
Bilimsel etkinlikler
Çağdaş bilime yönelme çabaları en büyük hızı, Cumhuriyet Türkiye’sinde kazandı. Bunda da çağdaşlaşmayı gerçekleştirebilmek için, savaşın sona ermesinden sonra bilim ve kültür alanlarında da yeni zaferler kazanmayı zorunlu gören Atatürk’ün değerlendirmelerinin büyük payı vardır. Atatürk 1923 yılı başlarında bir konuşmasında şöyle demişti: “Bundan sonra pek önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer, süngü zaferi değil bilim, ekonomi, kültür ve sanat zaferleri olacaktır.” Böylesi bir zafer de ancak bilimsel düşünceyi göz ardı etmemek ve gerek bireysel, gerekse toplumsal hayatta bilimi gerçek kılavuz kabul etmekle gerçekleştirilebilirdi. Bunu “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diye bir özdeyiş haline getiren Atatürk, 1924 Eylülünde Samsun’da öğretmenlerle konuşurken şöyle açıklamıştı: “Dünyada her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin (tekniğin) dışında yol gösterici aramak, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmadır.”
Bilim ancak eğitim – öğretimle öğrenilen ve kişisel yeteneklerin yanında, kamusal ve toplumsal destekle geliştirilebilen bir olgudur. Cumhuriyet döneminde öncelikle söz konusu alanda yapılacak düzenleme ve atılımlarla bireyi yetiştirmek, onda bilimsel düşünce ve bilinci uyandırmak ve bilgili birer vatandaş olmalarını sağlamak amaç edinilmişti. Bu nedenle ilk aşamada öğretimdeki ikiliği (okullu-alaylı diye adlandırılan) bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak gerekiyordu. Çünkü bilimin gerçek kılavuz olması ancak böyle sağlanabilirdi. Halifeliğin kaldırılmasından sonra,Şeriye Evkaf Bakanlığı da kapatılır ve Tevhid-i Tedrisat ( öğretimin birleştirilmesi ) yasası, 3 Mart 1924’te çıkarılır. Bu yasayla ülkedeki bütün ilköğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanır. Daha sonra medreselerin kapatılmasıyla temel öğretimin ulusal, laik ve çağdaş bir temele dayandırılması öngörülür. Cumhuriyetin 10. Yılı’nda İstanbul Darülfünunu da üniversiteye dönüştürülür. Ancak üniversitelerin Ankara ve İstanbul dışına yayılmasına 1950 yılından sonra başlanır. Bugün Türkiye’de 2019 yılı itibarıyla, 206 üniversite bulunmaktadır. Bunların 129’u devlet, 77’si de vakıf üniversiteleridir.
Öte yandan Türkiye Atom Enerji Komisyonu’nun 1955 ve Türkiye Bilimsel Teknik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) 1963 yılında kurulması ile bilimsel araştırmalara yeni bir ivme kazandırılmıştır. Tübitak tüzel kişilikle birlikte, yönetimsel ve mali özelliğe de sahip olan salt pozitif bilimler alanında temel ve uygulamalı araştırmalar yapan ya da yaptırtan bir merkez olarak da dikkat çekmektedir.
Türklerde Cumhuriyet sonrası sanatsal etkinlikler
Bilindiği gibi Atatürk, Cumhuriyetin temelinin Türk kültürüne dayandırılması gerektiğini söylüyordu. Bu yolda güzel sanatların yerini, daha Kurtuluş Savaşı ertesinde Bursa’da halka seslenirken şöyle belirtmişti: “Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz itiraf etmeliyiz ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur”. Cumhuriyet döneminde resim sanatını tanıtmak ve onu güncel hayatın içinde bir uğraş haline getirebilmek için öncelikle ilk ve orta öğretim programları düzenlenirken, resim zorunlu dersler arasına konulmuştu. Bu dersi verecek öğretmenleri yetiştirmek için 1926’da Ankara’da öğretime başlayan Gazi Eğitim Enstitüsü’nde bir resim bölümü açılmıştı. Ertesi yıl ressam Osman Hamdi Bey tarafından kurulan (1883) Sanay-i Nefise mektebi, Güzel Sanatlar Akademisine dönüştürülürken oradaki öğretim programları günün gereksinimlerine göre yeniden düzenlenmişti. Akademinin öğretim kadrosu da İbrahim Çallı, Feyhaman Duran gibi Fransa’da öğrenim görmüş, batıdaki gelişmeleri bilen genç Türk sanatçıları ve bazı ünlü yabancı sanatçılarla güçlendirilmişti. Ayrıca birçok yetenekli genç, resim öğrenimi görmeleri ya da batıdaki son akımları yerinde incelemeleri için yurt dışına gönderilmişti. Böylece resim dalında yeni bir atılım yapılırken 1937’de İstanbul Dolmabahçe’de seçkin yapıtların sürekli olarak sergileneceği ve korunacağı bir Resim ve Heykel Müzesi açılmıştı. Bugün Türkiye’de Bakanlığa bağlı, 3 Resim-Heykel Müzesi ve yurt düzeyine yayılmış 56 Resim-Heykel Galerisi bulunmaktadır.
Ayrıca bugün Cumhuriyet döneminde gerek yazın, gerek müzik, gerek heykeltıraşlık ve diğer sanat dallarında da kendini kanıtlamış ünlü Türk sanatçıları, dünya sanat platformlarında büyük ilgi gören eserler yaratmaktadırlar. Romancımız Orhan Pamuk’un Edebiyat Nobel ödülünü alması da buna en güzel örnektir. Cumhuriyet döneminde sanat etkinlikleri içinde yer alan tiyatro, opera, operet ve bale gibi sahne sanatlarında da sanatçılarımızda, büyük gelişme ve ilerlemeler gözlemlenmektedir. Sahne sanatlarının sadece büyük kentlerde değil, en küçük yerleşim birimlerinde de sergilenebilir olmaları dikkate alındığında, bunların toplumsal yönden nasıl bir önem taşıdıkları kolaca anlaşılmaktadır.
Sonuç
Bugün eksikliklerimiz yok mudur? Elbette var; felsefe, ruhbilim, dilbilim, matematik, geometri gibi kimi alanlarda, özleşme yolundaki gelişmelere karşın kimi alanlarda eski ve yeni terimler, olduğu gibi kalmakta dile aktarılmamaktadır. Ama buna karşılık yeni bilim ve teknik alanı olan bilişimde bilgisayar terimlerinden başlayarak yazılım, yükleme, bilgi-işlem, denetim gibi birçok Türkçe karşılık, çalışanların ileri görüşleri ve çabalarıyla Türkçemize kazandırılmıştır.
Yabancı dil eğitimi tutkusuna, bilinçsiz özensiz kullanımlara ve anadilimizin gücünü ve anlatım olanaklarını yeterince bilmeyenlerin yakınmalarına karşın, bugün Türkiye Türkçesi, Cumhuriyet öncesine oranla büyük bir gelişme göstermiş ve bir bilim ve sanat dili olma niteliği kazanmıştır.
Her geçen gün, her alanda yeni buluşların, kavramların ortaya çıktığı günümüzde yeni terimlere zaman geçirmeden karşılık bulunması, Dil Devrimi sürecindeki tutkuyla aynı özen gösterilirse anadilimizin sözvarlığı daha da gelişecektir. Bu da sanırım çok yaygın bir dil olan Türkçemizin, bizden beklediği kutsal bir görevdir.
Yorumlar kapalı.