
Türkiye seçimleri sonrasında yeni oluşan kabineye ve Cumhurbaşkanı Yardımcısına bakıyorum da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni kabineyi oluştururken nelere dikkat ettiğini görüyorum.
Rahmetlik Evren Paşa’nın darbesinden sonra göreve gelen ANAP ve rahmetlik Turgut Özal da, aynı yöntemle kabinesini oluşturuyordu. Özellikle yabancı dil bilen, birikimi olan akademik ve yüksek lisans yapan kişileri görevlendiriyordu.
Şimdi Erdoğan da onun gibi yapıyor. Hatta daha da ötelere giderek, müthiş birikimi olan çok değerli insanları göreve getirdi.
Erdoğan, Dışişleri Bakanlığına Hakan Fidan’ı getirdi. Genç birisini… MİT’in eski başkanını…
Merak ettim kimdir Hakan Fidan diye, google’a özgeçmişini sordum. Muazzam bir kariyeri ve birikimi olan birisi. Üstelik İngilizce diline de vakıf.
Bir kişinin Dışişleri Bakanlığı yapabilmesi için, mutlaka yabancı dile vakıf olması gerekir.
Yarın Kıbrıs sorunu da gelecek Hakan Fidan’ın karşısına. O da, eski Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu gibi gerek Türkiye’nin dış politikasını, gerekse Kıbrıs politikasını yürütecek. Eminim Fidan da, Mevlût Çavuşoğlu gibi Kıbrıs konusunda başarılı olacaktır.
Herhalde Hakan Fidan, en erken bir zamanda Kıbrıs’a gelip gerek Cumhurbaşkanımızla, gerek Başbakan ve gerekse Dışişleri Bakanımızla bir araya gelerek, bilgilendirilecek ve yoluna devam edecektir. Bu kadar kariyeri olan Fidan, bunun da üstesinden gelecektir.
Yani dediğim gibi Kıbrıs sorunu nesilden nesile aktarılan bir milli miras oldu.
Bundan elli altmış yıl öncesinde bir kabinenin oluşumunda Anadolu’nun toprak ağalarının çok büyük etkisi olurdu. Hatta meclise, birçok aşiret reisleri girerdi. Şimdiki meclis yapısı, gerçekten bilgi ve kariyer sahibi. İktidarı ile, muhalefeti ile.
Dr. Küçük bana hatıralarını yazdırırken şöyle demişti Türkiye’den dönüşünde:
“Bu nasıl bir meclis? Meclise giren bir aşiret reisi, bırak yabancı dil noksanlığını, bana bir soru sordu. ‘Çocuklar top oynarken topları denize düşmez mi?’ diye.”
O kadar cahil ve bilgiden yoksun insanlar meclise girerlerdi o zamanlar.
Şimdi bakıyorum yeni kabineye ve Milletvekillerine…
Hepsi de yıldız gibi parlayan değerler. Tümü de kendi alanında uzmanlaşmış insanlar. Leb demeden, leblebiyi anlayan siyasetçiler.
Cumhurbaşkanı Yardımcılığına getirilen Cevdet Yılmaz’ın da özgeçmişine baktım. Onun da muazzam bir deneyimi ve birikimi vardır. Üstelik yabancı dile vakıf. Zaten Erdoğan her zaman tedbiri elden bırakmamıştır. Her adımda, her oluşumda ve her siyasal yapılaşmada çok isabetli kararlar vererek yoluna devam etmiştir.
Milli Savunma Bakanlığı da hem Türkiye, hem de Kıbrıs için çok önemlidir. Türkiye’nin jeopolitik konumunu düşünerek, Erdoğan bu bakanlığa eski Genel Kurmay Başkanı Yaşar Güler’i getirdi. Türk ordusunu ve Türk savunmasını öyle bir ele teslim etmeliydi ki, hem Kıbrıs gerçeğine, hem de terör hareketine vakıf olarak hareket etsin. Nitekim öyle oldu.
Eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da asker kökenliydi ve Türkiye ve Kıbrıs’ın savunma stratejisini çok iyi yürütmüştü.
Tabii ki Türkiye’nin her zaman başını ağrıtan deprem ve tabii afetler, bundan sonra da sürecektir. Doğanın önüne kimse geçemez. Sadece son deprem felaketi, eski yaşanmış acıları yaşamamak adına, bu işlerin başın yeni ve deneyimli insanları getirmiştir.
Kimi insan bu yıkımlarda AKP’yi eleştiriyor. Halbuki binaların çoğu geçmiş iktidarlar zamanında yapılmıştır.
Maliyenin bakanlığına Mehmet Şimşek gibi bir değeri getirdi. Pek çok deneyimi olan Şimşek, Türkiye’nin kalkınma ve para politikasını yönetecek bir birikime sahip.
Kıbrıs’ın kalkınmasında da önemli rol oynayacağını tahmin ediyoruz. Şayet yanlış bir para politikasının yürütülmesi halinde bakanlar değişebiliyor. Fakat Şimşek’in öyle bir hata yapmayacağına inanıyorum.
Mevcut sistem için Türkiye muhalefeti “Tekelcilik” veya “monopolcülük” diyor. Muhalefetin bunu böyle yorumlaması normaldir. Çünkü sistem, onu gerektiriyor. Tekelcilikten öte, bütün sistemi iyi kontrol etmek ve geleceğe yelken açmaktır.
Geçmişle şimdiki zamanı kıyasladığımda, idari bakımdan eskiyle yeni arasında fersah fersah farklı olduğunu düşünüyorum.
Bundan elli yıl önce kim derdi Türkiye kendi savaş gemisini yapacak, kendi silahını üretecek, çıkarma gemileri ve insansız savaş uçakları ve hızlı tenlerini gerçekleştirerek mesafeleri kısaltacak, diye. Mesele başarılı olmak.
Türkiye’nin bundan sonra yüzünü batıya çevirdiği söyleniyor.
Batı ne demek?
Daha da çağdaşlaşma mı? Daha da özgürlük mü? Kadının kadınla, erkeğin erkekle evlenmesi mi? Yoksa ahlaki değerlerin yok olması mı?
Ben sadece şu batılılaşma sözünü, Atatürk’ün çağdaş Türk insanı ile bağlamak istiyorum. Daha modern giyim, daha okumuş kadın, daha da üretken bir millet ve O’nun; “Muasır devletler seviyesine gelmek” sözü ile bağlamak istiyorum hatta. Laik bir Türkiye ile yüzümüzü batıya çevirmek, yine Atatürk’ün kıyafet devrimleri ile de ilişkisi gözler önüne sermek. Dinin siyasete alet edilmemesini sağlamak.
Bütün bunları söyler ve yorumlarız da, yine de genç ve dinamik siyasilerle Kıbrıs’ın yeni nesillere kalan bir miras olduğunu düşünüyorum. Özgürlükler ve var oluş anlamında…
Yorumlar kapalı.