Krıacos Djambazıs

Türkiye’nin Suriye müdahalesi düşünceler ve tespitler






   Ben bir barış savunucusuyum ve herhangi bir biçimdeki herhangi bir savaşa doğrudan karşıyım. Tüm sorunların hatırı sayılır diyalog ve uzlaşıyla çözülebileceğini savunanlardanım. Aşırı konumlanmalar aşırı eylemlere yol açar. Suriye durumunda da aynı şeyin olduğu kanısındayım. Suriye tüm tarafların aşırı davranışlarından çekmektedir. Uzlaşı, diyalog ve sorunların anlaşılması kullanım dışıdır. Aşırı eylemler Suriye’de gündelik siyasi yaşam haline gelmişti. Ülkeyi mutlakıyetçi biçimde yöneten Suriye Devlet Başkanı Esad’ın aşırı eylemlerine ilk planda olan herkes dahil olmuştu. Karşıt cephenin siyasi güçleri de buna dahildi. Bu yüzden de durum uç seviyelere, şiddete ve savaşa; Suriye’nin yıkımına ve çeşitli etnik gruplara ayrılmasına kadar varmıştı. Bu konudaki ilk sorumluluk bizatihi Suriyelilerindir. Tıpkı 1974 öncesinde bizim ülkemizde olduğu gibi.
   Türkiye’nin kuzey Suriye’ye yaptığı müdahaleye değineceğim. Kıbrıs’ın yanı sıra Yunanistan ve başka ülkelerin hükümet unsurları ve Kitle İletişim Araçlarının yorumlarını ele alacağım.

Biraz tarih
 

On yıllardır Türk hükümetleri Kürtlerin silahlı eylemleri ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Kürtler, komşu devletlerden Kürtlerle uzlaşı içerisinde kendi ulus devletlerini kurmak istiyorlardı. Aynı şeyi Irak Kürtleri de yapmıştı. Bir dönem Saddam Hüseyin (1970’li yıllarda) yönetimdeyken bölgelerini yönetmek adına, Irak devleti sınırları içerisinde özerk yönetim bölgesi oluşturma formülünü bulmuşlardı.
   Kürt Hareketi’nin silahlı gruplarının başı Öcalan’ın tutuklanması Türkiye’ye bir takım ılımlaşma getirdi ve Kürtlerin bir dizi haklarının verilmesine yönelik bazı çalışmalar yapıldı. Bu haklar arasında kendi dillerini öğrenmeleri, Kürtçe radyo istasyonuna sahip olmaları ve bunlar gibi şeyler vardı. Maalesef bu çaba da başarısızlığa uğramıştı.

Kürtlerin devlet hakkı var mıdır?
 

Bu soru zor bir sorudur ve basit bir evet veya basit bir hayır ile bu soruyu yanıtlamak mümkün değildir. Fakat içerisinde yaşadığımız asırda bir devletten bölgelerin kopup farklı bir devlet/ulus oluşturmalarının zor olduğu kanısındayım. Özellikle Avrupa sahasında böyle bir girişim oldukça zordur, zira küçük adımlarla da olsa, pek çok sorun yaşansa da devletlerin/ulusların yok olmasına doğru yol alıyoruz. Bu süreç meşakkatli ve istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Son dönemde Avrupa’da da benzer durumlarla karşılaştık. İspanya ve Britanya’da benzer sorunlar ortaya çıktı. Bu bölgelere en sonunda bu ülkelerde yaşayan tüm etnik grupların faydasına olacak biçimde uzlaşıcı ve gerçekçi görüşler hâkim olmuştur.   Şimdi akla şu soru gelebilir: Ama Kürtler geçtiğimiz yüzyılın ortalarından beridir kendi ulus devletlerini kurmak üzere uzun yıllardır silahlı mücadele veriyorlar. Bu insanların hayatlarına mal oldu, kahramanlar ilan edildi ama hiçbir sonuç çıkmadı.

Günümüzde toplumların kahramanlara ihtiyaçları yoktur. Düşünen, her davranışını tartan, kim olduğundan, nereden geldiğinden nereye gittiğinden, siyasi olarak neye inandığından, ideolojik ve dini görüşünün ne olduğundan bağımsız olarak her çeşit insanın yaşamına saygı duyan kişilere ihtiyaçları vardır. Kürtler yaşadıkları devlet içerisinde gelişip ilerleyebilirler. Kıbrıs’ta da tam olarak tartıştığımız bu değil midir? Birleşik bir devlette bir arada yaşama formülünü bulmak için gayret göstermiyor muyuz? Maalesef aşırı eylemler hüküm sürmüş ve bunun sonucunda da pek çok kan dökülmüş, taraflar müzakere masasından uzaklaşmıştır. Bugünse ya çözüm ya bölünme noktasında bulunuyoruz.

Suriye’deki iç savaş
 

Esad rejimini devirme teşebbüsü ile başlayan silahlı mücadele, bizatihi Suriyeliler ve ertesinde IŞİD tarafından ülkelerinin yıkımına götüren acımasız bir iç savaş evrildi. Amerikalılar Kürtleri desteklediler, ekonomik olarak katkı koydular, silahlandırdılar ve bağımsız Kürt devleti vaadiyle onları IŞİD’in önüne sürdüler. Öte yandan, Rusya Esad rejimini destekledi, zira Esad Rusya ve Akdeniz’deki yegâne Rus askeri üslerine hizmet sağlanmasını sürdürecek tek kişiydi. Bu ülkede büyük güçlerin çıkarları çatışma halindeydi.
 

Süper güçlerin rolü

   Şimdi bölgemizde yeni bir sahne oluşmaktadır. Türkiye ABD’nin karşı tarafına geçti, zira Kürt devletinin oluşturulması doğrudan kendi çıkarlarını tehdit ediyor ve böyle bir şey bizatihi kendi ülkesinde Kürtlerle yeni bir çatışma alanı oluşturacaktır. Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlıklar uç boyutlara götürmüş, ekonomik savaşa ve Türkiye’nin NATO’dan kovulmasına ilişkin tehditler savrulmuştu. Erdoğan ise dikkatini kuzeye çevirmiş ve NATO üyesi bir ülke için görülmemiş anlaşmalar yapmıştı. S400’lerle donanmış, Putin’i son model Rus uçaklarını satın almak üzere hazırlamıştı. Sonuçta ABD artık çağdaş Amerikan F35 uçaklarını teslim etmeyi reddediyordu.
   Rusya ile imzaladığı mali anlaşmalar Amerikan yönetimini politikasını yeniden gözden geçirmek durumunda bıraktı. Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde bulundurduğu askeri birliklerini geri çekme ve hususunda uzlaştı ve savunmasız Kürtleri Türkiye’nin çağdaş askeri mekanizması karşısında öylece bıraktı. ABD NATO ve Doğu Akdeniz’deki bir müttefikini, bu bölgede önemli bir rol oynayan bir ülkeyi kaybetmek istemiyor. Türkiye’nin Rusya’nın etkisi altına girmesine izin vermek istemiyor. Zira bu gibi bir durumda Rusya’nın daha geniş bir alana sızması Orta Doğu’da ve Arap Körfezi’ndeki çıkarlarını doğrudan doğruya tehdit eder.

Bu durumda Rusya Suriye’de kalıcılık kazanmış, Esad iktidarının neredeyse tüm Suriye topraklarına değin genişlemesinin koşulları oluşturulmuş, Kürtler güçsüzleştirilmiş ve Kürtleri Türk ordusundan kurtulmak adına Esad’ın kollarına koşmaları bile mümkün hale gelmiştir. Öte yandan, Suriye devleti ile entegrasyonunun mümkün olması adına Kürt devletinin kurulması ve Kürtlerin silahlanmasının önlenmesiyle güvenliğini berkitmesi doğrultusunda fırsat tanımak suretiyle Türkiye’yi de kazanıyor. 
 

Türkiye Müdahalesi
 

Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi haddizatında iki süper gücün ve paradoksal şekilde bu müdahaleye ilişkin hiçbir yorumda bulunmayan Suriye Hükümeti’nin müsamahası ile gerçekleşti. İşte bu sebeple Suriye’nin de rıza göstermiş olabileceğini savunuyorum. Zira toprağının büyük bir bölümünde Kürt devletinin kurulması tehdidi tamamen yok olacaktı. Türkiye’nin topraklarına yapacağı müdahale yolu otoyol haline geldi. Hiçbir güç kendisini durduramaz. İsrail Kürtlere yönelik dayanışmasını ortaya koymuş, onlara elinden gelen her türlü yardımı yapacağını belirtmiş ancak bunlar sözde kalmıştı. Kendisini zor durumda bırakacak bir duruma dahil olmayı arzulamıyor, ne de çağdaş S400 füzeleri ile donanmış olan Türkiye ile karşı karşıya gelmek istiyor. 
   Suriye’de durmaksızın Kürt kanı akıyordu. Bu çatışmanın nereye varacağı meçhuldü.  Bence kesin olan tek şey vardır: Neredeyse yüz yıl önce çizilen bölge sınırları aynen kalacak, bozulmayacak. Kürt nüfusu barındıran Suriye, Irak ve İran gibi ülkeler sakinleşmeye başladılar, zira Türkiye konuyu temizleme ve Kürtlerin yukarıda değinilen ülkelerin toprakları üzerine büyük bir ulus devlet kurma doğrultusundaki her türlü umut veya düşünü dağıtma sorumluluğunu üzerine aldı.

Türkiye’nin müdahalesi barış getirecek mi?
 

Herkesin dilediği budur, ama sadece diliyorlar. Oluşabilecek bir yığın sorun vardır. Bunların bazıları şöyle sıralanabilir: Avrupa’ya yeni mülteci dalgası, IŞİD cihatçılarının Kürtler tarafından korunan hapislerden çıkarılıp özgür kalmaları ve başka ülkelerde terörizmin artması, belki de İslam devletinin yeniden ortaya çıkması… Tüm bu düşünceler siyasi olgu içerisinde sorgulanmaktadır. Yani Türkiye’nin müdahalesinin bölgeye barış mı getireceği yoksa yeniden şiddet kullanım yollarını mı açacağı bilinmemektedir.   Öte yandan, Türkiye’nin Suriye toprağına yaptığı müdahale meşru mudur? Türkiye müdahalesi Uluslararası Hukuk nezdinde gayrı meşrudur. Hiçbir uluslararası organ kararında bu müdahaleyi meşru görmemiştir. Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmak suretiyle güvenlik ve toprak bütünlüğüne ilişkin kaygılarının araştırılmasını talep etmedi. Başvurmadı, çünkü herhangi bir Güvenlik Konseyi mensubu ülke böyle bir başvuruyu desteklemezdi. Türkiye’nin izleyebileceği ve insan hayatlarının kaybının önlenebileceği, bölgenin daha da mahvedilmesinin, binlerce kişinin mülteci olmasının ve bu bölgelerdeki toplumların ailesel ve komüniter dağılmalarının önüne geçilebilecek bir başka yol daha vardı.

Türkiye Suriye, Rusya, ABD, Irak ve İran ile herhangi bir diyalog kurmadı. Bu ülkelerle kurulan diyalog sonucu bir anlaşmaya varılabilir ve kan akmasının önüne geçilebilirdi. Türk Hükümeti akan kana ilişkin duyarsız kalmış ve bu da barış adına yapılmıştı. Çoğunluğu Kürt olan ama Türk askeri de olan gençler vatanseverlik ve ülkenin güvenliği adına heba olmuştu. Türk Hükümeti açısından, konulan “büyük” hedef doğrultusunda insanlar harcanabilir. Bu itibarla kan akmasını durdurma doğrultusunda kullanılabilecek tüm araçları dikkate almamıştı.
   Barış silah ve kanla değil, müdahil olmuş ihtilaf halindeki devletler arasında müzakerelerle, uzlaşmalarla sağlanır. Aynen BM Antlaşması’nda değinildiği gibi…
   Lefkoşa 14/10/2019

 

Türkiye’nin Suriye müdahalesi düşünceler ve tespitler
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.