![](https://kibrisgazetesi.com/wp-content/uploads/2024/12/reklam-1-1.gif)
![](https://kibrisgazetesi.com/wp-content/uploads/2023/09/Kolektif-banner-1-e1735040335220.png)
Öncekiler hariç, yaklaşık 28 yıldır her gün makale yazarım. Bir gün bana hatırlatılırsa, kendimi zorda hissedeceğim, bir tek yazım yoktur. Her yazımın altına, imzamı yine atarım. Bugün sizleri, 8 Şubat 2005’e, tam 20 yıl önceye götürüp, o tarihli, “Denktaşlara güvenmenin bedeli” başlıklı yazımı, sonrasında Derviş Eroğlu’nun siyasi duruş ve hamleleriyle ilgili, yorum eklemesi yapmadan sizlerle buluşturuyorum:
***
“Bizde yanlışı ağır basan, yaygın bir anlayış var. Herkes kendi partisinin adam gibi olması peşinde. Kendine yakın olmayan partinin, parti gibi çalışmamasından, sapır sapır dökülmesinden keyif alanlar ezici çoğunlukta.
Halbuki çok partili demokratik sistemin iyi çalışma koşullarından biri de partiler yelpazesinde yeri olan partilerin siyaset üreterek, iyi bir parti mekanizmasıyla orayı doldurmasıdır.
Sonuçta benim oy vermediğim bir veya daha fazla parti ülkemin ve dolayısıyla benim geleceğimde söz sahibi olacaksa o partinin adam gibi parti olması beni doğrudan ilgilendirir.
***
“Ulusal Birlik Partisi (UBP) merkezin sağında bir partidir.
1974 sonrası, yıllarca partisiz Kıbrıs Türk toplumunda iktidar olanların kurduğu bir partidir. İktidarda olan kadrolar UBP ile iktidarlarının parti adresini gösterdi.
1950’lerden gelen ve Rauf Denktaş’ın başını çektiği kadro UBP’yi kurdu. Denktaş, UBP’yi yıllarca kendi malı, kendi özel şirketi gibi gördü. Ülkenin en büyük partisiyken bile UBP’yi UBP’nin yetkili organları değil Rauf Denktaş idare etti.
Rauf Denktaş’ın başbakan atadığı kişi partinin de başkanı oldu. Derviş Eroğlu bu yanlış geleneği yıkarak parti başkanı ve başbakanlık koltuğuna yerleşti.
Eroğlu ile UBP, Denktaş’ın koyu gölgesinden kurtuldu. Ancak Eroğlu, Kıbrıs sorununa parti olarak sahip çıkmaya önem vermedi.
Aslında Derviş Eroğlu’nun bu yaklaşımının altında, “Nasıl olsa Kıbrıs politikasında bizim bir etkimiz yok. Ankara belirleyicidir” yaklaşımı yatıyordu.
Bu düşünce en geniş kitlesel desteğe rağmen UBP’yi özellikle dıştan bakıldığı zaman itibarı olan, ağırlıklı bir parti olmanın uzağında bir yerlere yerleştirdi.
UBP, Kıbrıs sorununu Rauf Denktaş’a bırakırken, Ankara ile ilişkilerde de, “Emriniz olur efendim!” duruşunu benimseyince sayısal güce karşın kişiliksiz bir siyasi yapı ortaya çıktı.
***
UBP, yukarıdan aşağıya bir örgütlenmeyle kuruldu. Türkiye’nin sivil, asker tüm kadrolarının desteği yanında 1974’te 200 bin Rum’un geride bıraktığı ganimet de UBP’ye sermaye oldu. Kurulduğu günden bugüne UBP hep sermayeden yedi.
En büyük hatalarından biri Rauf Denktaş’tan aldıkları örgütlenme anlayışıydı.
Rauf Denktaş’ın milli davadan bahsedip manevi değerleri seslendirmesine kulak vermeyin. Denktaş ekolü için çıkar çok yönlü bir silahtır.
Beğenmedikleri bir görüşün sahibini, çıkarına çomak sokma tehdidiyle yola getirmeyi denedikleri gibi, bir başkasını da çıkar karşılığı yanlarına almaya çalışırlar.
Bu nedenledir ki Denktaş’ın rahle-i tedrisatından, mektebinden geçen UBP, bir inanç partisi olamadı. Çıkar partisi oldu. Ta ki çeşme aktı işler iyi gitti. Çeşmenin suyu ile birlikte film de bitti.
***
UBP’ye hayat veren Rauf Denktaş olabilir.
Ancak özellikle Eroğlu, partinin başına geçtiği zaman en başta Kıbrıs konusunda siyaset üretebilen bir parti yaratmayı başarabilmeliydi. Başaramadı.
Yıllarca ülkenin en büyük partisi olan UBP, Kıbrıs konusunda Denktaş’ın korosunda sıradan bir eleman olarak kaldı.
Yirmi yıl başbakanlık yapmış Eroğlu, yıllarca, “KKTC’yi yaşatacağız” demenin ötesinde Kıbrıs konusunu konuşamadı. Yabancılarla neredeyse bir tek görüntüsü olmadı.
Annan Planı ve referandum, UBP için Denktaş’la yollarını ciddi anlamda ayırıp değişen toplumsal yapıyla buluşması için fırsattı. Eroğlu ve kurmayları o noktada da ileriyi göremedi.
UBP şimdi manevra yapmaya çalışıyor. Ama göz ucuyla da Silihtar Burcu’na, yıllarca bir biçimde güvendikleri Rauf Denktaş’ın sarayına bakmaktan kendilerini alamıyorlar.
Denktaşsız siyaset günlerine en çok ihtiyacı olan UBP. Bunun böyle olduğunu yaşayan herkes görecek.” (8 Şubat 2005 – KIBRIS)
Yorumlar kapalı.