
Güney Kıbrıs’a hükümet edenler hidrokarbon yataklarının keşfedilmesi (?) ve İsrail ile Mısır’ın varlığıyla Doğu Akdeniz sahasında önemli bir güç haline geldikleri sanrısına vardılar ve bazen İsrail bazen Mısır ile bezense Ürdün ile belgeler imzalamaya başladılar. Esad’ın iktidarı düzenli bir hale geldiğinde Esad ile de imzalamasını ihtimal dışı görmüyorum. Deniz parsellerini bazen Fransız, bazen İtalyan şirketleri ile paylaşmak suretiyle bölgenin süper gücüne dönüştükleri kanısına vardılar. Hatta öyle bir süper güç olduklarını sandılar ki komşu devletlere rol dağıtabilecekleri kanısına vardılar. Hiç irdelemeden ve tereddüt etmeden bölgedeki denge unsuru teşkil ettiklerini iddia ediyorlar. Bunu yaparken Kıbrıs’ın bu bölgede çözülmemiş tehlikeli bir sorun olduğunu unutuyorlar tabii. Birkaç yıl öncesinde Kıbrıs bankaları da aynı biçimde davranmaktaydılar. Bu bankalar yabancı sermaye vasıtasıyla neredeyse tüm Avrupa’ya yayılmışlardı. Nihayetinde çöktüler, ekonomiyi çökerttiler ve insanları fakirlik durumuna getirdiler. Bu yaşanmış deneyim bir sorgulama unsuru haline gelmemişti. Bu politikanın, hidrokarbon yataklarının çıkarılması ve bölgemizdeki küçük ve önemsiz Kıbrıs’ımızın oynayabileceği rol konusundaki tutumunda devlet liderliği tarafından aynen kopya edildiğini tespit edebiliriz.
Bu dış politika planlamalarında ve hidrokarbonlardan (tabii var oldukları tespit edilirse) faydalanılması hususunda Kıbrıslı Rum liderler Türkiye boyutunu ve Türkiye’nin jeopolitik bağlamda mevcudiyetini göz ardı ediyorlar. Muzaffer bir edayla kükrediği vakit kendilerinin halihazırda planladıkları şeylere katılmaya davet edip duruyorlar. Bu söylediklerine kendileri de inanıyorlar mı yoksa Türkiye ile liderliğini küçümseme yönünde ifade mi kullanıyorlar ben de tam anlayamadım. Ama kesin olarak anladığım bir şey varsa o da bu kişilerin öğrenciyken kendilerine doğru düzgün coğrafya öğretilmediğidir. Değnekle Kıbrıs’ın kuzeydeki komşusunu, yüzölçümünü, nüfusunu, ekonomisini göstermemişler belli ki. Bu ülkenin siyasi planlamalarından ve ekonomik çıkarlarından bahsetmiyorum bile. Bizde hüküm sürenler, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde kalmışlar. İşte bu yüzden Kıbrıs Rum toplumunda devamlı surette Türkiye’nin çökmesi ve bölünmesine ilişkin komplo teorileri dolaşıp duruyor. Kıbrıs Rum liderliğinin beynini ele geçirmiş olan kibir onları kör ediyor ve bölgemizdeki barışa tehdit teşkil edecek şekilde gerçek olaylar gelişirken onlar nereye baktıklarını bilmiyorlar. Kritik anlar yaşıyoruz, politikası ile Türkiye’yi dükkana girmiş fil durumuna sokuyor. Şu andaysa hepimiz akılcı olmayan politikanın sonuçlarını yaşıyoruz.
Kıbrıs Rum liderliği politikasını Kıbrıs devletinin başlangıç noktasına taşımalıdır. Zürih-Londra anlaşmalarını kastetmiyorum, o dönemde hüküm sürmüş olan iki toplumluluk ruhunu kastediyorum. Kıbrıslı Rumlar çoğunluk-azınlık pozisyonunda kalmaya devam ederlerse Kıbrıs’ın kaderi Kıbrıs halkı için tehlikeli olacaktır. 1959 uzlaşılarının özü alınırsa, iki toplumluluk ve toplumların eşitliği siyasi eşitlik ve Kıbrıslı Türklerin federal devlet organlarına etkin katılımlarıyla ifadelendirilirse toplumların barış içerisinde bir arada yaşamaları ve adanın tüm sakinleri için bir hukuk, eşitlik ve adalet devleti oluşturmanın yolları açılacaktır. Hannah Arendt’in yazdığı bir kitapta Homeros’a atfedilen ve bizim durumuzla tamamen uyuşan bir kesiti alıntılayacağım: “Sanırım Homeros’un Truvalıların muvaffakiyetlerini Akaların muvaffakiyetleri kadar övmeye ve soyunun kahramanı Aşil ile mağlubun düşmanı olan Hektor’a verdiği şan ve şerefin aynı düzeyde olmasına karar verdiği anın peşine düşülmelidir. Böyle bir şey daha önce hiç olmamıştı. Hiçbir medeniyet dost ve düşmana, galip ve mağluba aynı mesafede durmamış, aynı mesafeden bakmamıştı. Bu durum Homeros ve ertesinde de, kişilerin değerlendirilmesi bakımından vazgeçilmez bir kriter olması gerekmesine karşın kişilerin değerlendirilmesi bağlamında vazgeçilmez bir kriter olmamıştı.” (Arendt’in sınırlı sayıda basılmış olan “Hürriyet, Hakikat ve Siyaset” isimli kitabından). Bunlar siyasiler açısından oldukça bilgece sözlerdir.
Şayet küçük yurdumuzda gerçekten barışı arzuluyorsak milliyetçi gaddarlığın kurbanı olan kahramanlarımızı onurlandıralım, rahat uyumalarını sağlayalım ve bir toplumun diğer toplumu onurlandırmasıyla geleceğe yürüyelim. Aynı vücuduz, ikiye bölünerek yaşamımızı sürdüremeyiz. Tarih liderlerimizi bu tarihi çağrıya yanıt vermeye çağırır.
Yorumlar kapalı.