
‘Kaç kişi kaldı o günleri hatırlayan’ diye sormak geçti içimden. Aradan 67 yıl geçti. 27-28 Ocak 1958’de Lefkoşa, Mağusa ve Limasol’da sömürgeye başkaldırış vardı. O gösterilere katılan ya da tanıklık edenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Sömürgenin asker ve polisleriyle iki gün boyunca süren çatışmalarda yedi şehit verilmişti.
Ada’yı Yunanistan’a ilhak (ENOSİS) etmek amacıyla kurulan Rum yer altı tedhiş örgütü EOKA’nın azdığı günlerdi… Bir yandan da öğrencilerin başını çektiği Rum gençleri, ENOSİS lehinde eylemler yapıyor, sloganlar atıyorlardı. Silahlar konuşur, bombalar patlarken, ada kan gölüne dönmüştü.
Bu manzara karşısında Türklerin de sabrı taşmıştı. İngiliz sömürge idaresine “Bu adada, yalnız Rumlar değil, biz de varız” mesajının iletilmesi gerekirdi. Lise talebesiydik ve kendimizi eylemlerin içinde bulduk. Sesimizi aynı zamanda Türkiye’ye ve tüm dünyaya duyurmak istiyorduk. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Selwyn Loyd, dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile görüşmek üzere Ankara’ya gitmişti. Görüşmeye, İngiltere’nin son Kıbrıs Valisi Sır Hugh Foot da çağrılmış, toplum lideri Dr. Fazıl Küçük de Ankara’ya gitmişti.
Kıbrıs’ta Rumların ENOSİS çığırtkanlığı doruğa ulaşırken, Türkler de meydanı boş bırakmamakta kararlıydı. Zaten Kıbrıs Türk halkı o günlerde EOKA’nın baskı, tehdit ve şiddet eylemlerinden nasibini fazlasıyla almaktaydı. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, zor günleri anlatırken, “Yaptığım tespitlerde, aç ve çıplak çocuklar ve perişan köylü manzarası ile karşı karşıya geldim. Köylerdeki öğretmen evleri ahıra benzer bir durumdaydı ve asılacak bir dal arıyorlardı” demişti. 27 Ocak aynı zamanda oğlu merhum Raif’in doğum günü olduğunu söylemişti.
Kıbrıs Türk halkının çıkış yolu aradığı o günlerde, tek umudumuz Anavatan Türkiye idi. ENOSİS’e karşı bir alternatif olarak Taksim tezi ön plana çıkmıştı. Haksızlıklara ve sömürge idaresinin ayrımcılığına daha fazla tahammül edemeyen Kıbrıs Türkü zaten diken üstündeydi ve isyan eder noktaya gelmişti. En nihayet 27 Ocak 1958’de ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ sloganları atarak Başkent Lefkoşa’da meydanlara inilmişti. Dalga dalga gelen gençleri durdurabilmek mümkün değildi. Atatürk Meydanı (Sarayönü), Girne Kapısı, Çağlayan bölgesi, bayraklarla yürüyüşe geçen gençlerin sloganları ile çınlıyordu. Şimdi Turizm Bakanlığı olan bina, Lefkoşa Türk Lisesi idi ve gençlerin hareket noktası da orasıydı.
Ellerinde pankartlar taşıyan ve sloganlar atan gençlere İngiliz polisi ve askeri izin vermeyince hararetli tartışmalar yerini sürtüşmeye bırakmış, akabinde çatışma başlamıştı. Sarayönü ve Girne Caddesi adeta savaş alanına dönmüştü. Polis coplarının inip kalkmasına rağmen, gençler gerilemiyordu. Bu kez üzerlerine yağmur gibi göz yaşartıcı bombalar atılmaya başlandı. Ancak atılan bombaları havada kapar ve geri fırlatıyorduk. Sokağa çıkma yasağını bildiren sirenler durmadan çalıyor, ancak kimse yerinden ayrılmıyordu. Tam aksine Liseli gençlere Kız Lisesi ve Atatürk Kız Meslek Lisesi öğrencileri de katılmıştı. Öğrencilerle halk o denli bir galeyan içindeydi ki, kimse dağılmıyor, sirenlere de aldırış etmiyordu. Bu direniş, sömürgenin polis ve askerlerini çileden çıkarmaya yetmiş ve silaha sarılmışlardı.
Dört soydaşımız atılan mermilerden şehit olurken, Meriç köyünden Şerife hanım da hızla kalabalığı yarmaya çalışan bir cipin altında kalarak can vermişti. Rum öğrencilerin eylemlerinde sessiz kalmayı tercih eden İngiliz polis ve askerlerinin, Türklere karşı orantısız güç kullanmaları da dikkat çekiciydi. Bu nedenle öfke daha da büyüyordu. Nihayet Ankara’dan dönen Dr. Küçük, bu arada Rauf Denktaş ve Osman Örek’in konuşmaları üzerine zar-zor ikna olunmuş ve kalabalık dağılmaya başlamıştı.
Ancak ertesi gün Mağusa, Limasol ve Larnaka’da da gösteriler olurken, 2 şehit de Mağusa’da verilmişti. İki günde 7 şehit veren Kıbrıs Türkü öyle bir şahlanmıştı ki, tüm dünya radyoları, gazeteler ve ajanslar, direnişten söz ediyor, Türkiye gazetelerinde manşetler Kıbrıs için atılıyordu. 27-28 Ocak Kıbrıs Türkünün varoluş mücadelesinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu günlere gelinmesinde, o dönemde ve daha önce çeşitli şekillerde verilen mücadelelerin payı büyüktür. Bunca acılara katlanan, bunca özverilerde bulunan bu halk, kendi egemenliği altında bir devlette yaşama hakkına sahip değil midir? Onun için Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın masaya koyduğu ve Türkiye tarafından da desteklenen egemen eşitlik temelinde iki ayrı devlet vizyonundan geri adım atılmamalıdır.
Bu tarihi günde şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anarız. Ruhları şad olsun.
***
Ayşegül Karantinacı Duyar ve
Günay Seren toprağa verildiler
Duyar ailesinin değerlisi, canı Ayşegül Karantinacı Duyar dün Karaoğlanoğlu’ndason yolculuğuna uğurlandı. Sevgili eşi Murat Duyar, kardeşi ve yengesi Mehmet-Selvinaz Karantinacı, yeğeni Masal Karantinacı, tüm dost, akraba ve sevenlerine üzüntü ile duydururken, nur içinde yatmasını, mekânının cennet olmasını dilediler.
Bu arada Türk Sigorta, Türk Bankası çalışanı Ayşegül Karantinacı Duyar’a Allah’tan rahmet, yaslı ailesine ve tüm yakınlarına başsağlığı ve sabır diledi. Aynı şekilde Türk Bankası da, 1997’den beri bankada görev yapan çalışma arkadaşları Ayşegül Karantinacı Duyar’ın kaybından duyulan üzüntüyü dile getirerek, merhumeye Allah’tan rahmet, başta ailesi olmak üzere, sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diledi.
Öte yandan Seren ailesinin değerlisi, iyi insan Günay Seren önceki gün Ağırdağ’da toprağa verildi. Tüm dost, akraba ve sevenlerine üzüntü ile duyurulurken, sevgili eşi Özdemir Seren, kızı ve damadı Şerife-Hasan Hacıvelioğlu, oğulları ve gelinleri Şevket-Bilgen Seren, Hasan-Halide Seren ve torunları, “Yokluğuna asla alışamayacağız. Nurlar içinde uyusun, mekânı cennet olsun” dediler.
Yorumlar kapalı.