Oğuz Metiner

Mahremiyet yara almasın





Mahremiyet, bir insanın hayatında şahsına mahsus kalması gereken, başkalarıyla paylaşmaya açık olmayan, hususi ve gizli sahasıdır. Hayâ duygusunun bir neticesi olarak, mahremiyet insana ait bir vasıftır. Diğer mahlûkatta mahremiyet mevzu bahis değil! Bu da esasında insana verilen kıymetin bir ifadesi. Zira insan, Cenâb-ı Hak indinde çok mükerrem ve kıymetli.

İnsanın fıtraten mahremiyete olan ihtiyacından dolayı, Cenâb-ı Hak, birçok nimet arasında, insan için gecenin bir örtü kılındığını bildiriyor.

Yine âyet-i kerîmelerde eşlerin birbirine örtü olduğu beyan edilerek, çocuk ve hizmetkâr gibi hâne fertlerinin, büyüklerin odasına izinsiz girmemeleri gerektiği ifade ediliyor.

Mahremiyetin pervâsızca ihlâli ise, bir kıyâmet alâmeti.

Bu sebeple de dinimiz İslâm’da, hem toplum içinde yaşayan insanın şahsına ait, hem de içinde bulunduğu topluma ait olmak üzere hudutlar çizilmiş, mahremiyet sınırları düzenlenmiş.

Dolayısıyla denilebilir ki, mahremiyeti ihlâl etmek, şeytanî bir amel. Zira şeytan teşhirden, ne var ne yok ortaya dökülmesinden hoşlanıyor. İnsanın da buna bir zaafı var. İnsan, kendini gösterme meyli ile teşhir etme zaafıyla geliyor. Lâkin süslü ve cezbedici kıyafetlerle dolaşmak da mahremiyetin ihlâlidir. Terbiye olmamış ham nefis, arz-ı endâm etmek istiyor. Hâlbuki Rabbimiz, kulunun arz-ı hâl üzere yaşamasını ve takvâ elbisesini üzerinden hiç çıkarmamasını arzu ediyor.

Yine beden mahremiyetine girebilecek bir husus olarak, ihtilât mevzuu var. Erkek ve hanımların birbirleri ile olan münasebetlerinde gözetilmesi gereken sınırlar var. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ-, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu haber veriyor:

“Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın. (Zira üçüncüleri şeytandır.)” (Buhârî, Nikâh 111, Cihâd 140; Müslim, Hac, 424)

Yine insanın aile hayatı mahremidir. Bu özelini asa teşhir etmemelidir. Cenâb-ı Hak, daha evvel birbirlerine yabancı olan iki insanın, evlenerek hayatlarını birleştirmesiyle aralarında meydana gelen yakınlık ve samimiyeti, Kur’ân-ı Kerîm’de “birbirinin mahremi olmak” ifadesiyle tarif ediyor. (Bkz. en-Nisâ, 21)

Rabbimiz, böylesine bir samimiyet ve yakınlığı, sadece karı-koca için uygun görmüş. Birbirine nikâh bağıyla bağlanarak ilâhî takdirle bir aile olan eşlerin, bu mahremiyete her zaman derin bir saygı göstermeleri ve birbirlerine en samimî duygularla bağlanmaları gerekir. Bunun tabiî bir neticesi olarak da, aralarındaki mahremiyeti daima korumaları, yani hiçbir zaman başkalarına ifşa etmemeleri îcab eder.

Günümüz dünyasında fert, âile ve toplumların huzur ve saâdetinin muhâfazası için dikkat edilmesi gereken ne kadar ince ve hassas bir ölçü…

Dolayısıyla asla “bir şey olmaz” diye düşünmemeli, kalbinde hastalık olanların yapabileceği kötülüklere karşı tedbir alınmalıdır.

Bu sebeple, mahremiyet endişesi olmayan ehl-i dünya dahî günümüzde, internete ayrıntılı görüntü ve video yüklenmesinin tehlikelerinden bahsetmekte ve îkaz etmektedirler.

Sonra o resim sırf arkadaşına da gitmiyor. Birçok yere dağılmış oluyor. Böylece mahremiyet ihlâl edilmiş oluyor. Hâlbuki insan ne kadar mahfuz olursa, o kadar huzurlu bir hayat yaşar.

Cenâb-ı Hak, imtihan gereği herkese aynı nimetleri ihsân etmiyor. İmkân sahibi bir kişi meselâ sofrasından, seyahatinden, tatilinden husûsî bir hâlini paylaştığında, farkında olmadan kıskançlığa kapı aralamış oluyor. Belki gönülleri hasede sevk ediyor.

Dolayısıyla sosyal medyada paylaşılan her şey insana çok tatlı gelse de, uzun vadede düşününce, aslında kendine zarar vermiş oluyor.

Başta da ifade ettiğimiz gibi, insan Cenâb-ı Hak indinde çok kıymetli. Yalan, gıybet ve tecessüs gibi mezmum vasıfların İslâm’da yasak olmasının sebebi de, mahremiyeti ihlâl etmesi dolayısıyladır.

Meselâ kibrin ve kendini beğenmişliğin lisâna yansıması demek olan gıybet, başkasının özel sahasını, mahremiyetini konuşmaktır. Fakat İslâm nazarında, günahkârın dahî gıyâbında ayıp ve kusurlarını söylemek, büyük günahlardan biri olarak addedilmiştir.

Konuşmalarında son derece nazik bir dil kullanan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanları arkalarından çekiştiren ve özel hayatlarını deşifre etmeye çalışanlar hakkında şu ikazlarda bulunuyor:

 

“Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde bile olsa (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 85)

“Settâru’l-uyûb” sıfatına sahip olan Rabbimiz, ayıpları örtüyor. İstiyor ki, mü’minler de ayıp ve kusurları örtsün. Mü’min kardeşini çekiştirmesin, mahremiyetine dil uzatmasın. Âyette şöyle buyruluyor:

“Ey îman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.

Diğer taraftan merak duygusu insanda fıtrîdir. Fakat bu duygu, şahısların özel hayatına uzanmamalıdır. Şayet ulaşırsa “tecessüs” adını alır ki, insanın şeref ve haysiyetini rencide eden zararlı bir hâle dönüşür. Tecessüsün olduğu yerde, güven sarsılır, kalplerde bir soğukluk oluşur. İnsanlar arasında sevgi, saygı kaybolur. Hâlbuki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanlar arasındaki muhabbeti zedeleyerek kalplere kin, nefret, haset ve düşmanlık tohumları eken davranışlara karşı ümmetini şöyle îkaz buyuruyor:

“Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın. Özel hayatınızı da araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyin. Birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyin. Ey Allâh’ın kulları! Birbirinizle kardeş olun!” (Buhârî, Edeb, 57)

Bu sebeple Müslüman, kalbiyle sû-i zan beslemeyecek, diliyle gıybet etmeyecek, insanları arkalarından çekiştirmeyecek, onların kusurlarını araştırmayacak, ayıplarını ortaya dökmeyecek, sözleriyle kardeşini yaralamayacak. Îmânı gereği, gönlünü güzel ahlâk ile tezyin edecek. Gerek ikili münasebetlerde, gerek sosyal medyada kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak onun şerefini, haysiyetini lekelemeyecek.

Çünkü Efendimiz mü’mini; “Elinden ve dilinden emîn olunan kimse…” (Müslim, Îmân, 65) olarak tarif ediyor.

Rabbimiz cümlemize, bu tarif üzere hayat sürüp rızasına nail olarak huzuruna çıkabilen bahtiyar kullardan olabilmeyi lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

 

Mahremiyet yara almasın

Yorumlar kapalı.