![](https://kibrisgazetesi.com/wp-content/uploads/2024/12/reklam-1-1.gif)
![](https://kibrisgazetesi.com/wp-content/uploads/2023/09/Kolektif-banner-1-e1735040335220.png)
Türklerle ilgili olarak söylenmiş pek çok atasözü vardır. Bunlardan biri de Yunanlıların “Türkler yaban tavşanını kağnı ile yakalar” atasözüdür…
İnsanın aklına hemen, “hızlı ve atik olan yaban tavşanı, yavaş ve ağır olan kağnı ile nasıl yakalanabilir?”sorusu geliyor!
Atasözleri, binlerce yıllık tarihsel süreçte yaşanmışlıklar, engin tecrübeler ve derin gözlemlere dayanılarak ifade edilmiş sözlerdir. Yunanlıların “Türkler yaban tavşanını kağnı ile yakalar” atasözü de geçmişte pek çok defa tecrübe edilmiş olmalı ki bu söz Yunan atasözü literatüründe yer almıştır.
Yakın geçmişte Doğu Akdeniz’de yaşanan birtakım gelişmeler, bazı çevrelerde Rum tarafını kazanan, Türk tarafını ise kaybeden tarafmış gibi gösteren hatalı bir algının oluşmasına vesile olmuştur!
Aynı dönemde, Rum tarafının, açıktan ve örtülü olarak kendisine destek veren devletlerden de güç alarak sözde Kıbrıs Adasının tek sahibi kendisiymiş gibi yapmış olduğu birtakım hamleler, bazı çevrelerce kabul görmüştür.
Türk tarafı ise bu süreçte, sürdürülmekte olan müzakere süreçlerine zarar vermemek ve uluslararası hukuk zeminindeki mücadelesini kararlılıkla sürdürmek adına son derece akılcı sessiz bir politika izlemiştir. Türk tarafının sağduyulu bir şekilde hareket etmesi anlaşılan o ki bazı çevrelerde yanlış algıların oluşmasına neden olmuştur!
Rum Yönetimi’nin gayrimeşru ve tek taraflı olarak 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2011’de de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlama Anlaşmaları sonrasında parsellenen bölgeler, Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan mevcut tartışma ve gergilimin de temelini oluşturmuştur.
Rum Yönetimi’nin tek yanlı ve adanın ‘tek hâkimi’ gibi davranarak sözde parsellediği blokların 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı kısımları Türkiye’nin kıta sahanlığı ile ve ayrıca 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı kısımları ise KKTC’nin deniz sınır alanları ile örtüşmektedir.
Yaşanan gelişmeler çerçevesinde KKTC kendi hükümranlık haklarını kullanarak 2011 yılında Türkiye’nin ulusal kuruluşu olan Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı’na 7 tane alan tanımlayarak ruhsat vermiştir. Bu bağlamda Türkiye mevcut kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri dolayısıyla Doğu Akdeniz’de hukuken sahip olduğu alanlar yanında bir de KKTC adına tüm adanın etrafında Türkiye Petrolleri aracılığı ile de hak ve söz sahibidir!
Türkiye Cumhuriyeti yaşanan gelişmeler karşısında hem 32°16’18” doğu boylamından itibaren Kıbrıs Ada’sının batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve yetkilerini kayda geçirmiş. Hem de 32º 16′ 18” meridyeninin batısı boyunca kendisine ait olan kıta sahanlığının dış sınırlarını oluşturan bölgelerin aynı zamanda Mısır ile deniz sınırını oluşturmakta olduğunu 2 Mart 2004 tarihinde BM belgesi olarak yayınlanan mektubuyla resmi olarak kayda geçirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti ayrıca Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarının belirlenmesi hususunda, bölgede ikili veya üçlü deniz yetki alanlarının paylaşılması hususunun kabul edilemez olduğunu 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno DT/16390 (Ekim 2005) ve UN.Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalarda açıkça ifade etmiştir.
Türk tarafı, bölgede yapılacak olan MEB anlaşmalarının kıyıdaş bütün devletlerin katılımı ve uluslararası hukukun temel prensibini oluşturan hakkaniyet ilkesiyle yapılması gerektiğini sürekli vurgulamış ve vurgulamaya da devam etmektedir.
Türk tarafı görüldüğü üzere pasif bir politika izlemeyerek yapması gereken ne varsa uluslararası hukuk zemininde yapmış ve yapmaya da devam etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Eastmed ve Pesco gibi konular da yakından takip edildiği gibi Rum yönetiminin açık ve gizli olarak yaptığı tüm girişimleri de yakinen takip edilerek gerekli tüm tedbirler uhulet ve suhuletle alınmaya devam etmektedir!
Rum Yönetimi hala sağduyulu bir şekilde hareket etmek yerine Doğu Akdeniz’deki tek taraflı ve gayrimeşru faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir.
Doğu Akdeniz’deki enerji politiğinde, Türk tarafı dışlanmak istenerek bu çerçevede siyasal bir pozisyon geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ortaya çıkan bu durumun arkasında her ne kadar Mısır, İsrail ve Yunanistan varmış gibi görünse de gerçekte enerjide Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için bazı AB ülkelerinin olduğu görülmektedir.
27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya arasında imzalanan Türkiye ile Libya arasında, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC üzerine kurgulanmak istenen bütün oyunları bozarak çökmesine neden olmuştur.
Önümüzdeki süreçte ise önce Türkiye ile Suriye arasında, devamında da sırasıyla Lübnan vb. diğer bölge ülkeleri ile Deniz Sınırlandırma Anlaşması imzalanması halinde, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da jeopolitiğin mimarisi yeniden şekillenecektir…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2 bin 200 yıllık Türk devlet geleneği ve 1400 yıllık medeniyetin bilgi birikimi, deneyim, tecrübe ve devlet aklı ile yönetilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünden bugüne her daim haksızlıklara karşı dik bir duruş sergileyerek her zaman mazlumların yanında yer almış büyük bir devlettir.
Türkiye, yakın geçmişe kadar bölgesindeki olaylar karşısında refleks gösteren bölgesel bir aktör ülke iken, vizyoner devlet yönetimi, stratejik diplomatik hamleleri, güçlü sanayi ve ordusu, dünya genelinde meydana gelen sorunlar karşısında ortaya koyduğu başarılı çözüm bulma kabiliyeti vb. nedenlerle artık günümüzde küresel bir aktör haline gelmiştir. Türkiye’nin küresel bir aktör olduğunu günümüzde en başta ABD, Rusya ve Batılı liderler sıklıkla ifade etmektedirler…
Sonuç olarak; Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de doğrudan ve dolaylı olarak desteklerini aldığı devletlerden gördüğü cesaretle gayrimeşru bir şekilde tek taraflı ve adanın ‘tek hakimi’ gibi davranmaya devam etmektedir. Buna karşın Türk tarafı ise uluslararası hukuk zemininde haklarını sonuna kadar kararlılıkla koruyarak aramaya devam edeceğini üzerine basa basa söylemektedir.
Yaban tavşanı uzun zamandan buyana kaçıyor. Yorgun ve bitkin bir durumda. Türk tarafın yaban tavşanını yakaladı. Sıra yaban tavşanını destekleyenlerde!
Rum tarafı gayri meşru şekilde mücadele verirken, Türk tarafı ise uluslararası hukuk zemininde, hak ve hukukunu arayarak mücadele veriyor! İlerleyen süreçte bakalım bizleri daha ne gibi yeni gelişmeler bekliyor?
Yorumlar kapalı.