Krıacos Djambazıs

Gerçek bir 1964 hikâyesi






Afanya, Şubat 1964.
   Hatırladığım kadarıyla öğlen saat 2.30 dolaylarındaydı. Çıkmıştım ve Lefkoşa’da Kordos’un Han’ından otobüse binecektim. Kordos’un Hanı kadın pazarının yanındaydı. Orada Aşşa’ya giden otobüsler park edilmiş dururdu. O otobüse binip köyüme giderdim. Şubat ayıydı, hangi gün olduğu hatırımda değildir. Aşşalı Kutakos’un otobüsünden indim. Öyle bilinirdi. Doğru hatırlıyorsam kendisine Yorgos diye çağırıyorlardı. Her daim yukarı mahallede, Solomos’un kahvesinin önünde inerdim. Köyümüzün postacısıydı. Herhangi bir mektup olup olmadığına bakardım. Her gün terzi olan arkadaşım Yannis’te bir durak yapardım. Yannis Ğavriil 1955-1959 EOKA’sındaydı. 1974 yılında kayıp olmuştu. Kemiklerini gömdükleri ve kendisini sonsuz yolcuğa uğurladıkları zaman arkadaşım için bir hikâye yazdım. Benim her daim sevdiğim bir kişiydi.
   1963-64 yılında tartışmalarımızın gündemi günlük çatışmalar ve siyasi durumdu. Yannis çok düşünceliydi. Bana şunu söylerdi: – “Şimdi yapdıkları deliligdir. Re gumbare, nabdı bize bu masum Türkler da öldürürler genneri? ENOSİS yokdur. Bitdi. Daha annamadılar?
   Arkdaşım Yannis’in bu sözleri halen kulaklarımda yankılanıyor. Yannis’in Kitsios adında bir erkek kardeşi vardı ve meşhur EOKA’cılar mücadele sonrasında çok vahşi biçimde onu öldürmüşlerdi. Öldürmelerinin sebebi, Stefanidis cinayetini bilmesiydi. Bu konuya ilişkin Makarios Druşotis pek çok şey yazmıştır. Arkadaşım Yannis için yazdığım ve 11/12/2017 tarihinde ALİTHİA gazetesinde yayınladığım veda yazısında bu hikayeye de değinmekteyim.
   Kendisi yaşça benden büyüktü, daha fazla yaşam tecrübesi vardı ve ben genç olarak kendisiyle hemfikirdim. Farklı partilere aittik ama bu hemfikir olmamıza engel teşkil etmiyordu. Ben daha gençtim ve fanatik bir solcuydum. O şubat gününde kendisiyle vedalaşıp eve doğru yol almaya başlamıştım. Evde müteveffa annemin hazırladığı sıcak yemeği yiyecektim. Garsoni’nin evinin karşısında polise ait iki Land Rover durdu. Land Rοverler tıka basa Zaruret Hali yönetimi polisleriyle doluydu. Polisler silah ve mitralyözlerle donanmış durumdalardı.
   Aşağı mahallenin kasabı olan Garsoni Hanut’un*içerisindeydi ve eski muhtar olan Hristofis ile sohbet halindeydi. Garsoni ve Hristofis akrabaydı. Hristofis uzun yıllar boyunca köyün muhtarlığını yapmıştı ve köylülerinden müthiş bir sevgi ve saygı görüyordu. Hem Kıbrıslı Rumlar hem Kıbrıslı Türkler onu sayıyorlardı. Ayrımcılık yapmazdı. Onu köyün Kıbrıslı Türkleri de seviyorlardı, çünkü onurlu bir kişiydi ve onları görmezden gelmiyordu. Yardıma ihtiyaç duyduklarında hemen koşuyordu. Bir zaman, İngiliz döneminde köyün tek muhtarı vardı ve oda Hristofis’ti.
   Polislerin ne istediklerini anlamak üzere ben de orada durdum. Land Roverlerin yüzlerinin Kıbrıs Türk mahallesine dönük olması dikkatimi çekmişti. Belinde iki tabanca olan bir subay indi ve yanlarına gitti. Ben de köylülerimin yanına gittim. Subayın ne diyeceğini duymak istiyordum.
   Karşılıklı konuşma şu şekilde olmuştu:
   Polis subayı:
   -Türkleri köyünüzden kovmaya geldik.
   Hristofis: Size kim dedi köyümüzden Türkleri govmak isterik diye?
   Subay: E biz bu amaçla geldik.
   Hristofis: Dinle evladım ne deycem sana. Al polislerini da başka yere git. Ben muhtar (yalan söylemişti, o esnada muhtar değildi) olarak karşında duracağım. Önce beni çiğne, sonra köylülermi. Başga yere gidiniz köyümüzü rahat bırakınız. Köyümüzdeki Türklerlan herhangi bir problemimiz yokdur.
   Subay arabasını alıp gitti. Başka bir şey söylemedi.
   Yıllar geçti. Bir gün geçmişte polislik yapmış ve şu anda emekli olan çok iyi bir arkadaşımla sohbet ederken konu dönüp dolaşıp bu konuya gelmişti. Kendisine bu hikayeyi anlattım. Arkadaşım Andros şöyle demişti:
   – Kirykos, ben de Land Roverlerin bir tanesinin içerisindeydim. Poliste işe girdiğim ilk gündü. Bizi iki Land Rover’in içerisine koymuşlar ve Türkleri kovmak üzere Afanya’ya gideceğimizi söylemişlerdi. Subay idi. Köyüne vardık. Gittiğimi yer Aşşa’dan geldiğinde karşına çıkan bir meydandı. Subayımız indi, oradaki insanlarla konuştu ve dönmemizi emretti. Homurdanıyordu ama ne dediğini anlamamıştım. Bereket versin köylün oraydı da bizi kovmuştu. Ben olacaklardan çok korkuyordum. Toydum.
   Köyüm 1964 yılının Şubat ayında toplu katliamdan bu şekilde kurtulmuştu. Hristofis her neredeyse sağ olsun. Aziz Afanyalı. Her şeyden önce insan. İnsanı her şeyin ötesine koyan bir insan… Kendisini yad edeceğim çünkü onun tutumu bana çok şey öğretmiştir. Her şeyden önce, milliyetinden ve dininden bağımsız olarak insanları sevmeyi öğretti. İkinci olarak müteveffa Hristofis’in yaptığı gibi suskun kalmayıp onları savunmayı öğretti. Hristofis susmamış, Kıbrıslı Türk olduklarına bakmaksızın köylülerinin önünde siper olmuştu. “Önce ben, sonra Kıbrıslı Türk köylülerim.” Hristofis, sade bir insan olarak çok büyük bir öğretici söz etti. Kıbrıslı Rumlar susmamış olsalar ve Kıbrıs Türk toplumunu Kıbrıslı Rum ekstremistlere karşı savunmuş olsalardı ülkemizin tarihi farklı olabilirdi.
   Şubat ayı katletme ayıydı. Kıbrıslı Türkler kafalarının mahallelerinin veya köylerinin dışına çıkardıkları anda “yurtseverlerin” onları öbür dünyaya gönderdikleri bir aydı.

 

*Hanut: Küçük dükkan, Ermenice Hanut sözcüğünden gelir. 1360-1450 yılları arasında yaşamış Kıbrıs tarihine ilişkin vakayiname yazmış ve Lüzinyan döneminde üst düzey bir makama gelmiş Leondios Maheras buna değinir.
 

Gerçek bir 1964 hikâyesi
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.