Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Türkçülük düşüncesinde önemli bir isim: Hüseyin Nihal Atsız





Yaşam öyküsü

 

Hüseyin Nihal Atsız, 12 Ocak 1905 yılında İstanbul’da doğdu. Deniz binbaşısı Mehmet Nail Bey ile Fatma Zehra Hanım’ın oğludur. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladı. Ardından bir süre Askeri Tıbbiyede okudu (1922-1925). Darülfünun Edebiyat Şubesi ve Yüksek Muallim Mektebi’nde öğrenciyken askere alındı. 1931’de Edebiyat Fakültesi’ni bitirerek Fuad Köprülü’nün asistanı oldu. Atsız Mecmua’yı çıkarmaya başladı. 1931-32 yıllarında 15 sayı çıkardığı bu dergide Türk milliyetçiliğini ve Türkçülüğü savunan yazılar yazdı.

Hocası Zeki Velidi Togan’ı savunmak amacıyla bir protesto telgrafı çektiği Türk Tarih Cemiyeti genel sekreteri Dr. Reşit Galip, Milli Eğitim Bakanı olunca Malatya’ya sürüldü (1933). Malatya Edirne ve İstanbul’da aralıklarla Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Atsız Mecmuanın devamı olarak Orhun’u çıkardı. Dergide başbakan Şükrü Saracoğlu’na iki mektup yazarak Maarif Vekâletinde “komünist faaliyetler olduğunu ileri sürmesi üzerine açığa alındı. Böylece,  Irkçılık – Turancılık Davası, Tan Olayı, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’ndeki tasfiye olayı başta olmak üzere, ünlü Atsız-Sabahattin Ali Davası sonucunda dört ay hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra cezası ertelendi.

Mahkûmiyetinden dolayı bir süre işsiz kalan Atsız, 1949’da Süleymaniye Kütüphanesi tasnif heyetinde görev aldı. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi üzerine Eylül 1950’de Haydarpaşa Lisesi’nde öğretmenlik görevine başladı. Orkun Dergisi’ni çıkardı. Mayıs 1952’de verdiği bir konferans yüzünden tekrar öğretmenlikten alındı ve Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki görevine döndürüldü. 1969’da bu görevinden emekliye ayrıldı.

Son olarak, Ötüken dergisini (143 sayı, 1964-75) aralıklarla çıkardı. 1973 yılında bazı yazılarından dolayı on beş ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir yıl sonra cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün özel affıyla serbest kaldı. Evli ve iki çocuk babası olan Nihal Atsız, 11 Aralık 1975’te 70 yaşındayken Bostancı’daki evinde kalp krizi sonucu öldü; İstanbul Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

 

Sanat anlayışı

 

Hüseyin Nihal Atsız, geçen yüzyılın önemli düşünce adamlarından biridir; 1930’dan başlayarak gazete ve dergilerde yazdığı Türkçülüğü ve Turancılığı savunan yazılarıyla tanındı.

Şiirlerinde aruz ve hece ölçüsünü kullandı. Türkçülük, tarih, kahramanlık, aşk, yalnızlık ve ayrılık işlediği konuların başında gelir. Duru bir dili vardır. Şiirlerinde didaktik yan ağır basar. Zaman zaman hicve ve mizaha da başvurduğu olur. Şiirlerinde koşma, varsağı yanında mesnevi (ikili) formunu da kullandı. Yazdığı tüm şiirleri “Yolların Sonu” adlı bir kitapta topladı (1946).

İlk romanı olan Dalkavuklar Gecesi, Cumhuriyetin 15. yılının bir bakıma siyasal bir tenkididir. Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtların Dirilişi romanlarının konusu, Göktürk tarihinden alınmıştır. Deli Kurt adlı romanı ise konusunu Osmanlı tarihinden alır. Kendi hayatından sahnelerin yer aldığı Ruh Adam adlı otobiyografik romanında ise aşk, askerlik, töre ve ölümsüzlük arayışları gibi değişik kavramları içerir.

Sanatını dünya görüşünün bir aynası, vitrini yapan Atsız, Ziya Gökalp’in açtığı yolda ilerlemiş; fakat onun Türkçülüğünü daha dar bir anlayışa çekmiştir.

Cumhuriyet döneminin arayışlarının bir örneği olarak Nihal Atsız, sıra dışı bir kişilik olarak gösterir. Ömrünü Türkçülük düşüncesini yaymak ve komünistlerle mücadeleye adamış bir figür olarak kendisinden sonraki Türkçü-Milliyetçi genç nesillerin üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.

  1. Nihal Atsız’ın Yolların Sonu adlı şiirinin çözümlemesi:

 

Yolların Sonu

 

Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden

Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.

Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden

İtler bile gülecek kimsesizliğimize.

 

Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların…

Ordularla yenilmez bir gayz var kanımda.

Dün benimle gülen tanıdıkların

Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz

Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na,

Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin

Değişilir topu da bir sokak kaltağına.

 

İster düşün… Kendini ister hayale kaptır…

Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.

Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır

Sevimli bir hayale açılırken kolların.

 

Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı!

Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!

Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları,

Düştüğü yer uzakta “DİLEK” adlı bir saray.

 

O sarayda bulunca tanrılaşan erleri

Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek,

Hepsi sussa da “KÜR ŞAD” uzatarak elini;

“Hoş geldin oğlum ADSIZ, kutlu olsun diyecek.

 

Bu şiirde, hayatını harcadığı bir davada kendisi gibi bir dirayeti gösteremeyen yol arkadaşlarının vefasızlığına uğramış bir dava erinin çıktığı son yolculuğunda, duyduğu derin hüzün ve yalnızlık duygusu işlenmiştir. Türkiye’de Türkçülük ideolojisinin en önemli bir aktörü olan Atsız, mücadelesini çoğu zaman tek başına sürdürmüş, sık sık memuriyetten alınmış, sürgüne gönderilmiş bir düşünce adamıdır. Yolların Sonu, onun bayraktarlığını yaptığı davada yaşadığı kimi kırgınlıkları kimi zaman öfkeli, kimi zaman da lirik bir anlatımla dile getirir.

Şiirin her dörtlüğü ayrı bir tema üzerine kurgulanmıştır. İlk dörtlükte ‘durum’ hâkimdir. Şair kendi durumunu dile getirir. Özne bizzat şairin kendisidir.  Şair daha önce gidip döndüğü gurbetlerden birine yollanmaktadır. Bu bir sürgündür. Bütün dava arkadaşları tarafından sürgüne gönderilmişken terkedilmiş gibidir. O kadar yalnızdır ki itler bile onun kimsesizliğine gülecektir.

İkinci dörtlükte ‘gitmek’ eylemi ve içinde bulunduğu ruh hali anlatılmaktadır. Şairin gönlü yaralıdır; ihanet acısı ruh halini bozmuştur. Bu son yolculuğunda dava arkadaşları kendisini yalnız bırakırken o, yalnızlığının hüznü içinde devleşmektedir.

Üçüncü kıta kavgasını verdiği davanın stratejisini açıklar. Bu çetin bir yoldur ve yufka yüreklilikle aşılmaz, Çünkü bu kutlu bir yoldur ve Tanrı Dağı’na gider. Dava adamı olmak, kavga adamı olmak demektir. Bu donanıma sahip olmayanlar yarı yoldan geri dönerler. Gündelik ve dünyevî kaygılar yoldaşların aklını çelebilir. Şair, kendisine ihanet eden dava arkadaşlarını bir sokak kaltağına değiştirebileceğini belirtir.

Şiirin dördüncü kıtasında bir ‘düşünce’ hâkimdir. Şair bir bakıma kendisiyle iç monolog halindedir. Hayalle gerçeğin tanışmasıdır bu. Bir tarafta uzayan ve sonu olmayan yollar, diğer yanda bu yolculuğu bir hayal, bir serap olarak görme arzusu bulunmaktadır.

Şiirin beşinci dörtlüğünde bir ‘söylev’ hali egemendir. Şair bir veda konuşması yapar gibi mağrur bir şekilde geride kalanlara hitap etmektedir. Bu yolculukta, kendisine yoldaşlık edecek olan aya ve rüzgâra seslenir. Gideceği mesafeyi arzularının okunun düştüğü yerde, çok uzakta Dilek adlı bir saray vardır. Bu sürgünü kutlu bir sefer olarak düşünür.

Şiirin son dörtlüğü bir istek ve hülyasını yansıtır. Bu son yolculuktur ve Dilek adlı sarayda kendisinden önce bu yola baş koymuş, hayatını vermiş tanrılaşan erleri bulmayı ummaktadır. Bu şairin kendisine seçtiği bir ölüm halidir. Herkes sussa da bu erlerin başbuğu olan Kür Şad “Hoş geldin oğlum ADSIZ, kutlu olsun” diyerek kendisini karşılayacaktır.

Türkçülük düşüncesinde önemli bir isim: Hüseyin Nihal Atsız
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.