Özellikle son dönemde Türk Lirası’nın yabancı para birimleri karşısında yaşadığı hızlı değer kaybı sonrası, Kuzey Kıbrıs’ta dönem dönem yükselen stabil bir para birimine geçelim tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Kestirmeden, Türk Lirası, bize uygun bir para birimi değildir, Euro’ya, Sterlin’e veya Amerikan Dolarına geçelim demek, ancak yüzeysel bir bakış olur.
Dünyada kendi parasını üretmeyen ve resmi para birimi yabancı bir ülkenin parası olan ülkeler mevcut. Zimbabve, Virgin Adaları, El Salvador ve Ekvator nüfusları KKTC’den büyük örnek ülkeler. Avrupa Birliği de, üye ülkelerin ortak pazar ve üyelik kuralları gereği, üye ülkelerin kendi ulusal para birimlerinden vazgeçtiği farklı bir örnek.
Türk Lirası’nın son dönemdeki değer kaybı yanına, reel piyasa faizlerin yüksekliğinin de eklenmesi ve maliyetler üzerindeki payının genişlemesi. ithalat ve dolayısıyla dövize endeksli piyasamızda önemli ve negatif bir etkiye sebebiyet vermiş olsa da, gerekli enstrümanlarla, kompleks dahi olsa, sübvanse edilebilir olduğuna inanıyorum. Kişisel kanaatim ülkemizde kullanımdaki para birimi Euro olsaydı, alım gücü açısından bu denli bir sorun yaşanmayacaktı. Bu noktada ise yeterli kaynağın varlığı öne çıkan unsurların başında gelmektedir.
Bir dakikalığına isterseniz düşünün KKTC’nin genel ekonomik ve mali yapısı içinde tek sorun Türk Lirası kaynaklı alım gücündeki düşüş mü?
Bugün içinde yaşadığımız durum bugüne kadar gelen çarpıklıklarımızın toplamı altında eziliyor olmamızdan başka bir durum değildir.
Alım gücü ve fiyat istikrarı bir piyasa istikrarını beraberinde getiren önemli unsurlardır.
Yapısal ekonomik güç ise istikrarı sübvanse edecek noktada olması ise yapının gerekliliğidir.
1974’te Kıbrıs’ın ikiye bölünmesi sonrasında, Kuzey Kıbrıs’ta oluşturulan yeni düzene geçişte, finans sisteminde, yürürlükteki, Kıbrıs Lirası’nın yerini Türk Lirası almıştır.
O günleri yaşayanlardan, hala daha, geçmişten gelen, Kıbrıs Lirası cinsinden birikimlerinin, değerinin çok altında çapraz kur ile Türk Lirasına çevrildiği ile ilgili şikayetleri duymak mümkün.
1960-63 yılları arasında, Kıbrıs Cumhuriyeti Merkez Bankası’nda üst düzey görevli olan, kaybettiğimiz önemli değerlerden olan Özalp Sarıca, Kıbrıslı Türklerin, 1974 sonrasında, Kıbrıs Lirası değerine denk, yeni bir ‘YÜKSEK DEĞERLİ PARA BİRİMİ’ kullanması gerekliliğini, hatta eldeki ekonomik altyapının, buna uygun olduğunun savunucularındandı.
Özalp Sarıca, fikrini, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın yanında, toplantıda bulundukları, Türkiye’nin Kıbrıs İşlerinden sorumlu ilk bakanı Ziya Müezzinoğlu’nun da olduğu ortamda seslendirmeye çalışır.
Seslendirmeye çalışırken, Kıbrıs Lirası’ndan ‘Güçlü para birimi’ ifadesini kullanır kullanmaz, Müezzinoğlu; ‘O güçlü dediğin para birimi, altı aya varmaz, kağıt parçası olacak’ der.
Rauf Denktaş, o esnada, vücut diliyle Özal Sarıca’nın susmasını sağlar.
1974, bu açıdan bakıldığında, Kıbrıslı Türklerin geniş çaplı olarak, çapraz kurla ilk tanışması sayılabilir.
1974 sonrasına genel bir bakışla, bakacak olursak, uzunca bir müddet Kıbrıslı Türkler açısından büyük finansal yükümlülükler gerektirecek harcama ihtiyacı olmadı.
Hazır evler, hazır fabrikalar, hazır turistik tesisler, hazır limanlar, hazır narenciye bahçeleri, hazır tesisler, hazır ham madde, hatta hazır arabalar ve hazır öküzlere kadar vs.
Yeni oluşturulan kamu düzeni ve geniş çaplı kamu istihdamı politikası da bu düzene eklenirken, üretim ve ihracat, dolayısıyla döviz girdisinin ekonomi ve istihdam içindeki payı giderek azaldı..
1974 sonrasında, ilk geniş hacimli ticari açılımımız, toplumda ‘bavul ticareti’ dönemi olarak bilinen seksenler oldu.
Türkiye’nin, o dönemki, ithalat sınırlamalarının neticesinde, Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin, ithalattaki giriş kapısı oldu. Ticaretin hacmindeki büyüklüğün yanında, riskin düşüklüğü ve karlılık, yüksek enflasyona rağmen, akan paranın yüksekliği, değerini tartıştıracak zemini oluşturmuyordu.
Türkiye’de Özal dönemi ile ithalat yasaklarının kaldırılması, KKTC’de bavul ticareti düzenini sona erdirdi.
Kıbrıslı Türkler, doksanlarla birlikte yüksek enflasyonlu dönemi yaşarken, 1991 körfez krizi, 1994’teki Tansu Çiller dönemindeki devalüasyon bile, özellikle kamudaki, ‘eşel mobil’ ve ‘hayat pahalılığı’ ödeneklerinin, düzenli olarak, maaşlara yansıtılması, alım gücünün erimesinin önüne geçti. Özel sektördeki çok az orandaki toplu iş sözleşmesine sahip çalışanlar dışında kalanlar için ise, asgari ücret belirlenmesi dışında hiçbir koruyucu önlem olmadı.
Eşel mobil ve hayat pahalılığı ödeneklerinin, toplumun çalışan tüm kesimlerine uygulanmaması ve zaman içinde sulandırılması, Türk Lirasının her dalgalanışında, alım gücünün de paralel değer kaybetmesine sebebiyet verdi.
Türk Lirası kullanmak mı? Euro, Amerikan Doları, İngiliz Sterlini gibi, stabil seyri olan başka bir para birimi mi kullanmak doğru olan?
Toplum içindeki tartışmaların bir çoğu bu yüzeysellikten daha derine inemiyor.
KKTC’nin kendi para birimi olmadığı gerçekliğinden yola çıkarsak, bizim merkez bankamızın, dünyadaki hiçbir geçerli para cinsi üzerinde, ne faiz oranı belirleme, ne emisyon, ne arz belirleme vs. gibi yetkileri ya da egemenliği yoktur.
Aradaki temel farklar ise, dünyada kullanılan para birimleri arasında Euro, Dolar ve Sterlin gibi , değeri daha istikrarlı para birimlerinin daha bilinir ve kullanılır olması yanında, daha değeri yüksek para birimleri olması.
Bizim açımızdan tartışılacak esas nokta ise, paranın gücünden veya istikrarından çok, alım gücünün istikrarı olmalıdır.
Bu bağlamda yapılacak düzenlemeler ile bu sağlanabilir mi? Evet sağlanabilir.
Siyaset bugüne kadar bu soruna çözüm bulabildi mi? Hayır bulamadı.
Genel ekonomik yapımız ile Türkiye’nin ekonomik yapısı arasında ciddi farklılıklar var.
Bir tarafta üretim, dış ticaret ve ihracatın önemli bir paya sahip olduğu Türkiye ekonomisi dururken, bizim ekonomik yapımız daha fazla ithalatı, servis sektörü ile karşılamaya dayalı.
Türkiye ekonomisi içindeki cari işlem dengesi, dış ticaret açığı, SWAP vadeleri, Merkez Bankasının risklerle dolu faiz politikası ile reel piyasa faizlerinin uzaklığı, Kur Korumalı mevduatın sona erecek olması, kısa bir süre içinde Türkiye ekonomisinde ciddi bir döviz talebinin oluşmasına ve türbülansa sebebiyet verecektir. Bu etkenlerin beraberinde, değeri baskı altındaki Türk Lirası’nda dalgalanmaya sebebiyet vereceği, uzunca bir süredir uluslararası finans değerlendirmelerindeki ortak görüş.
Bankacılık ve finans sektöründen, üretime, ithalattan, maaşlara kadar, ekonomik hayatın tüm parçaları alım gücüne endeksli çalışır.
Ülkemizdeki çoğu ithal ürünün yanında, ev, emlak , otomobil fiyatı ya döviz, ya da dövize endeksli olarak günlük veya haftalık olarak belirleniyor. Temel amaç ise fazla kazanç değil, eldeki değerin korunması.
Devlet bile, ithalat faturalarında, günlük döviz endeksli işlem yaparak tahsilatını yapıyor. Stabil bir para birimine göre, TL’nin değer farkına karşı kendini koruyor.
Peki maaşlar için, günlük, ayni uygulama yapılıyor mu? Hayır
Maaşlardan kastım sadece kamu maaşları değildir. Özel sektör çalışanları da toplumun parçasıdır ve korunmaları da devletin yükümlülüğündedir.
Özetlemek gerekirse, kullandığınız para biriminin istikrarından, daha önemli olan alım gücünü sabitlemektir. Eğer alım gücünü sabitleyici düzenlemeler yapılamıyorsa, stabil bir para birimi bizim için daha uygun olandır.
Para birimi konusu her gündeme geldiğinde ilk öne sürülen Türkiye ile ilişkiler oluyor. Konunun, Türkiye’ye karşı bir saygısızlıkla bağlantısı yoktur. Tamamen yapısal bir uyum konusudur. Ben, Türkiye’nin, Kıbrıslı Türklerin kötülüğünü isteyeceğine inanmak istemem.
Türk Lirası’nın dalgalı seyri, her ne kadar dezavantaj gibi görünse de, aslında eksik olan, toplumun tümünü kapsayan koruyucu düzenlemelerdir.
Alım gücündeki istikrar, piyasa istikrarı ile doğrudan bağlantılıdır.
Yorumlar kapalı.