Serkan Hastürer

Hakkını aramayan, uzaktan bakmaya mahkumdur… (1)






   Dünya genelinde ülkeler arası rekabeti göz önünde bulunduracak olursak, genel manada “adaletli” yerine “daha adaletli” tanımını kullanmak, sanırım daha doğru bir yaklaşım olur. Ülke yönetimleri bu rekabet içinde, kendi toplumlarının menfaatlerini ve geleceğini korumak için, doğrudan ticaret anlaşmaları, savunma işbirlikleri, stratejik ortaklıklar gibi oluşumlara gidiyor. Temel amaç rekabette ezilen tarafta olmadan, geleceğin güvence altına alınması.  Bu ezici rekabetin içerisinde kimse, kimseye,  “gel, senin hakkın da budur.” lütfunda bulunmuyor. Hakkınız varsa arayacaksınız. Aramazsanız birilerinin sizin hakkınıza sahip çıkacağını da bileceksiniz.  

   Yukarıda bahsettiğim stratejik ve ekonomik birlikteliklerden biri olan, Avrupa Birliği resmi web sayfalarından birinde, üye ve aday ülkeler ile ilgili genel bilgi edinirken, “Kıbrıs” ile ilgili tanımlama aşağıdaki gibidir;

   “Akdeniz’in kuzeydoğu kısmında ve Türkiye’nin güneyinde yer alan Kıbrıs, doğu Akdeniz’deki en büyük ada olmasına ilaveten, Malta ve Lüksemburg’un ardından AB’nin en küçük üçüncü ülkesidir. Kıbrıs AB’ye fiilen bölünmüş bir ada olarak katılmış olmakla birlikte, Kıbrıs’ın tümü AB toprağıdır. Kıbrıs Türkleri de, bir AB ülkesinin -Kıbrıs Cumhuriyeti- vatandaşı olmaları nedeniyle, Kıbrıs’ın hükümet kontrolü altında olmayan bölümünde yaşamalarına rağmen AB vatandaşı sayılmaktadırlar. Kıbrıs’ın resmi lisanları Türkçe ve Rumcadır. Sadece Rumca resmi AB lisanıdır.”

   AB’nin dünya ekonomisindeki yerine,  demokratik gelişmişlik düzeyine, oturmuş sosyal devlet düzenine, sendikalaşmaya, kazanılmış haklara, ekonomik yaşam standardına bakıldığında, dünya üzerindeki yaşamak istenilen yerler arasındaki, çekim merkezi olma özelliğinin sebepleri daha rahat anlaşılabiliyor.

   Pandemi ve sonrası yaşanan global ekonomik çalkalanmada, demokrasisi gelişmemiş ülkelerdeki  toplumsal yansımalara ve eylemlere şahit oluyoruz.

   Unutulmaması gereken bir başka husus ise Avrupa Birliği’nin bugünkü yapısının, bir günde oluşmuş bir yapı olmadığıdır.

   Kıbrıs Cumhuriyeti, 2004 yılında, benim bakış açımdan, yanlış veya eksik bir kararla AB üyesi statüsü kazandı. Kıbrıslı Türkler için ise bu katılım, cebinde AB pasaportu ve kısıtlı kişisel haklardan öte, toplumsal hiçbir mana ifade etmedi.

   Bu yanlışa karşı; “Referandumda biz evet dedik”, “AB yanlış bir karar aldı” ve bunlara benzer söylemlerin ötesinde, hukuki hak arayışımız oldu mu? Maalesef hayır.

   Örneğin, Türkçe’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dillerinden biri olmasına rağmen, AB dilleri arasına dahil edilmeyişinin dahi hakkını aramadık.

   Avrupa Birliği’ne üyelik örneklerin sadece biridir.  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğine giden yolda yaptığı başvurunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin gümrük birliği anlaşması karşılığı verilen onayını hatırlamakta fayda var. 

   Kıbrıslı Türklerin, ister 1963, isterseniz 1974’ü başlangıç tarihi olarak kabul edin, ayrılığın mağduru oldukları net ve tartışılmazdır.

   İzolasyon ve ambargo altında olduğumuz gerçeğini ise, siyasi yelpazenin tüm kesimleri telaffuz etmekten kaçınmıyor. İzole bir yaşam veya kısıtlanmış hareket alanının olduğu şartlar altında, özgürlükten bahsetmek ne kadar gerçekçidir.

   Bu yazıyı yazarken amacım, ne bir durum tespiti yapmak, ne de KKTC’nin varlığını tartışmaya açmak  değildir. Ancak unutulmamalıdır ki Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de kurucu ve eşit ortağıdır. Bu hakkından, herhangi bir anlaşma veya beyan ile feragat etmiş de değildir.

   Bir kısım görüşe göre, Kıbrıs’ta 1968’de başlayan federal çözüm arayışları bir sonuç vermeyecek, diğer bir kesime  göre ise 1983’te kurulan KKTC’nin uluslararası tanınmışlık statüsü kazanması mümkün değildir.

   Görüşler, mağduriyetimize çare üretmezken, konuyu uluslararası hukuka taşıyarak hakkımızı aramıyoruz.

   Kıbrıslı Rumlar, uluslararası statüde devletin tek sahibi mi? Onlar, kuzeydeki topraklarının sahipliğinden değil, kullanamama kaynaklı mağduriyetlerinden tazminat alacak kadar haklarını ararken, Kıbrıslı Türkler olarak elimizden giden devletteki hakkımızı aramayacak mıyız?

   KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 1983 yılında yaptığı konuşmayı tekrar dinlemek istedim. Denktaş konuşmasında Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olduğuna değinirken, KKTC’nin kuruluş sebebini savunurken, o yıl itibarı ile 20 yıldır Kıbrıslı Türklerin bozulan anayasal düzenden mağdur edilip, egemenlik ve özgürlük haklarının çalındığı belirtiyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sadece Kıbrıslı Rumlara ait bir varlık olmadığını ifade ettiğini hatırlatarak, bu konuyu BM’nin 186 no’lu kararını da dahil ederek haftaya işlemeye devam edeceğim…

Hakkını aramayan, uzaktan bakmaya mahkumdur… (1)
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.