

İki devletli çözüm tezinin muhatapları ile açık şekilde görüşülmesi Kıbrıs Sorunu’nda bir dönüm noktasıdır. Hem de geriye dönülemez sonuçları olan bir adımdır.
Bütün her şeyi bir yana bırakıp, sadece süreçte yarattığı etkiye bakacak olursak bile bunu söylemek mümkündür. Analitik düşünelim…
Türk tarafının iki devlet tezinden geri adım atması demek artık şu andan itibaren, taviz veren taraf olması ve bir federasyona değil üniter bir Rum devletinde azınlık haklarına razı olması anlamına gelmektedir. Bu tezden vazgeçildiği anda Rum tarafı “aman ne güzel tekrar federal çözüm tartışacağız” demeyecektir; aksine kendi maksimal pozisyonunu alacaktır ve 1963’teki pozisyonuna geri dönecektir. Bir pazarlığın doğası ve uluslararası ilişkilerdeki güç unsuru bize bunu gösteriyor. Bu durumda da ya 50 yıl geriye dönülüp, bir elli yıl bugüne gelmek ve bunun üstüne de bir elli yıl daha eklersek 100 yıl geriye gidilecek demektir. Kıbrıs sorununu 200 yıllık bir sorun haline getirecek bu adımın atılması aslında Rumlar dışında kimsenin artık işine gelmeyecektir ve çözümsüzlüğün ana stratejisi olacaktır. Kısacası, Türk tarafının iki devletli çözümden geri adım atması için oyun kuracak olan Rum tarafının esas amacı çözümsüzlüğe geri dönmektir.
Verili durumlardan ve son günlerde CTP Genel Başkanı Sayın Erhürman’ın “bilgi” tabiri üzerinden konuşacak olursak, elimizdeki tek gerçek bilgi aslında budur. Verinin ve bilginin ne olduğu üzerine tartışmayı bir yana bırakırsak, Sayın Erhürman’ın bilgi dediği şeyler birer veri, yukarda tahlilini yaptığımız durum ise bilgidir.
İki devletli çözüm adımının müzakere sürecine yaptığı bu etkiyi yok saymak mümkün değildir.
Bu nedenle de duruma içten dışa baktığımızda ilk gördüğümüz mesele de budur. Atılan bu adımla Kıbrıs Sorunu geriye dönülemez şekilde etkilenmiştir ve artık masaya kim oturursa otursun “iki devletli çözüm” argümanından geriye adım atamaz. Müzakerelerde federal çözüm kapısı açıldığı anda, üniter bir Rum devletinde azınlık olmanın şartlarını konuşuyorken kendimizi buluruz. Tek bir şartla bu durum değişir ki o da devletten devlete yapılacak bir federasyon görüşmesidir. Bu da yine bizi aynı noktaya yani adada iki eşit egemen devletin varlığı noktasına getirir ve adada fiili durum da budur. Rum tarafı yaptığı her uluslararası anlaşma ile de aslında bu durumu teyit etmektedir.
Biden yönetimine uçağa binip “Amerikalara” kadar gidip destek belirten Hristodulidis’e giderayak son kıyağı olan askeri malzeme satış anlaşması da bunlardan biridir. Hamas ile İsrail’in ateşkes yaptığı, Hizbullah’ın yenildiği günlerde, hangi “tehdit” karşısında Rum yönetiminin silahlanmak isteyebileceği sorusu da “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin ruhunda Türklere yer olmadığının en gerçek ispatıdır.
Bu vaziyette, iki devletlilik tezinden geri adım atılması, Hrsitodulidis’in bir zaferi olarak ona gelecek seçimi kazandırırken, bu tarafta geri adım atacaklar için bir yenilgi olup, seçim kaybetmesine sebep olacak bir adımdır. Türkiye ve KKTC kamuoyunun konu hakkındaki hassasiyeti göz önüne alınırsa, bu tezin etkisi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
“İki Devletli Çözüm” bu sebeplerle, geriye dönülemez bir adım olarak atılmıştır. Bazılarının anlamak istemediği ama Rahmetli Rauf Denktaş’ın çok iyi tahlil ettiği KKTC’nin kuruluşu kararı gibi, Kıbrıs Sorunun da isteseniz de istemeseniz de uymak zorunda kaldığınız bir paradigma olarak önümüzdedir.
Konuya dıştan içe, yani uluslararası konjonktür üzerinden bakmaya Salı günü devam edelim.
Yorumlar kapalı.