Mustafa Haşim Altan

Tarihsel boyutu ile Türk-Yunan ilişkileri Akdeniz ve Ege adalar meselesi hukuk dışı yaklaşımlar; sorunlar ve uzlaşılar-3





Adalarda Türk-Yunan kavgaları, kutsal ittifak devletleri ve kışkırtmalar
   1912-1913’lü yılları, Balkan Savaşlarında, Haçlı ittifakının önde gelen devletlerinin ve Yunanistan’ın, Osmanlı Devleti’ni sıkıştırdıkları ve topraklarını birer birer işgal etme girişimlerinde bulundukları bilinmektedir. Batı’nın maşası olan Yunanistan, gerek Akdeniz’de’ ve gerekse Ege Denizi’nde üstün güçe sahip olabilmek, ayrıca Rumeli’ye yapılacak ikmallerin önüne geçebilmek için Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kontrolünde bulundurabilmek üzere, özellikle Bozcaada, Limni, Gökçeada, Taşöz, Ahikerya, Evstratios gibi Trakya ve Boğazönü adaları ile Ege adalarını teker teker işgal etme girişimlerinde bulunmuş; adalarda bulunan Türklerle Rumlar arasında kavgalara sebebiyet vererek, Türk yerleşimcilerin adaları boşaltmaları için korkutma eylemlerine hız vermişlerdir. Yıllarca Osmanlı Devleti’nin beslemiş olduğu; ekmeği ile doyurmuş olduğu Yunanlıların ve Rumların, sonunda, karakterleriyle bire bir örtüşen nankörce davranışlar sergilemiş ve adalardaki binlerce Türk yerleşimcinin yerini yurdunu terk etmesine sebep olmuşlardır.1913’te Meis ve Sisam Adası ayni taktiklerle ve belirttiğimiz sebeplerle Yunanlılar tarafından en sonunda ilhak edilmişlerdir. Başlangıçta birer Türk adası iken Sisam ve Meis, bir süre sonra, Yunan adasına dönüştürülmüştür.
  

Balkan devletlerini geriden destekleyenler ve Girit Adası’nın elden gitmesi
   İngiltere, İtalya, Fransa, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Rusya devletlerinin, başta Yunanistan olmak üzere Balkan Devletlerini geriden yönlendirmek suretiyle Osmanlı Devleti ile aleyhine olabilen 1913 Londra ve Atina Antlaşmaları imzalanmıştır. Söz konusu antlaşmalarda Osmanlı Devleti, Girit Adası üzerindeki haklarından vazgeçirilmiştir. İngiltere’nin öncülüğünde devam ettirilen müzakereler sonucunda,14 Şubat 1914’te,Osmanlı Devletine verilen bir nota ile Yunan işgali altında bulunan adaların, sorgusuz sualsiz, Gökçeada, Bozcaada ve Meis adası haricinde, Yunan işgalinde bulunan diğer adaların Yunanistan’a verilmesi öngörülmüştür.

 

İngiliz milli politikalarında değişmeyen düsturlar
   Akdeniz ve Ege Havzalarının “sorunlar yatağına dönüşmesi”,İngilizlerin Orta Doğu ve Güney Doğu stratejileri ve siyaseti açısından son derecede gereklidir. Bu bakımdan İngiltere, Akdeniz ve Ege Adaları konularına doğrudan Yunanistan’a destek vermekle müdahil olmayı uygun görmüştü. Kıbrıs’ın, bu tarihlerde İngiliz işgalinde olması da, bölgede, İngilizlerin hâkimiyet kurmasını ve siyaseten de söz sahibi olmasını daha da kolaylaştırmıştı. İngilizler, tarih boyunca, Akdeniz ve Ege’de Türk Milleti ve Devleti aleyhine faaliyetlerde bulunmayı, her nedense milli politikalarının düsturu olarak kabul etmişlerdir. 1878’li yıllarda, hile ve desiselerle Kıbrıs Adası’nı işgale muvaffak olan İngiltere; 1914’lü yıllarda adayı ilhak etmeyi,1923 Lozan Konferansı ile de adayı resmen İngiltere’nin hâkimiyeti altına almayı başarmıştır. İngiliz Milli Politikaları, tarih boyunca Kıbrıs örneğinde görüldüğü şekilde süregelmiş ve devam ettirilmiştir. Tarihte buna benzer çok örnekler bulunmaktadır.
 

İngiltere’nin, Yunanistan’ın gerisinde adalara sahip çıkma çabaları
   Araştırmacı Yazar Fuat İnce,”Lozan Barış Antlaşması ve Ege Adaları” başlıklı makalesinde,13 Şubat 1914 tarihili Nota konusuna ilaveten verdiği bilgiye göre : “Büyük Devletler kararında bu adaların silahlandırılamayacağı, tahkim edilemeyeceği ve askerî amaçlarla kullanılamayacağı kaydı konulmuştur. Büyük Devletler tarafından çıkarlarının dikkate alınmaması nedeniyle büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Osmanlı Devleti,15 Şubat tarihli cevabî notasında, Gökçeada, Bozcaada ve Meis’in iadesini senet kabul edip diğer adalar üzerindeki haklı taleplerini elde etmek için gayret sarf edeceğini bildirmişti. Meselenin bu şekilde çözümlenmesini istemeyen Osmanlı Devleti, büyük devletler aracılığı ile çözüm aramak yerine, artık adalar konusunda doğrudan Yunanistan ile ikili görüşmeler yapmaya çalışmıştı. Ancak I’nci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu çalışmalar sonuçsuz kalmış, savaş boyunca adalardaki İtalyan ve Yunan işgalleri devam etmiştir. Bu adaların Yunanistan’a verilmesi için en büyük gayreti gösteren İngiltere, aslında Yunanistan üzerinden bu adalara sahip olmuştur” tespitinde bulunmuştur.

 

İtalya-İngiltere ittifakı ve on iki adalar pazarlığı
   Bir tarafta,21 Şubat 1914’te Yunanistan, adaların silahsızlandırılmasını kabul ettiğine dair yetkili devletlere resmen taahhütname sunarken, öte tarafta İtalya, gizlice yürüttüğü görüşmelerde İngiltere’nin desteği ile On İki Adaları elinde bulundurmaya çalışmıştır. Tam da bu esnada patlak veren I’nci Cihan Savaşı’nda, İtalya’yı taraflarına çekmek isteyen üçlü itilaf devletleri, on iki adaların İtalya’nın uhdesinde kalmasını sağlamışlar ve 26 Nisan 1915’te Londra’da gizli bir antlaşma imzalamışlardır. Söz konusu adalar,10 Şubat 1947 Paris Antlaşması ile Yunanistan’a teslim edilene dek İtalya’nın uhdesinde bırakılmışlardır.
  

ABD müdahalesi ve adaların paylaşımında siyasî cambazlıklar
   İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa ve ABD’nin Akdeniz ve Ege Havzası’nda, Osmanlı Devleti’nin haklarına bu denli tecavüz etmeleri, ihtirasla, işgalci ve istilacı yaklaşımlarla ve bölgeyi aralarında taksim ederek paylaşımlarda bulunmaları son derecede yakışıksız ve kabul edilemeyecek nitelikte utanç verici davranışlardır. Fransa, Meis Adası’nı 17 Aralık 1915’te,yol açtığı ayaklanmalarla işgal ederken; ABD’nin araya girmesiyle, İtalya ve Yunanistan arasında On İki Ada’nın paylaşımına çalışılmıştır.
   Bu arada, iki taraflı siyaset takip eden İngiltere, İtalya, Fransa ve ABD, İtalya’yı ikna ederek On iki Ada’yı (Rodos, İstanbulya, Herke, Kerpe, Kaşot-Çoban, İleki, İncirli, Kelemez-Kilimli, İleryoz, Batnoz, Lipso, Sömbeki ve İstanköy adalarını) Yunanistan’a devretmesini sağlamışlardır. Tüm bu aracı devletlerin her birinin Akdeniz’de, Ege’de ve Anadolu topraklarında gözü vardı; gelecekleri için buralardan beklentileri ve çıkarları vardı. Halen bu bölgeler, başta İngiltere, ABD, Fransa, Yunanistan ve diğerleri tarafından sürekli taciz edildiğine şahit olunmaktadır. Osmanlı Devleti’ni Sevr’in eşiğine kadar getiren bu doyumsuz ve arsız devletler, adalarla birlikte Boğazları da işgal etme girişimlerinde bulunmuşlar; Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanını ilan etmek suretiyle, Megali İdea’da önemli başarılar elde ettikleri zehabına kapılmışlardı.
  

Dün Türkiye ile uğraşanlar bugün de ayni çizgide seyretmektedir
   Adalar konusunda Osmanlı Devleti’ni ya da son uzantısı olan 1923 Türkiye Cumhuriyeti’ni eleştirenler, başta I’nci Cihan Savaşı’nın aktörlerinden olan ve Anadolu Topraklarına, Boğazlarına, Akdeniz ve Ege Denizindeki haklarına, ayrıca Adalar’a göz diken itilaf devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya) ile Ermenistan ve Yunanistan’ın talep ettikleri tüm hususları iyice bilmeleri ve anlamaları gerekir. Her şeyden önce Osmanlı Devleti’ni Sevr’le bitirmek isteyen bu devletlerin baştan beri Türk milletine karşı sürdürdüğü hukuk dışı eylemlerini göz ardı etmeden; Sevr’in ilgili maddeleri tahtında en başta askerin terhis edilmesini; boğazları bütünüyle egemenlikleri altına almak, diledikleri gibi kullanmak istediklerini, adalara, Anadolu topraklarına velhasıl her şeye sahip olmak için çaba gösterdiklerini bilmeleri ve öncelikli olarak bunları sorgulaması ve ayıplaması daha doğru olacaktır. Ancak şu da bir gerçektir ki, düşmanlarımızın, Türk İstiklal Savaşı ve milli mukavemeti karşısında mağlup olması ile Sevr’in bir hükmü kalmamıştır. Gerek İtalya’nın, gerek Fransa’nın, gerekse Yunanistan ve İngiltere’nin Adalar ve Boğazlar üzerinde bu denli ilgi ve ilişki oluşturması son derecede şüphe uyandırıcı olduğu kadar, düşündürücü ve ürkütücüdür.
  

Lozan Konferansı heyetleri ve mümtaz temsilcileri; Türkiye’nin ilk “red”le karşılaşması

   20 Kasım 1922’de gecikmeli olarak başlatılan Lozan Barış Konferansı’nda Akdeniz ve Ege adaları müzakere edilecek meseleler kapsamına alınmıştı. Konferansa heyetler halinde katılım yapılmıştı. Görüşmeci olarak katılan heyetlerin başında İngiltere’yi temsilen Lord Curzon, İtalya’yı temsilen, Marki Garoni, Fransa’yı temsilen Camille Barrere, Yunanistan’ı temsilen Eleftherios Venizelos, Rusya’yı temsilen Çiçerin ve Türkiye’yi temsilen İsmet İnönü, Bulgaristan heyetini temsilen de Aleksandre Stamboliyski bulunmuştur. Lozan Konferansı’nda birinci oturumda, İngiltere temsilcisi Lord Curzon başkanlık ederken, İkinci toplantıda Sir Horace Rambdold konferansa başkanlık etmiştir. Fransız Delegesi Massegly ise Genel Sekreterlik görevinde bulunmuştur. Türkiye’nin konferansa başkanlık teklifi işin başında reddedilmişti.
  

Düvel-i muazzama (büyük güçler), maşa veya taşeron devletler
   Tarihî bir gerçeği vurgulayarak ifade etmek isterim ki, gerek Akdeniz ve Ege’de Adalar konusunda ve gerekse Doğu’da gelişen olaylar, Osmanlı Devleti’nin “Düvel-İ Muazzama” olarak tanımladığı; Batılıların ise “büyük güçler” olarak nitelediği devletler tarafından yapay koşullarda, temelsiz bahanelerle sorunlar yaratılarak, önce koruyacakları izlenimini verip daha sonra da “doğu sorununa çözüm “diye diye bu ülkeleri işgale yeltenerek, bunları birer birer parçalayıp kontrol ve denetimleri altına aldıkları; bu arada amaçlarına ulaşabilmek için de kendilerine göre seçtikleri bazı devletleri “taşeron” veya “maşa devleti” olarak kullandıkları gerçeğidir.

Tarihsel boyutu ile Türk-Yunan ilişkileri Akdeniz ve Ege adalar meselesi hukuk dışı yaklaşımlar; sorunlar ve uzlaşılar-3

Yorumlar kapalı.