Mustafa Haşim Altan

Kıbrıs’ta farklı kültürlere mensup Türk ve Rum halklarının ortak devlet çatısı altında istikrarlı gelecek sağlaması mümkün değildir-10






Kıbrıslı Türkler azınlık statüsüyle büyük bedeller ödemişlerdir

 

Kıbrıs Rumlarının, nüfus çoğunluğunu öne sürmeleri, kuşkusuz Kıbrıs Türk Halkının Ada’da azınlığa doğru itilen bir Halk durumuna düşürülmek istendiğinin sinyali idi. Bunu da içine sindirmek veya kabul etmek mümkün değildi. Osmanlı döneminde Ada’da Meclis-İ İdare’ler, Türklerden ve Rumlardan oluşan eşit sayıda üyelerinden oluşturulan hem adaletli ve hem de nizamî idi. Vali, Kadı, Müftü, Başpiskopos, Muhasebeci, Baş Katip gibi üst düzey Türk-Rum resmî kişilerin yanı sıra seçilmiş iki Türk ve iki Rum üyelerden oluşturulmakta idi. İyi niyete ve adalet anlayışına dayalı olan bu Meclis sayesinde Ada’da toplumsal konular barış ve huzur içerisinde çözüme kavuşturulmuş, verimli yasalarla Ada halkı yönetilmiştir. İngilizlerin Ada’ya gelmesinden sonra oluşturdukları Meclis tam anlamıyla uyumsuzluklara yol açan, nifak oluşturan bir meclis niteliğinde idi. Gerek Sömürge idaresinin ve gerekse Haçlı İttifakı’nın Yunanistan vasıtasıyla desteklediği Kıbrıslı Rumların yaptıkları hukuk dışı eylemler, ne yazık ki Kıbrıslı Türklerin ağır bedeller ödemesine yol açmıştır.

Hocam Harid Fedaî ile kaleme aldığım hatıralar adlı kitabımızda bu konuya ilişkin olarak bazı tespitlerimiz olmuştur. Buna göre diyebiliriz ki, toplumsal davalarımız birer birer İngiliz İdaresi döneminde ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi, “Osmanlı Devleti idaresinde bulunan Gayr-i Müslim tab’asına (Müslüman olmayan uyruklularına) pek geniş imtiyazlar ve toplum hakları verildiği halde, Müslümanların toplum haklarının Padişaha ait olduğu siyaseti güdüldüğü için toplum hakları ekstradan verilmesine gerek duyulmamakta idi. Onun için İngilizler, Kıbrıs’ı işgal ettikleri zaman, Kıbrıs Türkleri, Gayr-i Müslimler gibi ayrıcalıklara, toplumsal olarak sahip değillerdi. Ada zaten, hukuken ve fiilen Osmanlı Devleti’nindi. Dolayısıyla, Rumlara tanınan söz konusu ayrıcalıklar Türkler için gereksizdi.

Her Devlette, Tab’a olanlarla tab’a olmayanlar arasında, idare-i maslahat ve doğal nedenler gereği kuşkusuz bazı farklı uygulamalara yer verilmekte idi. Bu durum, kanunlar karşısında eşitsizlik varmış gibi algılanmamalıdır. Osmanlı İdaresi, Başpiskoposlara kırmızı imza atma yetkisi verdiği halde, ayni yetkiyi Müftülere veya Şeyhülislamlara vermemiştir. Ayni şekilde, İdare Meclislerinde, Müftü ve Başpiskoposlar eşit statüde yer alırken, başpiskoposların, Müslüman olmayan cemaatlara liderlik yaparak, ayrı siyasî örgütlenmelere girişmesine izin verilmemiştir. Bu durumlar, kuşkusuz Devlet idarelerinde, güvenliğe dayalı belirli ölçülerle değerlendirilip, olumlu veya olumsuz izne tabi kılınmıştır.

Kıbrıs, Osmanlı idaresinde bulunduğu müddetçe, Müslüman olmayanlara, insanî boyutlarda hukukî ölçüler muvacehesinde, adet ve an’aneleriyle bağdaşan, kültürel ve dinî inançlarıyla örtüşen çok sayıda ayrıcalıklara sahip kılınmışlardır. Burada önemle vurgulanması gereken husus,1878 Konvansiyonu tahtında, Kıbrıs- velev ki  geçici olsun- yabancı bir devlet olan İngilizin idaresine terk edilirken, Kıbrıs Müslümanlarının toplum haklarının sağlam bir esasa bağlanmamış olmasıdır. Bu durum, gerek Osmanlı Devleti için ve gerekse Kıbrıs Türkleri için ilerleyen dönemde büyük bir eksiklik olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’nin, Ada’yı İngilizlere devretmediği gerçeği noktasında, Kıbrıs Türkleri için böyle bir hukukî düzenleme yapmasına gerek olmadığı da aşikardır. Demek oluyor ki, bu safhada, hata, İngilizlere ait olan bir hata olarak tarihe geçmiştir.

 

Lozan’da Kıbrıs Türklerine tanınan bazı haklar yazıyla tescil edilmemiştir

 

Benzeri hatanın,1923’te imza edilmiş bulunan Lozan Antlaşmasında da yapıldığı hatıra gelmektedir. Bu konuda masum millet gazetesi sahibi ve baş yazarı Cengizzade Mehmet Rifat Efendi’nin bu konuda bir serzenişi olmuş ve gazetesinde yer vermiştir.Mehmet Rifat Efendi,Lozan’da imzalanan Barış  Antlaşmasında  Kıbrıs Türklerinin temel hakları konusunda verilmiş bulunan bazı sözlerin yazılı esaslara dayandırılmadığı için havada kaldığını öne sürmüştür.Mehmet Rifat Efendi bu serzenişinde yüzde yüz haklıdır.”.. Nezaketsizlik olduğunu bildiğimiz halde söylemeye mecburuz ki hal-i esef-i  iştimalimizin ilk mes’ulleri (bizleri utandıracak bazı sonuçların oluşmasında asıl sorumlu olanların en başında) Lozan Sulh Konferansının Türk murahhasları (gelmekte)’dir.

 

Lord Curzon, İsmet Paşaya verdiği sözüne sadık kalmamıştır

 

İngiliz baş murahhası (LORD CURZON)un şifahî taahhüdünün samimiyetine itimat ettiler:Kıbrıs Türk Milletinin,Türk hukukunun muhafaza edilmelerine dair ahitnameye maddeler dercine lüzum görmediler,bizleri zararlı ettiler..” şeklinde görüş beyanında bulunmuştur.Burası bir gerçektir ki İngiliz Baş Delegesi olan Lord Curzon,Türk Delegasyonu Başkanı İsmet Paşa’ya:”Siz hiç merak etmeyin,biz Kıbrıs Türklerini mahrum etmeyecek,haklarını kendilerine teslim edecek,onları mağdur etmeyeceğiz.Kıbrıs Türklerine layık oldukları her türlü yardımları sağlamaktan imtina etmeyeceğiz ! ‘’ demiş ve söz vermiştir. Ne yazık ki bu ifadelerin tümü havada kalmıştı, çünkü yazılı taahhüde dönüştürülmemişti. İsmet Paşa, Lord Curzon’dan bu dediklerini yazılı metin halinde temin etmesi gerekmez miydi? Ancak böyle olmadı.

İngilizler, Ada’ya ayak basar basmaz bu söylediklerinin tam tersini uygulamaya koymuşlar ve Kıbrıs Türk Halkını kendileri (İngilizler) ve Rumlar arasında Kıskaca alarak, her türlü mahrumiyete mahkum etmeye çalışmışlardır. Bu açılardan bakıldığı zaman 1878 Antlaşması ile 1923 Lozan Antlaşması bir bakıma ayni eksiklikleri içerdikleri açıkça görülmekte; mukayesesi ise yapılabilmektedir.

 

Kıbrıs’ta farklı kültürlere mensup Türk ve Rum halklarının ortak devlet çatısı altında istikrarlı gelecek sağlaması mümkün değildir-10
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.