EVRİLDİKÇE EVRİLEN PROPAGANDA: Büyük Millet Meclisi’nden oybirliğiyle “egemen eşit iki devletli çözüm” kararı çıkmış olan Türkiye’nin iktidarından da, muhalefetinden de kararlılıkla “iki devletli çözüm” vurguları arka arkaya gelirken bizdeki durumlara hele bir bakalım…
Halkın nabzı yoklandıkça, her nabza göre şerbet verme ve popülist propagandayı şekillendirme halleri çok ilginç bir şekilde sürüyor…
Her tandanstaki solun Cumhurbaşkanı adayının yeni stratejisi, seçime gün sayılırken, sosyal medyada duyurulmaya başlandı…
Seçimdeki tercih, iki devletli çözüm ile federal çözüm arasında değilmiş şimdi de… Ya ne arasındaymış?.. Bugünkü siyasi belirsizlik ve devlet ciddiyetsizliği ile Kıbrıs sorunundaki belirsizliğin ortadan kaldırılması ve devlet ciddiyetinin sağlanması arasındaymış!…
Federalizm bağlamında siyasal çözüm vaatlerinin tutmaması üzerine “çözüm vaat etmiyorum” ve “federasyon ajandamda yok” gibi repliklere tanık olmamızdan sonra, şimdi de seçimin hangi tercihler üzerinde yapılması gerektiği getiriliyor seçmenin önüne…
Futbol takımı tutar gibi parti tutmayanların kafaları daha bir nasıl karışmasın ki?..
Oysa bu çözümsüzlük ortamında KKTC cumhurbaşkanının öncelikli ve asli görevi çözüm adına tezini belirlemek, halka duyurmak, bu tezi kararlılık ve ciddiyetle savunmak ve ileri götürmektir… Tutarlılık bunu gerektirir… Ve efsane lider Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan bu yana bu tutarlılık ve bu iş böyle süregelmiştir…
Popülist bir üslupla halka vaat edilen diğer iç projeler ve düşler, parlamenter sistemin hükümetlerinin programlarında, parlamentonun denetiminde ve de Cumhurbaşkanının gözetiminde olabilecek icraatlardır…
Kilit vurgu, KKTC’de başkanlık sistemi olmadığına dairdir…
***
RMM’NİN MEŞRULAŞTIRILARAK GÜÇLENDİRİLMESİ: “Rumlar ellerinden gelse nefes borumuzu da kesecekler” ya da “Uzlaşmıyorlar… Ne yapayım?.. Kendimi Sarayönü’nde asayım mı?” türünden replikleri olan, sevdiğim ve saydığım İkinci Cumhurbaşkanımız Mehmet Ali Talat, arada bir verdiği ilginç demeçlerle önemli gündem konusu oluyor…
Bakın, bu kez de dedi ki; “Rum Milli Muhafız Ordusu (RMM) meşrulaştırıldı, ama kimse sesini çıkarmıyor…”
Aslında çeşitli vurgular, örnekler ve yorumlarla bu bağlamda sesini çıkaranlarımız var, hiç de eksik değil, ama kimin umurunda…
İyi ki en sonunda bu konuda İkinci Cumhurbaşkanımız da sesini çıkarmış oldu…
RMM, ENOSİS’çi terörist EOKA’nın gelişen düzenli ordu şeklindeki üniformalı devamıdır.. İlk komutanı da EOKA lideri Grivas’tır zaten.. Geçitkale ve Boğaziçi stratejik Türk köylerini basarak orada 10’larca Türkü şehit etmesi, Grivas’ın bu RMM komutanlığının son kâbusudur…
Ama bu RMM’nin meşrulaşmaya başlaması hiç de yeni bir olay değildir aslında… Bu meşrulaşma Talat’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde de ivme kazandı… Ne ki, Talat’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde bu meşrulaşmaya dair bir şeyler söylediği maalesef arşivlerimizde görülmez…
Yine de, geç de olsa, bugün modern silahlar ve çağdaş eğitimle gerçekten tehlikeli bir saldırgan güç haline getirilen ve başta İsrail, emperyalist ülkelerle de savunma ittifakları yapan RMM hakkında Talat’ın yaptığı akılcı uyarı yerindedir ve önemlidir… İyi ki bu konuda konuştu…
İç politika ahkâmlarında birbirimizi kesip biçerken toplumsal ve devletsel güvenliğimizle ilgili bu açık tehditler konusunda da duyarlılıklar göstersek çok iyi olacaktır diye düşünenlerimizdenim… Gittikçe büyüyen saldırgan tehlike yanı başımızda diş bilemekte… Diş gıcırtıları duyulmayacak gibi değil..
Tarihi gerçeklere bakacak olursak…
1960 Kıbrıs Türk – Ortaklık Cumhuriyeti Anayasası’nda RMM yoktur tabii ki… Ya ne vardır?.. Türk – Rum Kıbrıs ortak ordusu vardır… O da, sembolik bir ordu…
Bu ordunun karargâhı, şimdilerde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mahkeme Binaları olarak kullandığı, İngiliz tarihi Kışlası Wolsley idi..
Ofisi aynı yerde bulunan Türk Bakan, Savunma Bakanı Osman Örek’e bağlı bu ordunun komutanı Pantelidis adlı Yunan ordusundan gelme Rum subay, yardımcısı da Türk ordusundan gelme, Kıbrıs’ın Lefke kasabasından Türk general Hüsamettin Tanyar idi…
Türklerle Rumların aynı bayrak altında ortak ordu oluşturması şimdi ne kadar da tuhaf görünüyor, değil mi?..
***
DİLEK YAVUZ YANIK’TAN AKTARIYORUM: “Üslup; duygu ve düşüncelerin ifade ediliş biçimidir ve parmak izi gibi kişiye özgüdür…’ Aristotoles’in bu tanımının özetlediği gibi: Üslup; yazarın ta kendisidir..
Sosyal medyaya her göz attığımda, düşüncesini, duruşunu ve eleştirisini küfürsüz ve hakaretsiz üslupla ifade edemeyenlerin sayısına bakınca,
‘biz bu olamayız, biz bu kadar çirkinleşmiş, bayağılaşmış ve seviyesizleşmiş olamayız! diyorum…
Geçmişe bakınca, vay be diyorum… Ne oldu gıptayla bakılan demokratik duruşumuzun merkezine yerleştirdiğimiz hoşgörü ve temeli saygı olan tartışma kültürümüze? Ahlaki ve insani değerlerimize?..”
Ahmet Tolgay
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı





Yorumlar kapalı.