Sedef Kutlu

Pandemi olasılıklarını etkileyen güncel dinamikler






“Küresel Pandemi Riski”, Covid-19 sonrası sıklıkla duyduğumuz artık bizlere yabancı olmayan bir tanım. Son günlerde yeniden sıklıkla basından gördüğümüz yeni pandemi riski kapıda gibi açıklamalar her zaman güncelliğini koruyacaktır. Yeni pandemilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bilimsel dinamikler uzmanlar tarafından yakından takip edilmektedir. Yeni pandemi riski etkenleri olarak, iklim değişikliği, genetik araştırmaların ilerleyişi ve donmuş toprak katmanlarının (permafrost) çözülmesi dikkatle incelenen üç ana faktör olarak öne çıkıyor.
İklim değişikliği yalnızca sıcaklık rekorlarıyla değil, bulaşıcı hastalıkların yayılma coğrafyasını yeniden tanımlayarak da küresel sağlığı etkiliyor. Akdeniz havzası bu açıdan kırılgan bölgelerden biri haline gelmiş durumda. Artan sıcaklıklarla birlikte sivrisineklerin yaşam alanlarının kuzeye doğru genişlemesi; Batı Nil Virüsü, chikungunya ve dang humması gibi tropikal kökenli hastalıkların İtalya, Yunanistan ve Kıbrıs gibi bölgelerde görülmesine neden oldu. Kıbrıs’ta 2023 yılında kayda geçen dang humması vakası, bölgenin enfeksiyon coğrafyasındaki değişime işaret eden önemli bir örnekti.
İklimsel kaymalar yalnızca vektörlerle sınırlı değil; yaban hayatı ve insanlar arasındaki etkileşim de artıyor. Özellikle yarasalar gibi zoonotik virüs taşıyıcılarının yeni yaşam alanlarına göç etmesi, daha önce var olmayan temas zincirlerini oluşturuyor. Bu temaslar, potansiyel yeni patojenlerin hayvandan insana geçişini etkileyebilir. Nitekim son yıllarda Fransa, İspanya ve Türkiye’nin güney bölgelerinde bu tarz geçişlerin arttığına dair veriler bulunmaktadır.
Diğer yandan, biyoteknolojinin hızla ilerlemesi pandemi risklerine farklı bir boyut kazandırıyor. Genetik mühendislik ile laboratuvar ortamında virüslerin bulaşıcılık ve direnç özellikleri incelenebiliyor. Ancak bazı çalışmalarda “işlev kazandırma” (gain-of-function) adı verilen yöntemlerle virüslerin doğal ortamda taşımadığı özellikleri kazanması sağlanabiliyor. Bu durum, kötü niyetli kullanım veya laboratuvar kazaları gibi durumlarda halk sağlığı için ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu alanda uluslararası biyogüvenlik standartlarının sürekli güncellenmesi gereklidir.
Bunlara ek olarak, özellikle son yıllarda bilim dünyasında dikkat çeken bir diğer başlık da permafrost çözülmesidir. Kuzey yarımkürede binlerce yıldır donmuş halde kalan toprak katmanlarının çözülmesiyle, antik patojenlerin yüzeye çıkma ve potansiyel olarak yeniden aktif hale gelme ihtimali gündeme gelmektedir. 2022 yılında Sibirya’da yapılan araştırmalarda laboratuvar ortamında yeniden canlandırılabilen çok eski virüsler bu konudaki bilimsel varsayımları destekler niteliktedir. Şu an için Akdeniz gibi sıcak iklimli bölgelerde böyle bir aktivasyon olasılığı sınırlı olsa da, küresel seyahat ve ticaret ağları bu riskin coğrafi sınırlarını hızla aşabileceğini göstermektedir.
Bu gelişmeler ışığında, pandemi risklerinin yalnızca geçmişe ait bir olgu olmadığını; bilimsel, çevresel ve teknolojik faktörlerin etkileşimiyle güncel bir halk sağlığı konusu olduğunu söylemek mümkündür. Bu kapsamda, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 2025 yılında kabul edilen Uluslararası Pandemi Anlaşması, ülkelerin gelecekteki salgınlara karşı daha koordineli ve adil bir şekilde hazırlanmasını amaçlamaktadır. Anlaşma; erken uyarı sistemlerinin kurulması, hastalık verilerinin şeffaf paylaşımı, tıbbi ürünlere (aşı, ilaç, tanı kiti) adil erişim, laboratuvar güvenliği standartlarının yükseltilmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesine yönelik mekanizmaların güçlendirilmesini öngörmektedir. Ayrıca, düşük kaynaklı bölgelerde sağlık sistemlerinin dayanıklılığını artırmaya dönük küresel fon destekleri ve eğitim programları da anlaşmanın çerçevesindedir.
Bu hedeflerin uygulanabilirliği ise ulusal sağlık altyapısının çok yönlü kapasitesine bağlıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) özelinde değerlendirildiğinde, sağlık sisteminin özellikle bulaşıcı hastalıklarla mücadele konusunda yapısal ve yönetsel bazı zaafları göze çarpmaktadır. Salgın gözetimi ve erken uyarı sistemleri sınırlı düzeydedir; epidemiyolojik veri toplama ve dijital hastalık kayıt altyapısı güçlendirilmelidir. Laboratuvar kapasiteleri sınırlı sayıda merkezde toplanmış olup, moleküler tanı sistemleri tüm bölgelere eşit dağılmamıştır. Ayrıca pandemi döneminde yaşananlar göstermiştir ki; acil sağlık iletişimi, sınır kontrolleri ve halk sağlığı yönetimi gibi alanlarda kurumlar arası koordinasyon eksiklikleri de önemli bir zayıf halkadır.
KKTC’de Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere, Tarım Bakanlığı (zoonotik hastalık takibi), Temel Sağlık Dairesi ve Çevre Dairesi (iklim-temelli hastalık haritalaması), Belediyeler (yerel gözetim ve vektör mücadelesi) ve Eğitim Bakanlığı (toplumsal farkındalık, okul temelli sağlık okuryazarlığı) gibi birimlerin ortak çalışması zorunludur. Sağlık hizmetlerinin dijitalleştirilmesi, entegre veri paylaşım sistemlerinin kurulması ve bölgesel laboratuvar kapasitesinin artırılması orta vadeli öncelikler olmalıdır. Ayrıca pandemi benzeri durumlar için Senaryo Temelli Kriz Tatbikatları, halkla iletişim protokolleri ve sağlık personeline yönelik periyodik eğitimler kurumsal hazırlık düzeyini artıracaktır.
Yeni bir pandeminin olup olmayacağını bugünden bilmek mümkün değildir; fakat bu olasılığı etkileyen dinamikleri anlayıp izlemek, bilimsel iş birliklerini güçlendirmek ve kurumsal hazırlığı artırmak, hem KKTC’nin hem de tüm dünyanın gelecekte daha dirençli olabilmesi için vazgeçilmezdir.

Pandemi olasılıklarını etkileyen güncel dinamikler
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.