Tarihte Kıbrıs davası,
savunuma ve güvenlik davası
olarak gündeme gelmiştir
Bu Ada ile ilgili olarak şimdiye kadar, çoğu tarihçiler tarafından değinilmiş olan hususlar, iyiden iyiye tetkik edilecek olunursa, Türklerin Anadolu’yu vatan etmesinden sonraki dönemde Kıbrıs, ulusal ve dinî bir dava konusu olarak gündeme gelmiştir. Ada’nın, Venedik idaresinde bulunduğu dönemlerde, Osmanlılara karşı Ada üzerinden, Akdeniz’de korsan gemileriyle tacizde bulunmaları; Ada’nın, Anadolu’ya çok yakın olması nedeniyle, Anadolu’nun stratejik emniyetinin sağlama bağlanması gibi haklı nedenlere dayanarak, Ada’nın fetih edilmesinin bir davaya dönüştüğünü görebilmekteyiz. Bu tarihlerde Kıbrıs’ın Venedik idaresinde bulunduğu dönemlerden itibaren Kıbrıs bir Osmanlı Güvenlik Davası olarak addedilmiş ve üzerinde büyük hesaplar yapılarak, fetih edilmesinin zorunluluğuna karar verilmiş ve bu uğurda kesin adımlar atılmaya başlanmıştır.
Kıbrıs Davası Türk milletinin davasıdır
Vatan topraklarının gerektiği şekilde korunması; vatan sevgisinin, millî anlayışın toplumsal bir şuura dönüşmesi ile yaşayan nesillerin, gelecek nesillere emanet olarak bırakacağı manevî, ulvî anlayış; sonuç itibariyle Ulusal anlamda bir Dava olarak kabul edilip, üzerinde titizlik gösterilecek, ancak taviz verilmeyecektir. Toplumsal olarak manevî bir güce dönüşen Dava, uğruna, elbette ki büyük bedeller ödemeye değer duruma dönüşmüş olacaktır. Türk Milleti Millî davalarını her zaman savunmaya devam etmiş; ödün vermeme konusunda üzerine düşen fedakârlığı yapmaktan çekinmemiştir. Kıbrıs davasında, Kıbrıslı Türklerin bugüne kadar Türkiye ile işbirliği ve dayanışma halinde devam ettirdiği mukavemet ve mücadele; Kıbrıs davasının ne denli önemli ve vazgeçilmez bir dava olduğunun önemli bir göstergesidir. Kıbrıs davasından vazgeçmek demek, Rumların isteklerine boyun eğmek demektir. Ayni zamanda Türkiye’nin bekasını tehlikeye atmak; vatan uğruna şehit olanlara saygısızlık yapmak; Yunanistan’ın kirli emellerine; Haçlıların ideallerine boyun eğmek demektir. Daha da önemlisi, Türk milletinin haysiyetini ve şerefini ayaklar altına almak demektir. Türk milletinin savunduğu Milli Dava, tam anlamıyla bir haysiyet ve hukuk davasıdır ki ayni zamanda dünya barışına hizmet edecek müstesna ve mümtaz niteliktedir.
Bu dava, bugüne kadar fetihlerle savunuldu; adalet ve insanlık umdeleri korundu; mazlumlar ve mağdurlar haklarına kavuşturuldu. Zalimler cezalandırıldı. Türk milleti, tarihi boyunca saldırgan olmamış; iki yüzlü davranmamış; işgalci ve gaspçı olmamış, dorukçu yaklaşım zihniyetlerle istilacı ve fırsatçı bir millet olmamıştır. Bir başka deyişle Türk Milleti Sömürgeci değil, Himayeci; çıkarcı değil iyilik yapan, paylaşımcı, ayni zamanda müsamahakâr davranan bir Millettir. Kültür ve gelenekleriyle Türk Milleti, dünya insanlığı için örnek alınacak bir millettir.
Türk Milleti ulusal davalarında taviz vermeme adına her türlü tehlikeleri göze alarak kendisine yöneltilen tehlikeleri bertaraf edebilmek için Fetih yapma yolunu tercih etmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı bunun en son örneğidir. Bu Harekâtla Türkiye, başlangıçta çatışmasız bir barış süreci ön görmüştü. Karşı taraf ise Türk Milletinin bu yaklaşımını doğru değerlendiremediği için silahla karşı koymayı yeğlemiştir. Türk askeri yine de düşmanca davranan Rum-Yunan birliklerine elden geldiği kadar yumuşak ve barışçıl davranmayı tercih etmiştir.
Avrupalılar, Anadolu’yu Türkiye;
Osmanlı devletini ise
Türk devleti olarak tanıdı
Osmanlı Devleti tarihiyle, zaferleriyle, acı tatlı hatıralarıyla Yüce Türk Milletinin tarihî mirası, haysiyeti, temeli ve varlığının kaynağıdır. Osmanlılar, ataları olan tüm Türk kavimlerinin bir mecmuu, bütünlüklü bir sonucudur. Türklük Davası, bu bütünlüklümün ve birlikteliğin korunması; ortak mukavemet ile Türklüğün bekasının ebedileştirilmesidir. Avrupalılar, Osmanlı Devletini, Türklerin devleti olarak tanımlarken; Oğuzların Anadolu’ya gelip yerleşmesinden sonra ilk Avrupa kaynaklarında Anadolu için Türkiye denilmiştir. Burada hep Türkçe konuşulmuş; Türkçe geçerli dil olarak kabul edile gelmiştir.
Hukuk biliminin düsturu olan Mecelle-İ Ahkâm-I Adliye’nin yazarı, XIX. yüzyılın en seçkin devlet adamlarından biri olan Ahmet Cevdet Paşa’nın Osmanlı Devleti hakkındaki değerlendirmesini özenle dikkate almamız gerekir; “Devlet-i Aliyye, Yavuz Sultan Selim zamanından beri hilafet-i seniyyeyi haiz olduğuna nazaran din üzerine müesses bir devlet-i azimdir. Lakin ondan evveli, bu devleti tesis edenler Türk oldukları cihetle, hakikat-ı halde bir Devlet-İ Türkiye’dir. Veiptida bu devleti teşkil eden Âli Osman olduğu cihetle, Devlet-i Aliye dört esas üzerine mebni bir heyet demek olur. Yani hükümdarı Osmanî ve Hükümeti Türkiye ve dini İslam ve Payitahtı İstanbul’dur. Bu dört esastan hangisine zaaf gelirse bina-i devletin dört direğinden biri sakatlanmış olur. ’demiştir.
Osmanlı Devleti’nin, asıl kuvvetinin Türkler olduğuna vurgu yapan Cevdet Paşa, Türklerin milli davalarına her zaman için sahip çıkan bir millet olduğunu; yabancıların adet ve geleneklerine saygı duyarak, himayelerine aldıklarına insancıl ölçülerle davrandığını açık bir şekilde ifade etmiştir. Türk Milletinin, millî Davasının ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Davasında ve Türklük davasında, Dünya siyaseti karşısında adil ve makul bir karşılık görmek isteyen Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, ne yazık ki yabancılardan bu karşılığı görmemektedir. Türk Milleti, Devletiyle, her şeye rağmen haklı davasında ısrarla ve kararlılıkla davasına sahip çıkmakta olduğunu, gururla ve kıvançla izlemekteyiz.
Ulusal davalarımız, fetihlerle korunmuştur
Osmanlıların dışında, Tarih boyunca Kıbrıs’a egemen olan devletlerin, Ada’yı hangi emellerle ve ne amaçla ele geçirdiklerini iyice anlamamız gerekmektedir. Savaş ile Fetih arasındaki farkın ortaya konması, bu açılardan önemlidir. Savaş yapanlar, bir istilacı ve işgalci olabilirler. Fetih yapanlar ise hiç bir zaman işgalci ve istilacı olamazlar. Savaş yapanın hedefinde ve yönteminde zor kullanarak çıkar elde etmek vardır. Fetih yapanın hedefinde ise adaletin ikamesi, haksızlığa ve zulam uğrayanın korunarak, hakkının iadesi; zulüm yapanın zulmetinin sona erdirilmesidir. Benimsediği Yöntem ise, mazlum ve mağdur olanlara, toplumsal olarak demokratik haklarının kendilerine teslimi; bağımsız ve hür bir şekilde kendi yönetimini devam ettirmesini sağlamak ve bu yönde atacağı adımlara destek vermektir.
Osmanlı Devleti’nin tarihî geçmişine iyice göz atanlar, bu asaletli ve şerefli olan bu devletin kurulduğu tarihten itibaren 1923’lü yıllara kadar gerçekleştirmiş olduğu tüm fetih harekâtı sonrasında, gerek Müslim ve gerekse Gayr –i Müslim her kim olursa olsun, hangi dine veya meşrebe mensup olursa olsun, Osmanlı Devleti bu toplumlara veya devletlere, hatta yöneticilerine insanî ve insaflı ölçülerle davranmış; demokratik haklarını kendilerine bir tamam teslim etmiştir. Türk Milletinin Şanlı Zaferler olarak tarihe kaydettiği, melettiği fetihlerin hemen hepsinin sonucu barış ve ikbal; toplumlar için de bir İstikbal; parlak ve ümit dolu bir gelecektir. Türk’ün zafer olarak nitelediği fetih sonuçları, hiç bir şekilde hüsran olmamıştır. Türk Milletinin sahip olduğu kültür, yaşamı ile özdeşleşmiş olduğu gelenek ve görenekler, bu milletin zalim olmasına, işgalci olmasına, kindar ve intikamcı olmasına ebediyen müsaade etmemiştir. Türk Milleti, barışın ve hukukun müdafii ve koruyucusudur. Tarih boyunca yaşanan olayların her biri bu gerçeğin en önemli kanıtlarıdır.
Ebussuud Efendi Fetvası,
Kıbrıs davasının temeline
ışık tutmuş özünü yansıtmıştır
En bariz örneklerinden biri olarak Osmanlıların Kıbrıs’ı fetih etmesinde manevî unsurlara yeterince önem vermesi gösterilebilir. Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin Fetvası ile bu hususları ön planda tutarak fethi gerçekleştirmiş olması, Türk-İslam anlayışının ve kültürünün bir gereğidir. Söz konusu Fetvanın içeriğine bakarak, Kıbrıs’ın hangi nedenlere dayalı olarak Venediklilerden alınarak, Fetihle Ada’nın, Vatan Toprağına dönüştürülmüş olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Ada’nın coğrafî yeri, askerî ve ticarî olarak önemi dolayısıyla sürekli olarak Hristiyan devletlerin taarruzuna uğraması ve zaman zaman da bu devletlerin organize korsanları tarafından vur kaç hareketleri ile taciz edilmesi; bazı hallerde Ada’nın tamamen Doğu Akdeniz Havzasının Hristiyanlaştırılması ve İslam uygarlıklarının topluca yok edilmek istenmesi gibi Barbarlıklar sergileyen Haçlı ittifakının, ayni zamanda bölgede yer alan doğal kaynakları ele geçirip nemalarından ortaklarının yararlandırılması için yaptıkları zulüm ve arsızlıklar bire bir tarih sayfalarından izlenebilmektedir. Onlar için Kıbrıs Davası, yalnızca barbarlıkla izah edilebilecek bir Korsanlık hareketinin planlamasından ibarettir.
İslam Halifeleri Hz. Ebu Bekir ve Hz Ömer döneminde, Orta Doğu’da, Afrika Kıtası ve Akdeniz Bölgesinde İslam’a karşı tehdit oluşturan iki süper güç Samani (İran) ve Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’nun saldırgan tutumu ve bölgede hâkimiyet oluşturma pahasına yaptıkları zalimane eylemler karşısında İslam Orduları büyük bir zafer elde ederek, Samani Devleti’ne son verildi. Şam, Kudüs ve Mısır gibi İslam şehir ve ülkeleri Bizans’tan gerialınmıştır. Yapılan bu İslam fetihleri sonucunda Doğu Akdeniz sahilleri bütünüyle Müslümanların kontrolüne geçmiştir. Bu arada Kıbrıs da İslamlar tarafından fetha edilmiştir. Hala Sultan dönemlerden bizlere kalmış olan tarihî bir hatıradır ve sürekli olarak yerli ve yabancılar tarafından ziyaretlere tabi bir İslam mabedidir.
İlerleyen süreçte Ada’nın Hristiyanların eline geçmesinden sonra, Müslümanlar tarafından inşa edilmiş bulunan camiler, mescitler, medreseler, her türlü İslam uygarlıkları, Bizanslılar ve onlardan sonra gelen Katolik dinine veya mezhebine tabi olan Venedikliler tarafından yakılıp yıkılmış, yıkılan cami ve mescit temelleri üzerine zamanla kiliseler inşa edilmiş; medreseler ortadan kaldırılmış, İslam uygarlıklarının Ada çapında izleri silinmeye çalışılmıştır. Venediklilere, diğer Haçlı devletlere mensup olan Deniz korsanları, Hacce giden gemilere saldırarak, eşyalarını yağmalamayı, bir alışkanlık haline getirmişlerdir. Mısır Defterdarının gemisinin yağmalanması, Venediklilerin suçüstü yakalanmasına ve Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu anlaşmaları ihlal ettiğini açıkça ortaya koymuştu.
Osmanlı Devletinin, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den aldığı Fetva icazeti ile Kıbrıs’a 1570’te Fetih Harekâtı düzenleyerek Ada’yı egemenlik alanına katmış; Kıbrıslı Türklerin atalarını bu Ada’ya yerleştirmek suretiyle Kıbrıs’ı Anadolu Yarımadasına bağlayarak, Kıbrıs sorununu sonlandırmıştır.352 yıl boyunca Kıbrıs, Anadolu’nun bir vilayeti olarak coğrafyada yerini korumuş, Akdeniz’de bir kilit taşı olarak Türk egemenliğinin özünde güçlenmiştir.1878 yılı sonrası dönem, hile ve desiselerin ön plana çıktığı, fırsatçılığın meşru sayıldığı, sömürgeciliğin ahlaki kabul edildiği çarpık bir döneme girilmesi sonucunda Ada yeniden buhranlı ortamlara sürüklenmiş; kaoslarla boğuşur hale sokulmuştur.1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Ada yeniden barışa kavuşturulmuş, Kıbrıs Türkeri’nin KKTC Devleti ile Anadolu Türkiyesi ile kopmayan ilişkilerinin sağlama bağlanmasıyla Kıbrıs Davası olarak Yüce Türk Milleti’nin Ulusal Davası olarak tarih önünde bir kez daha tescil edilmiştir.
Yorumlar kapalı.