Nazım Beratlı

“Başlıksız yazı”





Geçmişte uzun süre yaptım… Gündelik yazı yazdığınız zaman; işiniz daha kolaydır. Oysa tam tersi gibi görünür…
Haftada bir-iki gün, bütün hafta biriktirdiğini yaz işte! Sanılır ama… Değil… Bu daha zor… Ya günü geçmiş şeylere dönmenin anlamsızlığından korkarsınız veya yazacağınız şeyin okurun ilgisinin hepten dışında olmasından.
Biz işi yuvarladık, biliyorsunuz… Size kolay gelebilir… Haftada iki gün, gündeme girmek çok zor… Ne yazacaksınız?
Kıbrıs Tarihi’nden birkaç meseleyi ele alır şöyle bir sallarsınız ağaç misali, mutlaka bir şeyler dökülür. Şimdi bunu yazarken aklıma geldi,: Zamanında, şimdiki Sarayönü’ndeki Lüzinyan Sarayı’nda, kafası da kesildikten sonra, çükü de kesilip şimdiki Girne Caddesine fırlatılan Kral ll. Peter’in hikâyesine mi dalayım?
Güzel meseledir ha! Şövalye raconu gereği, bütün arkadaşları çıplak ve giyinir vaziyette olan kralı, tam da kolu ceket kolunun içinde yani kendini savunamaz durumda iken birer kez bıçaklamışlar! Sonra da öldüğünden emin olsunlar diye, kellesini kesmişler. Hazretin en yakın arkadaşı, Türkopoller’in komutanı eğlenceye geç kalmış! Gelip bakmış ki yapacak bir şey kalmamış, kellesiz bedene bir kılıç da sen soksan ne yazar? Tutup, “başına ne geldiyse işte bundan geldi” diyerek, koca kralın bilmem nesini kesip, açık duran pencereden, Girne Caddesine fırlatmış! Yoksa, “birader”liğin dışında kalacak! Racon bu… Anasını sattığımın üst düzey aidiyet duygusu… “Dışarıda mı kalacam? Ne münasebet, arkadaşımın şeyini keser, sokağa fırlatırım, daha iyi…”
Bu duygu ve tavrı, politikada olan herkes gibi ben de gördüm defalarca da mesele o değil… Beni ilgilendiren, asıl başka bir mesele…
Acaba o esnada sokaktan geçen kimdi?
Sarayın penceresinden önüne düşen nesnenin ne olduğunu merak etti mi? Etmiştir… Mutlaka! Eğilip, yerden alıp, evire çevire ne olduğuna baktı mı? Baktıysa, ne olduğunu anladı mı? Anlayınca kadınsa ne hale girdi? Erkekse, elindekini nasıl savurdu?  Ne yöne? Sarayönüne doğru mu? Ya biraz sonra kimin bilmem nesi ile oynadığını öğrenince, ne hissetti? Keşke on ikinci yüzyılda olsaydım da bu filmi seyredip, yüzyıllarca gülseydim…
Kral Peter de kral gibi, kraldı ha! Antalya’yı gidip almış, Mısır’a bulaşan bir herif ki halini sormayın. Bu çük hikâyesi de zaten ondan çıktı… Açıkça boynuzlanan eşiydi, bu marifetin sorumlusu da! Kral dış gezide iken, kraliçe, burda bir soylu ile biraz oynaşmış… Haşmetmeap, bunlar mercimeği fırına verdiler sanıp, soylu John de Morphou’yu, hapsedip, kendini de güzel sevmeye adamışmış da bu onun intikamıdır… O esnada hazretin yeni sevgilisi Lady Echivaria da odadaydı… İnsanlar daha yatakta iken oluyor bu mesele, be sör… Hade ayıptan korkmadınız, günah da mı yok?
Yâni, meselâ; böyle bir hikâyeye daldığınızda, yazı okunur… Okunur ama işin sonunda “kıssadan hisse” deyip de söyleyebileceğiniz iki kelâm lâf var mıdır? Evet, vardır ama kalsın… Hiç hoş kaçmaz şimdi söylersem… Bırakın! Söylemeyecem… Arif olan anlasın…
Pekiii, ne yazayım istersiniz bugün?
UBP kötüdür, biz iyiyiz demeye, hiç alışamadım! Ona ne şüphe… Tabii ki biz iyiyiz ve onlar da elbette ki kötüdür… Malûmu ilâm etmenin ne gereği var! Bu kelime “ilan” değildir ha! “İlâm”… Mahkeme kararının yazılı ifadesidir yanlış bilmiyorsam anlamı! “İlân” etmekle alâkası yok! Yâni, bilinen bir şey için mahkeme kararı almaya gerek yok demektir… Son zamanların bilgisayar Türkçesi’nde bu özdeyiş de o lâkırdı da kaybolmaya, sürekli yanlış kullanılmaya başlandı da… Kıbrıs Ağzı falan derken, ketempereye de gelmeyelim…
Şimdi diploma mı yazacağız, Allah aşkına?
UBP galedir, oysa… Ne ilgisi var? Değil mi ama?
Eh sayfa doldu…
Acaba şimdi başlığı ne koyayım?

“Başlıksız yazı”

Yorumlar kapalı.