Kıbrıs konvansiyon sözleşmesi batı ittifakı baskılarının sonucudur
Kıbrıs’ın siyasî olarak tarihî geçmişine kısaca değinip, ilerleyen süreçte çözümsüzlüğe neden olan ana faktörlerin neler olduğunu tarafsızlık ilkesi çerçevesinde açıklayabiliriz:
Herkes biliyor ki, Osmanlılar 1571’de Kıbrıs’ı, Venediklileri mağlup ederek fethetmiş ve Osmanlı topraklarına fiilen ve hukuken katmıştır. Bu tarihten itibaren Ada, yasal olarak 352 yıl Türk toprağı statüsünü korumuştur. 1877 Osmanlı-Rus Savaşında İngilizlerin hileli yaklaşımları sonucu 1878’de İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında imzalanmış olan SAVUNMA (tedafüî) ANTLAŞMASI, bir başka ifade ile Konvansiyon’la İngiltere bir şekilde Ada’ya methalder olmuş; antlaşmaları ihlal ederek, kurnazca işgal girişimleri başlatmıştır.
Ulu Hakan II. Abdülhamit, İngilizlerin, Osmanlılara ihanet edeceklerinden emin olarak, Konvansiyon sözleşmesinin imzalanmasına karşı çıkmıştı. Osmanlı Devletinin Meclis-İ Mebusanın hiçbir mensubu tarafından onaylanmayan bu antlaşma metnine, II. Abdulhamit, 4 Haziran 1878 tarihinde hazırlanmış bulunan sözleşmenin başına: “Hukuk-ı şahaneme halel gelmemek kaydı ile iş bu muahedenameyi imza eylerim !” cümlesini ilave ederek tasdik etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’tan kaynaklanan fiilî ve hukukî hakları 1878 Konvansiyon sözleşmesi ile garanti altına alınmıştır. Böyle olmasına rağmen, İngiltere vefasızlık ederek, antlaşmayı ihlal etti ve 82 yıl boyunca Kıbrıs’ı işgal etmeyi sürdürmüştür.
1878 Konvansiyonu ve sonrasında İngiltere’nin uyguladığı işgal ve Çıkar siyaseti, Ada’daki Rumların Enosis yolundaki çabalarına yeni bir ivme kazandırmıştır. İlk İngiliz Komiserinin Ada’ya ayak basmasıyla beraber, Kıbrıs Rum Ortodoks Başpiskoposu, alel acele Yüksek Komiseri ziyaret etmiş, eline bir Muhtıra sıkıştırmış ve İngiltere’nin Adalar Denizi’ndeki (Ege Denizi) adaları Yunanistan’a bıraktığı gibi, Kıbrıs’ı da ayni şekilde Yunanistan’a teslim edeceğine inandığını söylemiştir. Rumların Başpiskoposları aracılığı ile yaptıkları bu teklifi, hemen her seferinde, daha sonra Ada’ya Vali olarak atananlara ayni şekilde yazılı veya sözlü olarak yapmışlardır.
Sömürgecilerin öncüsü İngilizler, aday’ı işgal etmekte kararlı idi
Osmanlı-Rus ihtilafının 1880’li yıllarda kısmen sona ermesi ve İngilizlerin Ada’da kalmasına gerek görülmediği bir aşamada, Konvansiyon sözleşmesi gereği İngilizlerin Ada’yı, tekrar geri sahibi olan Osmanlı Devleti’ne iade etmesi gerektiği halde, çeşitli bahaneler ileri sürerek gerçek niyeti olan işgalden vazgeçmeyerek Ada’da kalmakta ısrar eden İngilizler, bu kez Rumlarla havuç politikası yaklaşımlarda bulunmaya, ilerleyen süreçte, Ada’yı kendilerine, idarelerine terk etmeye veya duruma göre Yunanistan’a bırakabileceklerine dair sözlü veya fiilî yaklaşımlarda bulunmaya başlamışlardır.
İngilizler aslında, Ada’yı ne Türklere ve ne de Rumlara veya Yunanistan’a bırakmak niyetinde değildi. Bugün dahi İngiltere’nin, halen Ada’da güçlü bir Sömürge ülkesi olarak varlığını (Ağrotur ve Dikelya’da egemen üs topraklarında devam ettirmekte olduğunu görmekteyiz.1840’lı yıllardan itibaren Kıbrıs’ı işgal etme niyetinde olan İngiltere, ne yazık ki 1878’de bu hedefine ulaşmayı başarmıştır. İngiltere, bir sömürge ülkesi olarak Kıbrıs’ı konumu itibarıyla müsait olduğunu tespit etmekle Ada’ya göz dikmiştir. Doğu Akdeniz’e hakim olmak; İpek Yolu Güzergahını kontrolünde bulundurmak; Mısır ve Suveyş Kanalı’nı kilit noktası kabul ederek, Kuzey Afrika ülkelerine; Cebelitarik Boğazı’na bir şekilde İspanya ve Portekiz açıklarına kadar tüm bu bölgelerde, sömürü planlarına uygun olarak hakimiyet kurmak; ayrıca Deniz yolları ulaşım güzergahlarını elinde bulundurup Hindistan ve çevre ülkeleri ile temasını sağlayarak, ekonomik olarak çıkar sağlamak ve güçlenmek amacını güderek, planlamış ve bu istikamette politikalar geliştirmiştir.
İngilizler kendi çıkar ve menfaatlerini elde edebilmek için Yunanistan’ı maşa olarak Türkiye aleyhinde kullanmayı temel politikası haline getirmiştir. Kıbrıs konusunda da Ada Rumlarını ve Yunanlıları ayni şekilde Kıbrıs Türkleri ve Türkiye aleyhine kışkırtmayı sürdürmüştür. Akdeniz Adaları ve Ege Denizi münhasır deniz alanları ve uzaklıkları konusunda da sürekli olarak Rumları ve Yunanlıları kışkırtmış bunlara uyguladığı havuç politikaları ile Türkiye’ye saldırmalarını ve kötülemelerini ne yazık ki deruhte etmiştir. Bu huyundan asla vazgeçmeyen İngiltere Birleşik Krallığının hedefinde, yalnızca Anadolu Türkiyesi’ni ve Devletini zayıflatmak suretiyle bölgedeki Petrol, Gaz, Hidrokarbon ve benzeri Enerji kaynaklarını bire bir elde etmek; ya da sömürmek gibi uluslar arası yasal düsturlarla bağdaşmayan acımasız çıkarcılık yatmaktadır.
Kıbrıs’tan kaynaklanan Türk haklarına engel koyan faktörler
Türkiye, Ortadoğu İslam Devletlerinin öncelikli olarak coğrafî girizgahında yer almakta; Yunanistan ise, Balkanlarda bir Hristiyan Devleti olarak, Türkiye’ye en yakın coğrafî noktada, temas edilebilecek konumda bir ülke durumundadır. Bu bakımdan söz konusu ülke, İngiltere’nin ilk dönemlerde aslî üyesi bulunduğu Avrupa Birliği’nin de bir bakıma istismar edilmesi ile, Kıbrıs Meselesi üzerinden Türkiye’nin suçlanmasında ve hele Avrupa Birliğine kabul edilme sürecinde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tıpkı birer engelleyici faktörler olarak olumsuz yönde yıllar boyu kullandırılmıştır. Kıbrıslı Rumlar da, Enosis ve Megali İdea safsataları üzerinden ayrı, Engelleyici, saldırgan terör güçleri olarak hem Kıbrıs Türklerine ve hem de Türkiye’ye karşı Yunanistan kanalı ile Avrupa Birliği Devletleri tarafından da manidar unsurlar olarak kullanılmışlardır. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bu nedenlerle haksız yere bedeller ödemişlerdir. Kıbrıs Türkleri’nin Türkiye ile dayanışma halinde bu saldırganlara karşı elbette ki ulusal var oluş mücadelesini pes etmeden devam ettirmiş; mücadelesinde tek bir adım bile geri atmamıştır.
Yorumlar kapalı.