Ama bu patlamanın başarısıyla beraber, iki beyin birbirinden uzaklaşmaya başladı. Zira her ikisi de, Hitler karşısında insanlığın güvenliği için gerçekleşmesini istedikleri bu projeden sonra bir çok etik soruları kendi kendilerine sormaya başladılar. Ama Hitlerin Avrupa’ya hakim olma isteği de bir gerçekti.. Hitlerin bu ilerleyişi artık Naziler aleyhine siyasi bir tavır alınmasını da zorunlu hale getirmişti.
Oppenheimer’in Trinity deneyinde başarılı olması
Manhattan Projesi kağıt üzerinde vardı ama aktif değildi. Einstein ise Alman faşizmi nedeniyle Göttigen’den ayrılmıştı ve Hitler’in günün birinde Avrupa’yı eline geçireceğinden emindi. Bu nedenle yakın arkadaşı LeoSlizard’ın Başkan Franklin Roosvelt’e yazdığı mektubu tereddüt etmeden imzaladı, Diğer bir ifadeyle atom bombasının derhal yapılması konusunda hiç tereddüt etmedi. Oppenheimer da bu fırsatı bekliyordu. Bombanın üretilip deneneceği Los Alamos Laboratuvarının başına geçti. Laboratuvarda eski öğrencilerini çalıştırdı. Sonunda Trinity testi çok başarılı oldu. Atom bombası alanındaki ilk başarılı deneme olan bu test, Oppenheimer’in “atom bombasının babası “ olarak anılmasına yol açtı. Ama bu arada işler de eski komünist sevgilisi yüzünden bozuldu. LosAlamos askeri bir kamptı ve içeriye yabancı birinin girmesi yasaktı. Bu yasağa rağmen, Oppenheimer, karısı da değil eski komünist sevgilisi Jean Tatlock’u getirdi ve onunla bir hafta sonu geçirdi. Alamos’un denetçileri Oppenheier’in bir Sovyet casusu olabileceği düşüncesiyle soruşturma açtılar ve bütün yetkilerini elinden aldılar. O da üniversitesine döndü…
Hiroşima ve Nagazaki öndü
Müttefikler Almanya’yı çökertmişlerdi. Ama Japonlar, “imparatorları esir alınana kadar savaşa devam felsefesiyle” savaşa devam ediyorlardı. Yaptıkları Pearl Harbour baskını ile Amerikan Pasifik Donanmasını çökertmeleri bardağı taşıran son damla oldu. 2 milyar dolar harcayarak ürettikleri atom bombalarından birincisini 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, ikincisini ise 9 Ağustos 1945 de Nagazaki’ye attılar. Tabii ki sivil halktan çok fazla insan öleceğini biliyorlardı. Nitekim bazı araştırmacılara göre 70 bin sivil, bazılarına göre ise 90 bin sivil bu patlamalarda hayatını kaybetmiştir. Bombalamayı izleyen 5 yıl içinde ise radyasyon yağmurlarının da etkisiyle, ölen insan sayısı 250 bini bulur. Hatta radyasyona bulaşan ve zaman içinde ölecek veya sakat kalacak insanlara “Hibakuş” ismi bile verilmiştir. Bunların çoğu zaman içinde kanserden ölmüşlerdir. Oppenheimer çok büyük bir pişmanlık içindedir. “Ben artık dünyaları yıkan ölümün ta kendisiyim” sözü pişmanlığını anlatır. Nitekim 1950 yılında Japonya’ya gidip de Hibakuş öykülerini dinledikten sonra içine kapanır ve sadece nükleer silahların üretimini engellemek için mücadele eder. Fiilen bombaların yapım sürecinde Oppenheime’e destek veren Einstein da vicdan azabından kıvranıyordu. “Bir daha dünyaya gelirsem bilim adamı değil, çilingir olurdum!” sözü de onun pişmanlığını yansıtıyordu.
Einstein ve Oppenheimer’in
sonuçsuz etik tartışmaları
Japonya’nın yaşadığı bu dram, günümüzde de, insanlığın sonunu getirecek bir tehlike olarak varlığını sürdürmektedir. Nitekim Oppenheimer’in Truman ile yaptığı bir görüşmede “Ellerime kan bulaştı” demesi ne kadar huzursuz olduğunu göstermektedir. Her ne kadar Einstein, bombanın yapılması sırasında fiilen çalışmış olmasa da pek huzur içinde değildir. “Bilim insanı olmak yerine çilingir olmayı istemesi” de huzursuzluğunu göstermektedir. Hele hele son görüşmelerinin birinde, onunla alay edercesine, “Gelelim şimdi sizin başarılarınıza!” demesi de, sanki kendisinin gelinen noktada hiç kusuru yokmuş gibi konuşmaya başlaması da, nasıl büyük bir huzursuzluk içinde olduğunu göstermektedir. Ama şunu da itiraf emek gerekir ki, iki büyük fizikçi de atom bombasının getireceği etik sorunları uzun zamandır, birbirlerini suçlamadan tam bir efendilik içinde tartışmışlar, birbirlerini hiç kırmamışlardır. Fakat sonuç kocaman bir sıfırdır. Sıfırdır, zira her ikisine yön veren parametreler de farklıdır. Oppenheimer bireysel başarı, Amerika’ya yaranma ve faşist Yahudi düşmanı Hitler’den öc alma peşindeyken, Einstein, başarısını ortaya koymuş, yaşlı ve ne yaptığını bilen bir bilim insanı görünümündedir. O nedenle bu buluşmalarda tartıştıkları etik sorunlardan açık bir sonuç çıkmamıştır. Tabii Amerika’nın Oppenheimer’dan yararlanma isteği de ayrı bir parametreydi. Eski komünist Oppenheimer’i soruşturmalarla, yargılamalarla çok zorladılar. Öyle ki, Oppenheimer’daki Amerika sevgisini, ondaki fizik sevgisi mertebesine çıkardılar. Oppenheimer’ın en büyük korkusu ise Hitler’in atom bombasına sahip olmasıydı. Einstein “inanma dedi böyle bir çalışmaları yok!” ama inandıramadı. “Eğer dedi bu oyunun ödülü bu bombalarsa reddet et!” ama Oppenheimer yine dinlemedi. Güyya ürettiği atom bombası Hitlere karşı bir “demokrasi silâhıydı!”. Amerika’nın derdinin aslında Ruslara bir gözdağı vermek olduğunu da göremedi. Tam da bu sırada tekrar komünistlerin casusu olduğu iddiasıyla yargılandı. Ama olayı ancak Hiroşima ve Nagazaki bombalandıktan sonra anladı. Gururla karışık pişmanlıklar içinde içki şişelerini deviriyordu artık! “Ellerime kanlar bulaştı!” dediği günler bu günlerdi. .Pişmanlığını bir nebze olsun gidermek için Einstein, Russel ve Rotblat ile birlikte, nükleer bombalarla hidrojen bombasının da yapılmasını önlemek için bir Dünya Sanat ve Bilim Akademisi kurdu. Manhatan Projesindeki arkadaşları17 kez Nobel Fizik ödülü alırken, o 1963 de aldığı Fermi ödülü ile yetindi ve 1966 da bu dünyadan ayrıldı. Boşuna dememişler: “ABD’nin olduğu her yerde sorun vardır, ama ABD kendini o sorunlara çare olarak gösterir!” diye…
Yorumlar kapalı.