Yaşam öyküsü
Türk şiirinde kendine özgü bir yeri olan Behçet Necatigil, 1916’da İstanbul’da doğdu. Babası müderris ve vaiz Hacı Mehmet Necati Gönül, annesi ise Hafız İbrahim Hakkı Efendi’nin kızı Bedriye Hanım’dır. İki yaşındayken annesini kaybeden Necatigil, ilköğrenimini 1923’te Beşiktaş Cevri Usta İlkokulu’nda ve babasının görevi nedeniyle bulundukları Kastamonu’da, Erkek Muallim Tatbikat Mektebi’nde yaptı. Ortaokulu Kastamonu Kabataş Lisesi’nde okudu. 1940’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden birincilikle mezun oldu. Üniversite öğrencisiyken Berlin Üniversitesi’nde dil kurslarına katılmak için 1937 yılında dört ay Almanya’da bulundu.
1940’da edebiyat öğretmeni olarak Kars Lisesi’ne atandı. Burada bir yıl çalıştıktan sonra Zonguldak Çelikel Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Mart 1943’te İstanbul Pertevniyal Lisesi’nde göreve başladı; ancak iki ay sonra askere alındı. Askerliğini levazım subayı olarak İzmir’de yaptı. Askerliğini bitirdikten sonra Kabataş Lisesi ile İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nde görev yaptı. 1972’de emekli oldu. Behçet Necatigil, Eski Toprak ile 1956 Yeditepe Şiir Armağanı, Yaz Dönemi ile 1964 TDK Şiir Ödülü; Carl Zuetmayer’den çevirdiği Kurtlar adlı şiirle Türk – Alman Derneği’nin düzenlediği çeviri yarışmasında birincilik ödüllerini kazanmıştır.
Behçet Necatigil, kanser teşhisiyle kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde, 13 Aralık 1979’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
Sanat anlayışı
İlk şiiri daha lise ikinci sınıf öğrencisiyken 1 Ekim 1935 Varlık Dergisi’nde Behçet Necati imzasıyla yayımlandı. 1936-40 yılları arasında üniversitedeyken yazdığı şiirlerini Varlık, Oluş ve Gençlik Dergilerinde yayımlayan Necatigil, ardından Türk Dili, Yeni Dergi, Yeni Edebiyat, Yelken ve Yeditepe Dergilerinde yayımlanan şiirleriyle dikkat çekti. Necatigil, ilk şiirlerini yayımladığı 1935’ten başlayarak aralıksız süren şiir yaşamı boyunca, sözcükleri seçerek kullandı; az sözcükle çok şey anlatmak ilkesiyle sıkı dokulu bir şiir anlayışını benimsedi. Şiirlerinde, büyük kentlerde yaşamın ağır koşulları altında ezilen, geçim sıkıntısıyla kuşatılmış orta sınıf insanlarını ele aldı. Bu insanları, sıkıntıları, acıları, özlemleriyle hem iç, hem dış dünyalarıyla yansıttı. Kalabalıktan kaçan, ürkek, çekingen kişinin duyarlılığını şiirleştirirken kendi yaşamından kaynaklanan deneyimlerinden de yararlandı.
Evleri, dış dünyanın baskısı altında bunalan insanın sığınabileceği tek yer olarak çeşitli yönleriyle betimledi. Toplumun dar gelirli insanlarının sığındığı park, çay bahçesi gibi ortamları buruk ve hüzünlü bir hava içinde canlandırdı. Şiddetten, sahtelikten toplumsal ilişkilerin çirkinleşmesinden duyduğu öfkenin yanı sıra, hoşgörülü kişilere özgü bağışlayıcılığı ve insan sevgisiyle, şiirine ulaşılması güç bir derinlik kazandırdı.
Necatigil’in Kapalı Çarşı, Çevre, Evler ve Eski Toprak kitaplarında topladığı ilk dönem şiirleri, öyküleme öğelerinin bir başka deyişle belirli bir öyküyü anlatma eğiliminin ağır bastığı, çağrışımlar uyandırmayan ürünlerdi. Daha sonra öykülemeyi azaltıp, bir duyarlılığı sezdirmeyi amaçlayan daha kapalı bir şiire, yeni biçim arayışlarına yöneldi. Soyutlama ve biçime sığınma eğiliminin en uç noktaya ulaştığı Kareler Aklar’da (1975) bile bir içerik şairi olmayı korudu. Giderek sözcükleri daha tutumlu kullanma ustalığından kaynaklanan kendine özgü tutuk söyleyişiyle tedirginliklerini, korkularını, öfkelerini yansıttı.
Necatigil, 1961’deki bir konuşmasında kendisinin şiir görüşünü şöyle açıklar: “Şiir yoğunlaştırmadır, biçim titizliğidir. Şiirde esas olan duygudur, kesin bir duyarlıktır. Sonra da bunu elden geldiğince ustalıkla biçimlendirmedir. Ben mum alevinde pervane gibi hep aynı odakta yazdım şiirlerimi. Toplumun ve olanaklarımın bana bağışladığı dar dörtgende, gözlerimi her açtıkça karşımda büyük şehrin orta-fakir sınıf, ev, aile çevrelerini buldum Benim bugüne kadar varmak istediğim gerçekler, hiçbir zaman bu sınıfların ötesinde olmadılar”.
Necatigil, şiirlerinde tenasüp, tevriye ve teşhis gibi divan şiirlerinin sanatlarından da yararlanır. Kullandığı bu sanatlarla ilgili olarak da şöyle der: “İnsanların, nesnelerin, eşyaların olduğu gibi, dilin de bir hayatı, bir serüveni vardır. Her serüven, her yaşantı, anlatış hünerleri ve söz sanatlarıyla, özgünlük kazanır”.
Behçet Necatigil’in Dönme Dolap Adlı Şiirinin Çözümlemesi:
Dönme Dolap
Nerden niçin geldim
Bilmeden bir şey diyemem, ya siz
Hem hiç önemli değil
Geldim, yer açtılar, oturdum
Girip çıkanlar vardı
Zaten ben geldiğimde
Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi
Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi
Doğrusu anlamadım bir düğün dernek mi?
Sonra da kimileri düşünceli, durgundu
Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım
Zaten ben geldiğimde
Bu lunapark mı bir konser bir gösteri
Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı
Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti
Bak dediler baktım pek bir şey göremedim
Hem her yer karanlıktı
Zaten ben geldiğimde
Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede
Nasıl çekip gideceğim kalk git dediklerinde
Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele
Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan
Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken
Zaten ben geldiğimde
Dönme dolap şiiri, dünyayı bir han, konser ve sinema salonlarına benzeten, insanı da yolcu, konuk olarak gören ve esas itibariyle dünyanın üzerinde oturduğu modelle de örtüşen bir anlayışı irdeler. Dünya, girip çıkanın, gelen gidenin olduğu bir yerdir. Şiirin öznesi de “gelen” ağzıyla konuşur. Dünyaya gelirken karşılanma biçimi diğer insanlardan farklı değildir. Buraya gelenler geliş amaçlarını bilmemektedir. Bunu zamanla öğreneceklerdir. Öznenin geldiği sırada girip çıkanlar, yani yeni gelenler ve ölenler vardı. Öznenin “ya siz” diye hitap ettiği muhatabı da bu gelişin nedenini açıklayamaz.
Şiiri ikinci öbeğinde gelinen yerin, insan için ve insana dair birtakım tasavvurları, nimetleri üzerine kurgulanır. Bir sonraki şiir öbeği, öznenin bu dünyadaki durumunu betimler. Burası kalabalık bir yerdir. Sıkıştığı yerde vakit çabuk geçmiştir. İşte bu, insanın dünyadaki kalma süresi ve yaşama anıdır. Şaire göre bu dünyada bir anlık bakışımız vardır. Şiirin son öbeğinde özne sona yaklaşır. Artık öznenin gitme zamanı gelmiştir. Ne geldiğinden, ne baktığından bir şey anlamıştır. Şimdi tek düşüncesi, büzüldüğü köşeden nasıl kalkıp gideceğidir. Çünkü gelişiyle rahatsız ettiği insanlar, şimdi kalkıp gitmek istediğinde yine söyleneceklerdir.
Özetle Necatigil, Dönme Dolap şiirinde dünyayı, gelenin gidenin olduğu bir dönme dolaba benzetir. Dünya, şaire göre, bir yandan doğanların, diğer yandan ölenlerin, öte yandan da hayatta kalanların olduğu bir tiyatro sahnesidir.
Yorumlar kapalı.