Hasan Hastürer

500 sene önce Venediklilerin, 500 sene sonra bizimkilerin yaptıkları…





   Önceki akşam başlayan yağışlar, alt yapı yetersizliğimiz ve plansız yapılanmayı şamar gibi yüzümüze vurdu.

   Ortada suçlu var mı?

   Elbette suçu kabul eden yok.

   “Allah bu kadar yağmurla bizi cezalandırdı.”

   Yetkililer konuşuyor. Ancak çok şükür kimse suçu “Allah’akesmeyi akıl etmedi.

   Kuraklığa karşı yağmur duası var da, felaket gibi şiddetli yağmura karşı, “Yağmur durdurma duası” yok mu?

***

   Şunu herkes çok iyi bilecek… Doğa, insanla, kapışmak istemez,  uyum içinde yaşamak ister. Doğa bize ders verir aslında. Bazen hırçınlaşır, bazen sessizleşir, bazen de bize sabrın ne olduğunu hatırlatır. Sabırla bekler, sonunda patlar…

   Doğa bize kendiliğinden “felaket” üretmediğini; felakete giden yolun çoğu zaman insan ihmaliyle döşendiğini göstermiyor mu? GÖSTERİYOR…

Bir yağmur yağdığında sokaklar göle döner, bir fırtına çıktığında çatı uçar, bir yangın çıktığında ormanlar kül olur. Çünkü biz tedbiri hiç öğrenmedik; felaketten sonra iktidarda olanlar ağlar, muhalefette olanlar “hesap sorar”.

***

   Yağmur yağar, sular akar; doğanın görevi budur.

   Dere yatağına, para hırsıyla dikilen binaları doğa mı dikti?

   Dere yataklarına dikilen binaların, doğayla hesaplaşmada bir gün bedeli olacağını bilmeden onay verenlere ne demeli?

Yıllar yılı “ben yaptım oldu” anlayışı sonrası hüküm sürdüğü bölgelerde, yağmurun yağması faturasına kesecek birileri aranıyor.

Suçlu doğa değildir; yanlış planlamanın, denetimsizliğin, rant hevesinin eseridir birkaç saatlik yağmurla yaşadıklarımız.

***

   Bir anda en az 500 kusur yıl öncesine Venedik dönemine gittim. Lefkoşa yine var. Şehrin ortasında dere geçiyor. Sel baskınları yaşamsal tehdit yaratıyor. Venedik’ten gelen mühendis vasıflı insanlar, hesap kitapla, derenin yatağını, şehrin batısına doğru değiştirdi. O kadar mükemmel yapılmış ki, doğa da kabullenmiş. Sorun yaşanmamış.

   Dere yatağını değiştirmekle yetinmemişler.

   Venedikliler, Lefkoşa Surlariçi, için, yağmur suyunun felakete dönüşmemesi için harika bir yağmur suyu derivasyon projesi yapıp uygulamışlar. Bu amaçla yapılan kanallarda çocukların rahat koşabildiğini Salih Boyacı ve Veli Hakkı’dan dinlemiştim.

                                                                                      ***

   Beş yüz kusur sene önce Venediklilerin yaptığı alt yapı nedeniyle Lefkoşa surlar içinde sel felaketi yaşanmazken, en yeni yerleşim alanımız Gönyeli Yenikent’te her yeri su bastı.

   Bunun adı, alt yapıda 500 sene geri olmaktır.

Gönyeli Batıkent’e bir tur atın. Konut yapılması için parsellenen araziler, sular altında, deniz gibi. Yarın oralara konut yapılacak… Alıp, yerleşecek olanlar, bir gün sular altında kalınca, kendilerini hiç sorgulamadan bar bar bağıracak.

***

Gönyeli Barajı dört saatlik yağmurla taşmış…

Duyduğumda Allah’ım sabır ver dedim.

   Bizim baraj dediğimiz Gönyeli ve Kanlıköy göletleri 1960 ve 1962 yıllarında yapıldı. 60 küsur yıllık geçmişleri var. O günden bugüne zemin temizliği yapılmayınca ne olur?

   Yapıldığı zaman ki derinlik ortadan kalkar, birkaç metrelik derinlik de 4 saatlik şiddetli yağmurda dolar, taşma yaşanır. Bu kadar basit.

***

Rum tarafı barajların kapaklarını açarsa ne olur?” sorusu da var.

   Onlar bakımlarını yapar. Papazlar barajları kutsayıp, Allah’a emanet etmez!!!

   Bakın Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, dünkü bir paylaşımında ne dedi.:

   “Güney ile temas halindeyiz. Yetkili makamlardan aldığımız bilgiye göre şu an itibarıyla güneydeki barajların toplam doluluk oranı % 10 civarında. Kuzeye yakın olan barajlarda bu oran % 5’in altında.

   Dolayısıyla şu an itibarıyla güneyde “kapakların açılması” riski bulunmadığı bildiriliyor.”

***

Ne yazık ki biz, tedbir yerine tesadüfe yaslanan bir kültürle yaşıyoruz..

   Felaket gelince konuşur, gidince unutup kaldığımız yerden devam ederiz. Birkaç gün manşet olur, birkaç hafta tartışılır; sonra yerini başka gündemlere bırakır. Devlet dediğimiz mekanizma, geleceği önceden görme sanatıyla ayakta kalır. Bilim de bunun rehberidir. Biz ise bilimi, bilgiyi, bilim insanını felaket sonrası hatırlıyoruz, önce değil.

***

KKTC’de toplum olarak suçta payımız var.

   Kontrolsüz yapılaşmaya göz yumar, gider o yapılardan satın alır, felaket gelip, kapıdan içeri girince, affedersiniz “Allah belanızı versin” diye bağırırız.

   Dur be gardaş!!!

   Marketten sakız değil, konut alıyorsun… Aile boyu gidip, sağlamlık ve olası sel felaketine karşı riskleri araştırmak gerekmez mi?

   Sorumluluk bilinci olmayan yerde doğa kendini korumak için tepki verir.

   Yapan da, satan da, satın alan da sorumluluk içinde hareket etmiyor.

   Pazartesi akşamından başlayarak yaşadıklarımız yarın yapılması gerekenler için bir uyarıdır. Eğer bu uyarıları ciddiye almazsak, doğa bize daha sert cevap verecektir. Genel geçer bir doğrudur… Doğa intikam almaz; sadece dengesini korur. Denge bozulduğunda hesabı, suçlu ya da masum ayırımı olmadan hep insan öder.

***

Doğal afet dediğimiz şey çoğu zaman doğal değildir. Felaket, insanın ihmaliyle doğar, büyür, gün gelir can alır.

Peki ne yapacağız?

Yanıt gayet açıktır… Ya ihmalden vazgeçmeyi öğreneceğiz ya da felaketlerin altında ezilmeye devam edeceğiz.

Herkesin bildiği bir sözdür: “İnsan ne ekerse onu biçer.” Hade yüksek sesle soralım: Acaba ne ekiyoruz?

500 sene önce Venediklilerin, 500 sene sonra bizimkilerin yaptıkları…
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.