
Bugün içinde yaşadığımız toplumun mutlu bir toplum olmadığını görmek ve söylemek için uzman olmaya gerek yok.
Zaman akarken, gelişimi de değişimi de beraberinde getiriyor. Elbette geçmişten bugüne değişmeyen şeyler var. İnsanın olduğu yerde egoizm ve menfaat mutlaka vardır.
Gelin bir de nesiller değişirken ve bugüne gelirken neler yaşadık, kısaca bir gözden geçirelim.
Belki mutsuzluğumuzun sebebini buluruz.
1974 sonrasına genel bir bakışla, bakacak olursak, ilk akla gelen Kıbrıslı Rumların uluslararası statüsü olan devlete, bizim ise toprağa sahip çıktığımızı görürüz.
13 Şubat 1975’de ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti sonrasında, Kıbrıslı Türklerin, geçmişten gelen Kıbrıs Lirası birikimleri, yeni bankacılık ve finans düzenine geçişte, suni bir değerlendirme ile değerinin altında Türk Lirasına çevrilmiştir. Bugünkü Cumhurbaşkanımız Sn. Ersin Tatar’ın babası, dönemin Maliye Bakanı Sn. Rüstem Tatar, 1982’de Söz gazetesine yaptığı yazılı açıklamada; Sağlıklı teknik gerekçelere dayanmayan, böyle suni bir kur ayarlamasının, toplum ekonomisine büyük zararı olacağını ve para ile politika yapılamayacağını vurguladığını belirtirken, ilan edilen KTFD için ayrı bir para birimi çıkarmak ve bir merkez bankası kurmak sureti ile KTFD’nin ayrı ekonomik bünyesini yaşatacak mali altyapının derhal tamamlanmasını önerdiğini söyler. Ekonomik manada zarar ise, Kıbrıs Türk toplumunun olur.
Sonrasında uzunca bir süre Kıbrıslı Türkler açısından, büyük finansal yükümlülükler gerektirecek harcama ihtiyacı olmadı.
Hazır evler, hazır fabrikalar, hazır turistik tesisler, hazır limanlar, hazır narenciye bahçeleri, hazır tesisler, hazır ham madde, hatta hazır arabalar ve hazır öküzlere kadar vs.
Toplumsal bütünlük manasında en derin yaralar kanımca bu dönemde açıldı. Olan kaynakları işleme, geliştirme ve büyütme yanında, paylaşımın düzenlenmesinin erki de elimizdeydi.
Kendi iç adaletsizliğimizin belki de ilk örneklerini de bu dönemde ganimet dağılımında yaşamaya başladık. Bugün hala, kendi içimizde, haklı haksız sorgulamadan, emlak üzerinden, döviz milyoneri yaptıklarımızın faturasını, Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde bir şekilde bugün hala, Türkiye ödüyor.
Yeni oluşturulan kamu düzeni ve geniş çaplı, liyakatten zaman içinde uzaklaşan kamu istihdamı politikası sürecin devamına eklendi.
1974 sonrasında, ilk geniş hacimli ticari açılımımız, toplumda ‘bavul ticareti’ dönemi olarak bilinen, Türkiye’nin, o dönemki, ithalat sınırlamalarının yarattığı, Özal iktidarına kadar, süren suni bir dönem olan seksenler oldu.
1990’da Kıbrıslı Rumlar tek taraflı, Avrupa Birliği üyeliğine başvururken, biz bakan tarafta olmayı kabul ettik. 1998’de Türkiye’nin gümrük birliği anlaşmasına girişi, onları AB’ye giriş anahtarı oldu, biz yine bakan taraftaydık. 2004’te AB’ye girdiler, biz yine baktık.
1991’de karar üreterek, ihraç ürünlere ‘Port Of Famagusta’ yerine, ‘KKTC’ mührü vuracağız dedik. Rumlar konuyu AB Adalet Divanına taşıdı. Dava 3 yıl sürdü, taraf olmayı kabul edip, savunma yapmadık. Sonuç, gümrük birliği anlaşmasından muafiyet, yıllık kayıp, yaklaşık 40 milyon dolar.
Ülkede üretimin dolayısı ile sanayicinin durumu ve ekonominin içindeki payı ortada.
Aynı durum hiçbir koruyucu önlemi olmayan, neredeyse her isteyenin, kaynağı sorgulanmadan, “yabancı yatırımcı”, “yabancı sermaye” adı altında, istediğini yapma olanağına sahip olduğu, yerli sermaye için de geçerli. Özel sektör ve emekçilerinin özlük hakları için yapılan iyileştirme neredeyse yok.
Bütçenin durumu malum, neredeyse sadece maaşlara endeksli.
Üniversitelerin değer büyüklüğü artık tartışmaya açık, yaratılan katma değerin, topluma dönüşünün ise farklı bir değerlendirme konusu olduğuna inanıyorum. Eğer yüksek öğrenim, ülkede olmayan işgücü planlamasından bağımsız ise ve üniversiteli işsizler ordusu ile karşı karşıya isek, bu noktadaki çarpıklık ve kayıp büyük bir yönetim eksikliği değil midir?
Sağlık ve eğitim sistemindeki durum ortada.
Enerji kaosta. Bir tarafta vatandaşın cebi yanıyor, KIB-TEK gibi stratejik bir kurumun ise batma noktasına getirdiği bir ülkede yaşıyoruz.
Düşündükçe üzülerek yazacak birçok yanlış daha bulabiliyorsam,sadece yanlışlardan dönülmesinin bile, hem kaynak yaratacak, hem de toplumsal adalete katkı koyacağı gerçekliği ortada dururken, göz yumulan yanlışlar, bugünü kurtarmak için yarınımız yok ediyor.
Bu yüzden, geçmişin çarpıklıklarını üstü örtülerek değil, düzelterek, geleceğe farklı bakabileceğimize inanıyorum.
Yoksa Bakan değişmiş, kabine değişmiş, meclis değişmiş, zihniyet değişmedikten sonra ne fark eder.
Yorumlar kapalı.