Sevilay Sadıkoğlu

Acelen neydi Ahmedim?




ARALIK KAPI

Bir hüzün yumağı geldi, oturdu yüreğime.

Oysa senenin en güzel ayıydı Mayıs…

Surlariçi’ndeki o koca çarşı, Asmaaltı, Arasta ağladı ona…

Kimse inanmak istemedi gidişine…

O yakışıklı, beyefendi, hatırşinas, mütevazı şehzade, Mehmet Yağcıoğlu’nun emanetine…

Acelen neydi Ahmedim?

Bunca acı niye?

Helvacı dendi mi önce dede Ahmet Yağcı vardı. Aynı zamanda Türkbankası kurucularından…

Sonra oğlu Mehmet Yağcıoğlu..

Güler yüzü, asaleti ile herkesin ağası…

İsteseydi, şirketler kurar, adını öyle duyururdu. Oysa o baba mesleğini bırakmadı, helvacılığı seçti..

Her gün sabahın alaca karanlığında yaz kış demeden işinin başındaydı…

Oğlu Ahmet de baba mesleğini sürdürdü yıllarca…

Yıllar önce 1950’li yıllarda hatırladığım kadarıyla kimler yoktu ki o çarşıda…

Sabah sabah açılırdı bir bir dükkanların kepenkleri akşama kadar…

Günaydınlar… hatır sormalar… sohbetler…  herkes birbirinin derdine, mutluluğuna ortak..

Taa eskilere gitsek, çocukluğuma, gençliğime kadar…

Dedem Mehmet Sandıkçı çanak çömlek, kara sandık, ekmek tahtası, hamur teknesi satardı oradaki dükkanında..

Her çarşıya gidişimizde annemle, dedeme de uğrar hatırını sorardık. Bana topraktan yapılmış bardacık ya da kumbara verirdi, çok sevinir, dünyalar benim olurdu. Çocukluk işte…

Asma altı meydanında Pehlivan Ahmet dayının kahvehanesi vardı, sonra Hamit dayı devralmıştı orayı.

Dellal Yusuflar (mobilyacı), ANK şirketi Ahmet Nafi kardeşler, yoğurtçu Galadari (ki ayranının tadı hala damağımda).

İki esmer uzun boylu kız kardeşi ile birlikte hatırladığım kitapçı Lütfi Bey,

Serpin Onay’ın babası Kemal Bey, şimdi oğlu Sevay’ın adını hatırladığım aşçı, muzcu amca, karşıda babam dülger Süleyman Usta. Yanındaki dükkanda terzi Salahi Usta, az ileride amcam dülger Ali Usta (aynı zamanda Büyük kaymaklı muhtarı idi). Köşede bir fırın vardı, sanırım Telli fırın..

Sonra; Büyük Han.. her bir odasında ihtiyaçlı ailelerin yaşadığı…

Köşe başında kocaman yüksek duvarlarıyla yükselen Kumarcılar (ya da Himarcılar) hanı tüm ihtişamı ile… arka tarafında köşede  Yavuz Kitabevi.. Yanındaki akasya ağacının kokusu yayılırdı dört bir yana…

İleride mobilyacı Hamit Usta, Zarif abanın meyhanesi.. Ahbapları Nadide ve Seniha abla girer çıkardı arasıra Zarif  aba ile hasbihal için..

Yanda Sadıkoğlu Temizleme Evi Türk kesiminin ilk Türk kuru temizleyicisi.. mobilyacı Mehmet ortaklar..  bu esnafın hemem hemen hepsi de Necati Özkan’ın kiracılarıydı.. Şimdi oralar otopark olmuş. O esnafın ve o dükkanların hiçbirisinden eser yok. Şükür ki yandaki fırın hala ayakta..

Karşıda Ömer-Semih berberler.. Ayakkabıcılar, kumaşçılar…

Köşeyi dönünce Ali Rıza Özel (binbir çeşit), köşede trifilci Enver dayı, Selimiye camii, Bandabulya… Kasaplar, sebzeciler, meyveciler…

Şimdi o koca çarşı bana bomboş..

Sen tüm bu anlattıklarımın tümünü mutlaka benden çok daha iyi bilir, çok daha iyi tanırdın. Mutlaka benim yanlış bildiklerimi de düzeltirdin her buluşmamızda yaşın benden küçük olsa da… Yaşayan ansiklopedi idin velhasıl.. Tüm o çarşıyı ezbere tanırdın sen Ahmedim… Orada geçti gençliğin…

Mis gibi helva kokusu sarardı tüm çarşıyı da. Sen orada büyüdün güler yüzünle, gelenek-göreneklerinle herkesin yüreğinde yer ettin…

Sonra bir gün beyaz atına binip o sonsuz yola gittin…

Yağcıların, Hikmet ağaların torunu…

Nebil Nabi’nin, Mehmet Emin ağanın damadı.. Ne vefalı bir evlattın sen…

Ne sevecen bir kardeş, ne sadık bir eş, ne fedakar bir baba, tatlı bir dede ve bizlere candan bir dosttun…

Tüm ailene kol-kanat gerdin..

Tüm ailenin hayır-duasını aldın.

Hoş bir seda bıraktın da gök kubbede,

Gidişine herkes ağladı.

Acelen neydi Ahmedim?

Gittiğin o dönülmez yolda melekler yoldaşın olsun…

Acelen neydi Ahmedim?
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.