
İnsan bir travma veya bir felaket yaşamaya görsün. Travmayı yaşadıktan sonra ruhsal bozukluklar kendini gösterir. Geçirdiği acı günlerin ve travmaların etkisinde kalarak, günlerce öylesine dalar gider. Tıpkı yaşayan bir ölü gibi.
Rüyalarında, önündeki ufukta ve karşısındaki duvarlarda hep o görüntüler kalır insanın belleğinde.
Empati yaparak gözlemlediğimiz yıkımları bir an için yorumlarsak, o yıkıntılar altında kalan insanların neler hissettiklerini, neler yaşadıkları, yarınlarının neler olacağını düşünürsek, herhalde gerçekçi bir yorum yapmış oluruz.
Biz sadece izleyiciydik o görüntüler karşısında. Bizzat o yıkıntıları ve devrilen apartmanları gören bizlerdik. Yani olayın içinde değildik ama yüreğimizle ve duygularımızla oradaydık. İnanın bizim bile rüyalarımıza giriyor hala yaşananlar.
Bundan sonraki dönemde film yapımcılarına hayli malzeme çıktı diyebilirim. Dramatik malzemeler, bir filme konu olacak kadar zengin. Ben de bir dramaturg olarak bir senaryo yazmayı düşünüyorum deprem gerçeğinde. İşin neresinden başlayacağımı henüz kestiremiyorum. Ama bir yerden başlamalıyım diye düşünüyorum. Benim gibi nice insan hep bu acı göründüler ve olaylar denizinde yüzüyor, bir şeyler yaratabilmek ve sanat yoluyla acılı insanlara moral ve destek vermek için.
İkinci dünya savaşında Hitler taş taş üstünde bina bırakmamıştı. Savaş bitince Almanlar ve Viyanalılar o viraneleri yıkık haliyle bırakıp oralara restorant yapmışlar ve yaşananları gözler önüne sermişlerdir. Almanların ilk tamir ettikleri binalar, opera, tiyatro ve konser salonlarıydı. Neden? Halkın bozulan psikolojisini düzeltmek için. Nasıl ki bazı animatörler konteyner binaların birinde çocukları eğlendiriyorlar… Bunu düşünmek ve uygulamak lazım. Tamam hepimiz acılıyız ama hayat devam ediyor.
Genel olarak yaşananları gözlerimizin önüne getirince ve felaketzedelerden o duyguları dinleyince, o insanların psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bazı psikologlar çadırlardaki çocuklara psikolojik destek veriyorlar, yukarıda ifade ettiğim gibi.
Mesela bir çadırın veya konteyner evlerden birini bu iş için tahsis etmişler… Çocukları oraya toplayıp onları bulundukları travma havuzundan çıkarmaya çalışıyorlar. Çocukların yüzlerini boyamak, onları türlü masal kahramanları haline getirmek, resim yaptırmak veya daha da oyunlar oynatmak onları bir nebze bulundukları acılardan uzaklaştırıyor. Hani deriz ya… “Çocuk her yerde çocuktur. Acılar yaşasa da çocuktur” diye.
Lakin o çocuklar bir süre sonra gerçek dünya ile karılaştıklarında hayatta hangi noktada olduklarını anlayacaklardır. Kimisi anne babasını, kimisi ablasını, kimisi ağabeyini veya tüm ailesini kaybetmiştir muhakkak. Ama hayat devam ediyor. Bana en acı gelen nedir bilir misiniz?
Anne babasının cesetlerinin başında günlerce beton yığınları altında kalan iki yaşındaki yavru. Henüz anne babasını tanımadan veya onlara doyamadan bu dünyadan göçmüşler. Annesiz babasız büyümenin ne kadar acı olduğunu anlayabiliriz. O çocuk olgunlaştıkça, kendi gerçekleri ile buluşunca her kadını annesi veya her adamı babası sanacak. Ne yazık ki tümü de yalan ve hayal ürünü olacak.
Bazı çocuksuz aileler şimdi bu çocukları evlat edinebilmelidirler. Galiba Sosyal Yardım Bakanlığı bu iş için bir çalışma başlatmış. Günü geldiğinde de o yavruya gerçek anne babasının kendileri olmadığını alıştıra alıştıra söylemelidirler. Hatta bu depremle ilgili gazete kupürlerini uzun zaman saklamalıdırlar ileride evlat edindikleri çocuğa söylemek için.
Bazı yavrular enkazdan çıkarılırken kendi evine gitmek istemiştir. Ne bilsin evlat ki kendi evinin yerinde yeller esiyor.
Psikologlarla yapılan mülakatları okuyorum… İnsanların psikolojilerini düzeltmek için türlü öneriler sunuyor. Özellikle çocukların yaşadıkları travmayı atlatmaları için gayet mantıklı şeyler söylüyorlar. Altı yaşın altındaki çocuklara gerçekleri söylemek daha da zor. Alıştıra alıştıra çocuklara gerçekleri söylemek lazım. Onların yanında deprem konusunu konuşmamak lazım. Hatta acılı insanların yanında depremden söz etmemek lazım.
Aklıma geldi…
Deprem geçirmemiş çocukların bile psikolojileri bozuldu. İki yıldan beri kumbarasında biriktirdiği parayı depremzedelere bağışlayan bir çocuk hangi düşünceler içindedir? Empati yapıyor istemeyerek. Ve günlük yaşantısını etkiliyor.
Yeni bir hayat kurmak, kendi gerçekleriyle yüzleşerek yaşamak ne kadar zordur…
30 yıldan beri Türkiye’de yaşayan deprem uzmanı Japon şöyle diyor:
“Türkiye’de yapılan kaçak binalar mezar gibi.”
Uzman Japon’un bu sözlerine kulak vermek lazım. Kaçak binalar, kaçak binaların af meselesi, siyasetin azizliği ve insanların kağıt binalar altında ölümü…
Sorgulamak gerekir… Biz depreme hazır mıyız?
Bundan sonraki strateji bu olmalıdır bence. Bir “Deprem ve Doğal Afetler Bakanlığı” ihdas edilmelidir. Çünkü deprem, Türk insanının hayatına girmiş ve çaresizlikle boğuşuyor. Bu işi kurumsal hale getirip kendimizi ona göre alıştırmalıyız.
Kısacası söyleyecek o kadar çok şey var ki…
Yorumlar kapalı.