
Osmanlı Devleti’nin dağılması sömürgecilere yeni alanlar açmıştır
1821’li yıllarda Balkanlarda başlatılan isyanların perde gerisinde aktif durumda yönlendirmede bulunanların başında, Avrupalı Hristiyan Devletler; Hristiyan ekoller; Rusya ve ABD de yer almıştır. Fransız İhtilali sonrasında ortaya atılan ulus devletçiliğin perde gerisinde planlanan hedeflerin en başında Osmanlı Devleti’nin parçalanması ve egemenliğinde asırlar boyu sorun yaşamadan bulundurduğu toplumları birer devlete; devletleri ise bağımsızlıklarına kavuşturmaktır. Osmanlı Devleti böylece, içten çökertilmiş olacak ve toprakları istilacı devletler tarafından paylaşılacaktı.
Haçlı İttifakı olarak yakın tarihimize kadar Türkiye’nin bekasına zarar vermeğe; varlığına kem gözle bakmağa devam eden; ekonomisini çökertmeğe ve adeta Türk Devleti’ni ortadan kaldırmaya çalışan ve tüm varlıklarını ve imkanlarını elde edip sömürmeye çalışan bu birliğin; geçmişte, Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanında bulunan toplumları müstakil devletler haline getirmede sürdürdükleri çabalarında samimi olmadıkları muhakkaktır. Onların bir tek amacı vardı, o da, Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin topraklarını işgal etmekti ve bu sayede yeraltı, yerüstü zenginliklerini gasp etmek, madenlerine, enerji kaynaklarına sahip çıkmaktı.1918’de, Orta Doğu topraklarını işgal edenlerin bugün bile bölgedeki enerji kaynaklarını nasıl çaldıklarını açıkça görebilmekteyiz.
Bölgeye hukukî düzen getireceğiz dediler, tam tersini yaptılar
Yakın tarihte, Orta Doğu’da ve diğer birçok İslam Devletlerinde ABD ve Avrupa Devletlerinin ortaklaşa olarak başlattıkları Arap baharı faaliyetlerinde bölgeye Demokrasi ve Hukuk düzeni getireceğiz! diye, Orta Doğu devletlerini önce, bombardımanlarla, modern silahları ile yerleşim alanlarını mahvettikten, yakıp yıktıktan; sosyal yapılarını tam anlamıyla karıştırdıktan sonra, petrol ve enerji kaynaklarını acımasızca nasıl işgal ederek, sömürdüklerine şahit olunmuştur. Suriye ve Irak Petrolleri, halen ABD’nin elinde PKK, YPG ve PYD terör odaklarının gözetiminde, Avrupalı haçlı müttefiklerin istifadesine sunulmakta olduğunu görmekteyiz.
Geçmişte benzeri hareketler, özellikle 1918’lı yıllarda, Osmanlı Devleti’nin Topraklarında da denenmiştir. Söz konusu emperyal güçler ayni şekilde, Ortadoğu’da Osmanlı zenginliklerine hukuk dışı yöntemlerle birer birer sahip çıkmışlardır. ABD, İngiltere ve Avrupa devletleri sömürü siyasetinden vazgeçmedikçe öyle veya böyle bu hukuk dışı eylemlerin sürdürüleceğinden hiç kimse şüphe etmemelidir.
Yitirdiğimiz Kıbrıs’a geleceğimizin teminatı olarak sahip çıkmalıyız
Araştırmacı Yazar Merhum Ahmet C.Gazioğlu,1878 Konvansiyonu sonrasında yapılan bazı yorumlara kitaplarında yer vermiştir. “Kapitülasyonların Kıbrıs’ta geçerli olmayacağını İngilizlerce 1879’da ileri sürülmesini yorumlayan tanınmış İtalyan hukukçusu eperson (Revue de Droit International’da) şu görüşü savunmuştu: “Kıbrıs adası Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olmakta devam ediyordu. Bunun için Türkiye’nin yabancı devletlere tanıdığı kapitülasyonların 1878’den sonra da hukuken Türk toprağı olan Kıbrıs’ta geçerliğini devam ettirdiği iddiası haklı bir görüştü. “1879’da yayınlanan Law Magazıne ayni konuya değinmekte ve ayni sonuca varmaktaydı. Uluslar arası Hukuk yönünden Kıbrıs kuşkusuz hâlâ Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıdır”.
İngilizler de, Ada’nın hukuki statüsü hakkındaki bu gerçeği, işlerine geldiği sürece ve Kıbrıs Rum halkının politik istek ve davranışları karşısında bir mazeret olarak ileri sürmekte ve kabul etmekte idiler. Bunun dışında, İngilizlerin Kıbrıs’a yerleştikten sonraki tüm davranışları, Ada’nın hukuki statüsünü hiçe saymakta ve burasının İngiltere’nin bir kolonisi olduğu izlenimini yaratmaktaydı. Böylesi bir davranış içinde olan İngilizler, daha ilk günlerden itibaren 1878 Antlaşmasının maddelerini çiğnemeye, kendi çıkarları doğrultusunda birçok hukuk dışı işlemlere girişmeye başladılar. Açıkçası 1878 Antlaşmasını çiğnemekten kaçınmadılar. Bu ihlalleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1-Osmanlı Devleti’nin yabancılara tanıdığı bazı ayrıcalıklara, konsoloslara tanınan bazı özel haklara karşı çıktılar.
2-Osmanlı Padişahına ait mal ve mülkün icarı ve satışı ile ilgili maddeyi çeşitli nedenler ileri sürerek işlemez hale getirdiler.
3-Şer’i Mahkemenin yetkilerini kısıtladılar.
4-1911-1912 Türk-İtalyan savaşları esnasında Kıbrıs’ı tarafsız ülke ilan ederek burasının bir Osmanlı Toprağı olduğu gerçeğini inkara kalkıştılar. İngilizlerin belirli bazı koşullara göre yönetimini devraldıkları bir Osmanlı ülkesini, Osmanlı Devleti’nin girdiği bir savaşta tarafsız bölge ilan etmelerinin hiçbir hukuki dayanağı yoktu ve bu davranışları ile de Ada üzerindeki Türk hükümranlık haklarını hiçe saydıklarını açıkça göstermekteydiler.
İngilizlerin bu iki yüzlü politikası, tek taraflı olarak Kıbrıs’ı bir İngiliz Kolonisi ilan ettikleri 1914 yılına kadar sürdü. 36 yıllık bu süre içinde, duruma göre, yani Kıbrıs halkının Ada yönetiminde daha etkili olmak, daha çok haklar elde etmek isteği ve Rumların ENOSİS Arzusu karşısında, hep 1878 Türk-İngiliz Savunma Antlaşmasının koşullarını, yani Ada hükümranlığının Türkiye’ye ait olduğunu, Ada’nın hukuken Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası bulunduğunu, İngilizlerin Kıbrıs’ı geçici olarak ve antlaşma koşullarına göre devralıp yönettiklerini ileri sürmekteydiler. Öte yandan kendi çıkarlarının gerektirdiği durumlarda ise, 1878 antlaşmasını göz ardı etmekte, bu antlaşmanın bağlayıcı hükümlerinde öngörülen hususları bir çırpıda çiğnemekte; Kıbrıs bir İngiliz kolonisi imiş gibi davranmaktaydılar”.
İngiliz Sömürge yönetimi ilk yıllarda Kıbrıs’ta siyasî, askerî ve ekonomik anlamda şaşkınlık içerisinde tavırlar sergilemiş; yanlış icraatlarıyla Türklerin ve Rumların dikkatini çekmişti. Rumlar, her halükarda Enosis’in gerçekleşmesi için neler yapabileceklerini hesaplarken; Kıbrıslı Türkler ise, Ada’nın İngiltere tarafından hile ve desiselerle gasp ettiğini anlamış; yakın gelecekte, Haçlıların, Rumlarla ve İngilizlerle bir şekilde ittifak ederek kendilerine haksızlık yapılacağını; Ada’da, özgürce, huzur ve güven içinde yaşamalarına engel olabileceklerini tahmin etmişler; gerekli tedbirlerin alınmasının yerinde, isabetli bir davranış olabileceğine inanmışlardı.
Yorumlar kapalı.