Mustafa Haşim Altan

Kıbrıs Davası Türk Milletinin Tarih Boyunca Bekası Uğruna Sürdürdüğü Ortak Mukavemetinin Ve Ayakta Kalabilme Mücadelesinin Ulusal İfadesidir, Asla Hafife Alınamaz-1







Tarihte Kıbrıs davası,

savunuma ve güvenlik davası

olarak gündeme gelmiştir
 

   Bu Ada ile ilgili olarak şimdiye kadar, çoğu tarihçiler tarafından değinilmiş olan hususlar, iyiden iyiye tetkik edilecek olunursa, Türklerin Anadolu’yu vatan etmesinden sonraki dönemde Kıbrıs, ulusal ve dinî bir dava konusu olarak gündeme gelmiştir. Ada’nın, Venedik idaresinde bulunduğu dönemlerde, Osmanlılara karşı Ada üzerinden, Akdeniz’de korsan gemileriyle tacizde bulunmaları; Ada’nın, Anadolu’ya çok yakın olması nedeniyle, Anadolu’nun stratejik emniyetinin sağlama bağlanması gibi haklı nedenlere dayanarak, Ada’nın fetih edilmesinin bir davaya dönüştüğünü görebilmekteyiz. Bu tarihlerde Kıbrıs’ın Venedik idaresinde bulunduğu dönemlerden itibaren Kıbrıs bir Osmanlı Güvenlik Davası olarak addedilmiş ve üzerinde büyük hesaplar yapılarak, fetih edilmesinin zorunluluğuna karar verilmiş ve bu uğurda kesin adımlar atılmaya başlanmıştır.
 

Kıbrıs Davası Türk milletinin davasıdır
 

   Vatan topraklarının gerektiği şekilde korunması; vatan sevgisinin, millî anlayışın toplumsal bir şuura dönüşmesi ile yaşayan nesillerin, gelecek nesillere emanet olarak bırakacağı manevî, ulvî anlayış; sonuç itibariyle Ulusal anlamda bir Dava olarak kabul edilip, üzerinde titizlik gösterilecek, ancak taviz verilmeyecektir. Toplumsal olarak manevî bir güce dönüşen Dava, uğruna, elbette ki büyük bedeller ödemeye değer duruma dönüşmüş olacaktır. Türk Milleti Millî davalarını her zaman savunmaya devam etmiş; ödün vermeme konusunda üzerine düşen fedakârlığı yapmaktan çekinmemiştir. Kıbrıs davasında, Kıbrıslı Türklerin bugüne kadar Türkiye ile işbirliği ve dayanışma halinde devam ettirdiği mukavemet ve mücadele; Kıbrıs davasının ne denli önemli ve vazgeçilmez bir dava olduğunun önemli bir göstergesidir. Kıbrıs davasından vazgeçmek demek, Rumların isteklerine boyun eğmek demektir. Ayni zamanda Türkiye’nin bekasını tehlikeye atmak; vatan uğruna şehit olanlara saygısızlık yapmak; Yunanistan’ın kirli emellerine; Haçlıların ideallerine boyun eğmek demektir. Daha da önemlisi, Türk milletinin haysiyetini ve şerefini ayaklar altına almak demektir. Türk milletinin savunduğu Milli Dava, tam anlamıyla bir haysiyet ve hukuk davasıdır ki ayni zamanda dünya barışına hizmet edecek müstesna ve mümtaz niteliktedir.
   Bu dava, bugüne kadar fetihlerle savunuldu; adalet ve insanlık umdeleri korundu; mazlumlar ve mağdurlar haklarına kavuşturuldu. Zalimler cezalandırıldı. Türk milleti, tarihi boyunca saldırgan olmamış; iki yüzlü davranmamış; işgalci ve gaspçı olmamış, dorukçu yaklaşım zihniyetlerle istilacı ve fırsatçı bir millet olmamıştır. Bir başka deyişle Türk Milleti Sömürgeci değil, Himayeci; çıkarcı değil iyilik yapan, paylaşımcı, ayni zamanda müsamahakâr davranan bir Millettir. Kültür ve gelenekleriyle Türk Milleti, dünya insanlığı için örnek alınacak bir millettir.
   Türk Milleti ulusal davalarında taviz vermeme adına her türlü tehlikeleri göze alarak kendisine yöneltilen tehlikeleri bertaraf edebilmek için Fetih yapma yolunu tercih etmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı bunun en son örneğidir. Bu Harekâtla Türkiye, başlangıçta çatışmasız bir barış süreci ön görmüştü. Karşı taraf ise Türk Milletinin bu yaklaşımını doğru değerlendiremediği için silahla karşı koymayı yeğlemiştir. Türk askeri yine de düşmanca davranan Rum-Yunan birliklerine elden geldiği kadar yumuşak ve barışçıl davranmayı tercih etmiştir.
 

Avrupalılar, Anadolu’yu Türkiye;

Osmanlı devletini ise

Türk devleti olarak tanıdı
 

   Osmanlı Devleti tarihiyle, zaferleriyle, acı tatlı hatıralarıyla Yüce Türk Milletinin tarihî mirası, haysiyeti, temeli ve varlığının kaynağıdır. Osmanlılar, ataları olan tüm Türk kavimlerinin bir mecmuu, bütünlüklü bir sonucudur. Türklük Davası, bu bütünlüklümün ve birlikteliğin korunması; ortak mukavemet ile Türklüğün bekasının ebedileştirilmesidir. Avrupalılar, Osmanlı Devletini, Türklerin devleti olarak tanımlarken; Oğuzların Anadolu’ya gelip yerleşmesinden sonra ilk Avrupa kaynaklarında Anadolu için Türkiye denilmiştir. Burada hep Türkçe konuşulmuş; Türkçe geçerli dil olarak kabul edile gelmiştir.
   Hukuk biliminin düsturu olan Mecelle-İ Ahkâm-I Adliye’nin yazarı, XIX. yüzyılın en seçkin devlet adamlarından biri olan Ahmet Cevdet Paşa’nın Osmanlı Devleti hakkındaki değerlendirmesini özenle dikkate almamız gerekir; “Devlet-i Aliyye, Yavuz Sultan Selim zamanından beri hilafet-i seniyyeyi haiz olduğuna nazaran din üzerine müesses bir devlet-i azimdir. Lakin ondan evveli, bu devleti tesis edenler Türk oldukları cihetle, hakikat-ı halde bir Devlet-İ Türkiye’dir. Veiptida bu devleti teşkil eden Âli Osman olduğu cihetle, Devlet-i Aliye dört esas üzerine mebni bir heyet demek olur. Yani hükümdarı Osmanî ve Hükümeti Türkiye ve dini İslam ve Payitahtı İstanbul’dur. Bu dört esastan hangisine zaaf gelirse bina-i devletin dört direğinden biri sakatlanmış olur. ’demiştir.
   Osmanlı Devleti’nin, asıl kuvvetinin Türkler olduğuna vurgu yapan Cevdet Paşa, Türklerin milli davalarına her zaman için sahip çıkan bir millet olduğunu; yabancıların adet ve geleneklerine saygı duyarak, himayelerine aldıklarına insancıl ölçülerle davrandığını açık bir şekilde ifade etmiştir. Türk Milletinin, millî Davasının ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Davasında ve Türklük davasında, Dünya siyaseti karşısında adil ve makul bir karşılık görmek isteyen Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, ne yazık ki yabancılardan bu karşılığı görmemektedir. Türk Milleti, Devletiyle, her şeye rağmen haklı davasında ısrarla ve kararlılıkla davasına sahip çıkmakta olduğunu, gururla ve kıvançla izlemekteyiz.

Ulusal davalarımız, fetihlerle korunmuştur

   Osmanlıların dışında, Tarih boyunca Kıbrıs’a egemen olan devletlerin, Ada’yı hangi emellerle ve ne amaçla ele geçirdiklerini iyice anlamamız gerekmektedir. Savaş ile Fetih arasındaki farkın ortaya konması, bu açılardan önemlidir. Savaş yapanlar, bir istilacı ve işgalci olabilirler. Fetih yapanlar ise hiç bir zaman işgalci ve istilacı olamazlar. Savaş yapanın hedefinde ve yönteminde zor kullanarak çıkar elde etmek vardır. Fetih yapanın hedefinde ise adaletin ikamesi, haksızlığa ve zulam uğrayanın korunarak, hakkının iadesi; zulüm yapanın zulmetinin sona erdirilmesidir. Benimsediği Yöntem ise, mazlum ve mağdur olanlara, toplumsal olarak demokratik haklarının kendilerine teslimi; bağımsız ve hür bir şekilde kendi yönetimini devam ettirmesini sağlamak ve bu yönde atacağı adımlara destek vermektir.
   Osmanlı Devleti’nin tarihî geçmişine iyice göz atanlar,  bu asaletli ve şerefli olan bu devletin kurulduğu tarihten itibaren 1923’lü yıllara kadar gerçekleştirmiş olduğu tüm fetih harekâtı sonrasında, gerek Müslim ve gerekse Gayr –i Müslim her kim olursa olsun, hangi dine veya meşrebe mensup olursa olsun, Osmanlı Devleti bu toplumlara veya devletlere, hatta yöneticilerine insanî ve insaflı ölçülerle davranmış; demokratik haklarını kendilerine bir tamam teslim etmiştir. Türk Milletinin Şanlı Zaferler olarak tarihe kaydettiği, melettiği fetihlerin hemen hepsinin sonucu barış ve ikbal; toplumlar için de bir İstikbal; parlak ve ümit dolu bir gelecektir. Türk’ün zafer olarak nitelediği fetih sonuçları, hiç bir şekilde hüsran olmamıştır. Türk Milletinin sahip olduğu kültür, yaşamı ile özdeşleşmiş olduğu gelenek ve görenekler, bu milletin zalim olmasına, işgalci olmasına, kindar ve intikamcı olmasına ebediyen müsaade etmemiştir. Türk Milleti, barışın ve hukukun müdafii ve koruyucusudur. Tarih boyunca yaşanan olayların her biri bu gerçeğin en önemli kanıtlarıdır.
 

Ebussuud Efendi Fetvası,

Kıbrıs davasının temeline

ışık tutmuş özünü yansıtmıştır
 

   En bariz örneklerinden biri olarak Osmanlıların Kıbrıs’ı fetih etmesinde manevî unsurlara yeterince önem vermesi gösterilebilir. Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin Fetvası ile bu hususları ön planda tutarak fethi gerçekleştirmiş olması, Türk-İslam anlayışının ve kültürünün bir gereğidir. Söz konusu Fetvanın içeriğine bakarak, Kıbrıs’ın hangi nedenlere dayalı olarak Venediklilerden alınarak, Fetihle Ada’nın, Vatan Toprağına dönüştürülmüş olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Ada’nın coğrafî yeri, askerî ve ticarî olarak önemi dolayısıyla sürekli olarak Hristiyan devletlerin taarruzuna uğraması ve zaman zaman da bu devletlerin organize korsanları tarafından vur kaç hareketleri ile taciz edilmesi; bazı hallerde Ada’nın tamamen Doğu Akdeniz Havzasının Hristiyanlaştırılması ve İslam uygarlıklarının topluca yok edilmek istenmesi gibi Barbarlıklar sergileyen Haçlı ittifakının, ayni zamanda bölgede yer alan doğal kaynakları ele geçirip nemalarından ortaklarının yararlandırılması için yaptıkları zulüm ve arsızlıklar bire bir tarih sayfalarından izlenebilmektedir. Onlar için Kıbrıs Davası, yalnızca barbarlıkla izah edilebilecek bir Korsanlık hareketinin planlamasından ibarettir.
   İslam Halifeleri Hz. Ebu Bekir ve Hz Ömer döneminde, Orta Doğu’da, Afrika Kıtası ve Akdeniz Bölgesinde İslam’a karşı tehdit oluşturan iki süper güç Samani (İran) ve Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’nun saldırgan tutumu ve bölgede hâkimiyet oluşturma pahasına yaptıkları zalimane eylemler karşısında İslam Orduları büyük bir zafer elde ederek, Samani Devleti’ne son verildi. Şam, Kudüs ve Mısır gibi İslam şehir ve ülkeleri Bizans’tan gerialınmıştır. Yapılan bu İslam fetihleri sonucunda Doğu Akdeniz sahilleri bütünüyle Müslümanların kontrolüne geçmiştir. Bu arada Kıbrıs da İslamlar tarafından fetha edilmiştir. Hala Sultan dönemlerden bizlere kalmış olan tarihî bir hatıradır ve sürekli olarak yerli ve yabancılar tarafından ziyaretlere tabi bir İslam mabedidir.
   İlerleyen süreçte Ada’nın Hristiyanların eline geçmesinden sonra, Müslümanlar tarafından inşa edilmiş bulunan camiler, mescitler, medreseler, her türlü İslam uygarlıkları, Bizanslılar ve onlardan sonra gelen Katolik dinine veya mezhebine tabi olan Venedikliler tarafından yakılıp yıkılmış, yıkılan cami ve mescit temelleri üzerine zamanla kiliseler inşa edilmiş; medreseler ortadan kaldırılmış, İslam uygarlıklarının Ada çapında izleri silinmeye çalışılmıştır. Venediklilere, diğer Haçlı devletlere mensup olan Deniz korsanları, Hacce giden gemilere saldırarak, eşyalarını yağmalamayı, bir alışkanlık haline getirmişlerdir. Mısır Defterdarının gemisinin yağmalanması, Venediklilerin suçüstü yakalanmasına ve Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu anlaşmaları ihlal ettiğini açıkça ortaya koymuştu.
    Osmanlı Devletinin, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’den aldığı Fetva icazeti ile Kıbrıs’a 1570’te Fetih Harekâtı düzenleyerek Ada’yı egemenlik alanına katmış; Kıbrıslı Türklerin atalarını bu Ada’ya yerleştirmek suretiyle Kıbrıs’ı Anadolu Yarımadasına bağlayarak, Kıbrıs sorununu sonlandırmıştır.352 yıl boyunca Kıbrıs, Anadolu’nun bir vilayeti olarak coğrafyada yerini korumuş, Akdeniz’de bir kilit taşı olarak Türk egemenliğinin özünde güçlenmiştir.1878 yılı sonrası dönem, hile ve desiselerin ön plana çıktığı, fırsatçılığın meşru sayıldığı, sömürgeciliğin ahlaki kabul edildiği çarpık bir döneme girilmesi sonucunda Ada yeniden buhranlı ortamlara sürüklenmiş; kaoslarla boğuşur hale sokulmuştur.1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Ada yeniden barışa kavuşturulmuş, Kıbrıs Türkeri’nin KKTC Devleti ile Anadolu Türkiyesi ile kopmayan ilişkilerinin sağlama bağlanmasıyla Kıbrıs Davası olarak Yüce Türk Milleti’nin Ulusal Davası olarak tarih önünde bir kez daha tescil edilmiştir.

Kıbrıs Davası Türk Milletinin Tarih Boyunca Bekası Uğruna Sürdürdüğü Ortak Mukavemetinin Ve Ayakta Kalabilme Mücadelesinin Ulusal İfadesidir, Asla Hafife Alınamaz-1
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Mustafa Haşim Altan

Kıbrıs Davası Türk Milletinin Tarih Boyunca Bekası Uğruna Sürdürdüğü Ortak Mukavemetinin Ve Ayakta Kalabilme Mücadelesinin Ulusal İfadesidir, Asla Hafife Alınamaz-1







Kıbrıs davasının aidiyeti, 

tarihî geçmişi ile sabittir

   Kıbrıs Davasını, yalnızca Kıbrıs Türk halkının davası olarak gözetenler, bu davayı başlangıcıyla ve bugünkü haliyle, Kıbrıslı Türklerin kendi özel davasıdır diye değerlendirip, takdim edenler, kuşkusuz tarihî olarak büyük bir yanılgı içerisindedirler. Her şeyden evvel, Kıbrıs Türklerinin Ada’ya ne zaman ve nasıl intikal ettirildiklerini; bu halkın menşeinin neresi olduğunu hangi amaçla kimlerin emriyle, nerelerden getirilip Ada’ya yerleştirildikleri hususlarının bilinmesine ışık tutabilecek tarihî gerçeklerin; ortaya konarak göz önünde bulundurulması, Kıbrıs Davasının doğru anlaşılmasında ve anlatılmasında tarihsel anlamda atılacak önemli bir adım olabileceği gibi; konunun doğru anlaşmasına yardımcı olabilecek bu tür bulguların, önemli bilgi unsurları olduğunun bilinmesinde hiç kuşkusuz yarar vardır.
   Bu noktadan hareketle, Kıbrıs’ta başlatılan ve devam ettirilen varoluş mücadelesinin ve beka uğruna yapılan mukavemetin muhtasar ve mümtaz bir ifadesi olan Kıbrıs Davasının doğru ve gerçekçi bir şekilde anlaşılması, anlatılması; ulusal anlamda aidiyetinin saptanması ve Tarihe layık olduğu şekilde belgelerle mal edilmesi, tarihçilerimizin, kültür erbabımızın, siyasîlerimizin, velhasıl, tarihî geçmişi ve Ada’da yaşanmışları doğru değerlendirenlerin en önemli görevidir. Kıbrıs Davası’nın aidiyeti ancak bu şekilde ortaya çıkmış olacaktır. O halde Kıbrıs davası doğru algılanmalı ve anlatılmalıdır.

Kıbrıs tarih boyunca güç 

odaklarının çekim noktası olmuştur

   Jeolojik olarak Kıbrıs adası, Anadolu Yarımadasının doğal bir toprağı ve uzantısıdır. Coğrafi konumu itibariyle Anadolu’dan yaklaşık olarak 70 Km uzaklıkta bulunan Ada’nın toprak yapısı, iklimsel durumu fiziksel ve çevresel görünümü, Güney Anadolu yöresi ile tam anlamıyla bir benzerlik taşımaktadır.  Anadolu ile bütünlük sağlayan ve Akdeniz’de bulunan adaların en büyüklerinden biri olan Kıbrıs adasının Joe-stratejik konumunun; Akdeniz’de Ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunması nedeniyle, birçok güç odaklarının çekim merkezi olabilmiştir. Dolayısıyla de bu güçler Kıbrıs’ı her zaman için kendi egemenliklerinde veya nüfuz alanları içinde tutabilme çabası içinde olmuşlardır. Kıbrıs adasının bir başka özelliği, bilebildiğimiz bütün tarihi boyunca farklı uygarlıklara, ırklara, dinlere mensup değişik yaşam tarzları ve alışkanlıkları olan milletlerin adeta bir konaklama merkezi olmasıdır.
   

Üç kıta arasında bulunan 

ada tarihte çeşitlilik yaşamıştır

   Birçok tarihçilerin fosiller üzerinde yaptıkları incelemeler sonrasında Ada’nın çok eski dönemleriyle ilgili bazı varsayımlar ortaya koymuşlardır. M.Ö.4000 yılından, M.S.1570/1571 yılına kadar midenler, Fenikeliler, Asurlular, Eski Mısırlılar, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Müslüman Araplar, Haçlılar Lazanyanlar, Cenevizliler, Venedikliler Ada’da, belirli aralıklarla veya dönemlerde sınırlı hâkimiyet oluşturmuşlardır.
   1571 yılından 1923’lü yıllara kadar yaklaşık 352 yıl kadar en uzun dönem Ada’yı hâkimiyetinde bulunduran Devlet, Osmanlı Devletidir. Anadolu Hâkimiyeti, Ada üzerinde olması gereken bir hâkimiyettir. Her iki kara parçasının konum itibariyle sahip oldukları özellikler, böyle bir sonucu gerekli kılmaktadır. Anadolu’ya sahip çıkan Osmanlı Devleti’nin, Kıbrıs’a da sahip çıkması bir gerekliliktir. Bu bakımdan, Henüz Anadolu üzerinde egemenlik oluşturmuş olan ve bugünlere dek bu toprakları vatan edinmiş bulunan Türk Milletinin,1571 Fetih harekâtından itibaren Ada’ya sahip çıkmış olması sonucu, olması gereken, doğal bir sonuç olarak kabul edilmelidir.
   1878’li yıllardan itibaren, Ada’nın hükümranlığını, hile ve desiseler sonucu yitirmiş olsa bile Türkiye, bu Ada’nın her hal-ü-karda gerçek sahibidir. İngiltere, Türkiye’nin Ada üzerindeki haklarını bile bile gasp etmiş bir emperyal güçtür. Tarih, Kıbrıs konusunda bugüne kadar yaşanmış olayları ve ortaya çıkan gelişmeleri hep bu açılardan değerlendirmektedir. Kıbrıs’ta 352 yıl devam eden Osmanlı egemenliğinin uzun süreli olmasının izahını ancak bu zaviyeden bakılarak yapılması ile mümkün olabilecektir.
    Tarihî verilere göre, Kıbrıs adası, Din ve İnanç bakımından da kuşkusuz farklı din, mezhep ve inançlara da ev sahipliği yapmış bir adadır. Putperestlik, Zerdüştlük, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi köklü dinler, Ada’da yaygın hale gelmiştir. Bunların her birinin tarihsel olarak bir serüveni ve geçmişi vardır. Gerek dinler, gerek uygarlıklar ve gerekse Ada’da hükümranlık yapmış olan Milletler olarak her birinin kendine özgü tarihî bir geçmişi vardır. Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç büyük kıtanın bir biri ile siyasi, stratejik ve jeolojik açıdan etkilendiği; farklılıkların ortamların yaşandığı Kıbrıs adasının, söz konusu üç kıtanın çekim noktasında bulunması, ilginç olan tarihinin çeşitliliğini ortaya koymuştur.
   

Kıbrıs 352 yıl boyunca 

bir Türk adası olmuştur

   Doğu Akdeniz Havzasında kurularak geliştirilen kadim medeniyetlerin sahipleri, güzergâhları üzerinde bulunan Kıbrıs’ı her defasında bir karargâh olarak kullanmışlardır. Kıbrıs üzerinden gerçekleştirilmiş olan geçişlerde her üç kıtanın uğrak noktası olan Kıbrıs, ayni zamanda bu üç kıta insanının, birbirine uygarlık akışı yapmasına, büyük ölçüde imkân sağlaması bakımından üç kıta tarihinde de yeri olan bir Ada’dır.
   Anadolu Yarımadasının Osmanlı İdaresinin egemenliğine geçmesini müteakip, süreç içerisinde Osmanlıların, Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya ve Balkanlar’a sahip çıkmasından hemen sonra Osmanlılar, Akdeniz’in kuzey doğusunda bulunan ve ayni zamanda, yabancı bir devletin egemenliğinde olan bu Ada’yı fetha etmek zorunda kalmıştır. Böylelikle Ada 352 yıl boyunca Türk idaresinde bulunmuş, bir Türk Ülkesi haline gelmiştir. Kıbrıs’ın 352 yıllık Türk egemenliğini ve sürecini, diğer devletlerin Kıbrıs’taki egemenlikleri ile ve Ada’da kalış süreçleri ile mukayese edilerek peşi sıra tarihî benzerlikler çıkartmak, abesle iştigaldir. Kıbrıs’a hakkıyla sahip olan ve olması gereken tek ülke Anadolu’dur. Ada’yı bugüne kadar başkalarına yar etmek için sürdürülen siyasî çabalar beyhudedir; böyle devam edildiği sürece de Kıbrıs, bir dünya sorunu olarak, şimdi olduğu gibi devam edecektir. Kıbrıs Davası ise sürdürülecektir.
   

1878 Kıbrıs Konvansiyonu, Ada’nın

İngiltere’ye devrini öngörmemiştir

   Emperyal güçlerin, içte ve dışta çeşitli müdahaleleri sonucu, Osmanlı Devleti’nin, Balkanlarda ve Ortadoğu’da gücünün zayıflatılmasından ve zor koşullara itilmesinden sonra, bu Devletin zafiyetlerini fırsata dönüştüren İngilizler, ilkönce, Osmanlı-Rus Harbinin önünü açtılar ve Osmanlı-Rus sorununu öne çıkardılar. Peşisıra, Rusların Osmanlı topraklarına saldırabilecekleri yalanını öne sürerek, Osmanlı Devleti ile 1878’de bir Savunma antlaşması imzaladılar. İngilizlerle imzalanmış bulunan Kıbrıs sözleşmesi, Rus tehditlerini bertaraf edebilmek üzere, İngilizlerin, geçici olarak, Ada’da yalnızca asker bulundurabilmelerini ön gören bir sözleşme idi.Ne var ki İngilizler, sinsi emellerinin bir göstergesi olarak kısa bir süre sonra, sözleşmenin şartlarını ihlal ve inkâr ederek, Ada’yı bütünüyle işgal etmeye teşebbüs etmişlerdir.
   Kıbrıs sözleşmesi, Adanın hâkimiyetini İngiltere’ye devretme hakkını vermemiştir. Ada’nın hâkimiyeti, Osmanlı Devletinde kalmak koşulu ile işbu sözleşme imza edilmiştir. Busözleşme, ayni zamanda bir kira sözleşmesi de değildir. İngiltere, yıllarca planladığı üzere Ada’yı ele geçirmek ve sahip çıkabilmek için 1878 Konvansiyon antlaşmasını bir atlatma taşı olarak kullanmıştır. Ada’ya, ayak basmasından itibaren İngiltere, bu antlaşmayı, bütünüyle hükümsüz sayarak, doğrudan Ada’yı işgal etmeye yeltenmiştir. Taraflar arasında imzalanmış bulunan Kıbrıs sözleşmesinde yer alan en önemli madde; İngilizlerin Ada’yı, terk etmek durumunda kalması halinde, eski sahibi olan Türkiye’ye iade edeceği, maddesidir. İngilizler, ayni zamanda bu maddeyi yerine getireceklerine dair de taahhütte bulunmuşlardır. Kıbrıs Antlaşma Tutanakları Türkiye’de Yıldız Sarayı Arşivlerinden kaynaklı olarak muhafaza altındadır.
   İngiltere, verdiği sözlerin hiç birini yerine getirmemiş, sonuç itibariyle Ada’yı ele geçirmiş ve burasını bir üs olarak kullanmıştır.1914’lerde Ada’yı haksızca işgal ve ilhak eden İngiltere,1923 Lozan Antlaşması ile bu Ada’ya fiilen ve hukuken egemen olmuş; iki yıl gibi kısa bir süre sonrasında (1925’te) ise Kıbrıs’ı, İngiltere Kraliyet Tahtına bağlı bir sömürgesi olarak ilan etmiştir. Kıbrıs Sorunu işte bu şekilde başlamıştır. İngilizler Ada’dan çekilmedikçe de bu sorun hiçbir zaman bitmeyecektir. Suçsuz taraf olan Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı, suçlu sandalyesinde tutularak, bu sorunun müsebbipleri imiş gibi gösterilip suçlanmaya devam edilecektir. Kıbrıs Davası tam da bu safhada, Türk Milletinin davası olarak ta devam ettirilecek, tarihte yapılmış olan hatalar dünya barışı adına birer birer düzeltilecektir.

Kıbrıs’ta İngiliz yönetimi, Enosis’in 

ön plana çıkmasına yardımcı olmuştur

   Prof. Dr. Bahaeddin Yedi Yıldız’ın, Merhum Doç. Dr. Nuri Çevikel’in Kitabında yazığı ön sözünde de vurguladığı üzere; “Kıbrıs’ın bundan sonraki tarihi, Rumların Enosisi (Yunanistan’la birleşme) sloganıyla Ada’yı Yunanistan’a ilhak etme, Türklerin ise bu harekete direnme ve varlıklarını sürdürebilme mücadelelerinden ibarettir ki, bu mücadelelerin safhaları özellikle Türk kamuoyu tarafından ana hatlarıyla bilinmektedir. ’Kıbrıs Davasının bu açıdan ele alınıp irdelenmesi ve sürdürülen mücadelelerin doğru bir şekilde belgelere dayalı olarak anlatılması, ayni zamanda Kıbrıs tarihine ışık tutacağı muhakkaktır.
   82 yıl boyunca Ada’da işgalci olan İngilizler, Kıbrıslı Rumların Enosis isteklerine karşı her hangi bir önleyici tedbir almamışlardır. Enosis hareketleri yeterince önlenmemiş, tam tersine teşvik edilmiştir. Kıbrıslı Türklerin İstiklal Marşını okumasına engel koyan; yalnızca Kraliyet Marşının okunmasına müsaade eden İngilizler; sömürge yıllarında, Türklerin, millî günlerinde Türk Bayrağını evlerinin pencerelerine, okullarının kapılarına asmalarına her defasında engel koymuşlardır. Kıbrıslı Rumlar, Ada’nın, Yunanistan’a bağlanması için her türlü siyasî ve sosyal faaliyetlerini sürdürmüşler, İngilizlerden ise kendilerine, (Türklere yaptıkları gibi)her hangi bir sert engellemede bulunulmamıştır.
   İlk Türk Konsolosumuz Asaf Efendi’ye, Kıbrıslı Türklerin Milli bayramlarında Konsolosluk binasında Türk bayrağını çekmesine ve Kıbrıslı Türklerin millî duygularını bir nebze dahi olsa serin tutmasına dahi izin verilmemiş; daha da ileri giden İngilizler, Rumlarla anlaşarak, saf Efendi’nin Ada’dan sürgün edilmesine kadar ileri gitmişlerdir. Öte taraftan, Yunan Konsolosu, Yunan bayraklarıyla donatılmış gemisiyle, Limasol limanından Enosis naraları ile hareket ettirilip, af ve Larnaka limanlarına demirleyip, limanlarda kendilerini bekleyen Kıbrıslı Rumlarla birlikte, Yunan bayrakları altında, Yunan Marşını okumasına göz yumulmuştur. 

Günlükler 11-07-23 “ALTAN” klasöründe

Kıbrıs Davası Türk Milletinin Tarih Boyunca Bekası Uğruna Sürdürdüğü Ortak Mukavemetinin Ve Ayakta Kalabilme Mücadelesinin Ulusal İfadesidir, Asla Hafife Alınamaz-1
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.