Konuk Yazar

Kayıp kavramı, yolsuzluklar ve sorunlar




Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeki ÖZNAÇAR

Kayıp kavramı psikiyatride çok geniş bir konudur ve farklı kaynaklarda farklı kavramsallaştırmalara rastlanabilir. Özellikle dünya çapında konu ile ilgili önemli çalışmaları olan Kıbrıs Türkü Prof. Dr. Vamık Volkan hoca için ayrı bir parantez açmak gerekir. Kendisinin ülkemizle de ilgili olan çeşitli çalışmalarının okunmasını tavsiye ederim.
Bu yazıda kayıp kavramını güncel olaylarla bağlantılandıran bir yorumlamada bulunacağım.
Kayıp denildiğinde ilk ve belki de en sık akla gelen şey, bir insanın ölümdür.
Ancak kayıp kavramı ölümle sınırlı değildir. Ve hayatımızın istisnasız şekilde her alanında ve her anında fark edilen veya fark edilemeyen kayıplar vardır. Bu kayıpların sonucunda da farklı tepkiler ve yas süreçleri ortaya çıkar.
Ben, kayıp kavramını, gerçeğin hoşa gitmeyen tarafları şeklinde genişleterek düşünmeyi yararlı buluyorum.
Zihnimizin neyi kayıp olarak algıladığını anlamak için kayıp kavramını, herhangi bir isteğin olmaması veya istenmeyen herhangi bir şeyin olması şeklinde de düşünmek yanlış olmaz. Gerçeğin hoşa gitmeyen taraflarının kısa vadede veya uzun vadede verdiği sıkıntılarla da ruhsal enstrümanlarımız aracılığı ile mücadele ederiz. Fark edilen ve fark edilmeyen kayıplara verdiğimiz tepkiler de tutum ve davranışlarımızı şekillendirir diyebiliriz.
Örneğin zengin olmak isteyen birisinin bu isteğini gerçekleştirmek için beklemesi, sabretmesi ve uygun yollardan para kazanmaya çalışması gerekir. Bu da aslında zengin olma yolculuğunda yaşanacak olan birtakım kayıplar demektir. Çünkü kişi anında ve emek harcamadan zengin olmadığında, zorluklara ve istemediği bir şeylere yani kayıplara tahammül etmesi gerekecek demektir. Kayba tahammülü iyi olan birisinin zaman içinde uygun yollardan para kazanıp düşlediği gibi zengin olması olasıdır. Tersine kayba tahammülü düşük olan birisi ise, hızlıca zengin olmak için uygunsuz yollara başvuracağından hapse düşebilir.
Yani, zengin olmak isteyen birinin ünlü ve saygın bir işadamı mı yoksa bir hapishane mahkumu mu olacağını belirleyenlerden şeylerden önemli bir tanesi kayıp deneyimlerine karşı tepkisidir diyebiliriz. Yolsuzluk olaylarında kişilerin çok çeşitli ruhsal dinamikleri olsa da, temelde bir yasa ihlali, beklememek ve bir zorluğa katlanmamak için kısa bir yol tercih etme durumu vardır. Bu da kayıp kavramı üzerinden yorumlanabilir.
Kayba karşı tutumumuz özellikle hayatın ilk yıllarındaki yaşantılarımızla ve psikolojik olgunlaşma sürecimiz ile ilişkilidir.
Bireysel kayıpların yanında toplumsal boyutta kayıplar da vardır. Savaşlar, göçler, ekonomik zorluklar, doğal felaketler, kötü yönetimler vb. toplumsal boyuttaki kayıplara örnektir.
Demokrasinin gerçek anlamda uygulanabilmesi de toplumsal olarak kayba verilen tepkiyle yakından ilişkilidir. Çünkü demokrasi azınlığın istemediği bir şeylerin yani kayıpların olması demektir.
Yasalara ve kurallara uymak kaçınılmaz olarak isteklerin sınırlanmasını getireceği için kayıp deneyimleri olarak yaşanır.
Bazen çelişkili gibi görünün en davranışlar da ortaya çıkar. Bir kişi hem ülkedeki düzensizlik ve usulsüzlüklerden yakınıp hem de iş kendine gelince kurallara uymak istemeyebilir. Örneğin hem kazalar olmasın isteyip hem de trafik kurallarına uymamak gibi. Ya da ülkedeki partizanlıktan şikayetçi birisinin yakınını işe aldırmak için parti yetkililerinden ricalarda bulunması gibi örnekler ülkemizde de yaygın olarak gözlemlenebilir.
Kaybın niteliği ve büyüklüğü de önemlidir. Zorlayıcı kayıplar bazen o kadar sıkıntı vericidir ki, bu sıkıntıyla mücadele etmenin işlevsiz yollarına başvurulur. Bunlardan birisi de gerçeklikten kopmaktır. Gerçeği ters yüz edersek, hayali olarak kaybı inkar etmiş oluruz. Bu sayede kaybın yarattığı sıkıntıdan kurtuluruz ancak bunun çok önemli bir bedeli ortaya çıkar. O da akıl hastalığıdır. Yani gerçeği ters yüz edip hayali bir gerçeklik yaratmak.
Dolayısıyla gerçeğin hoşa gitmeyen tarafları ile mücadele ederken kullandığımız yöntemler de önemlidir.
İşlevsel olanlar ilerlemeye imkan tanırken, işlevsiz olanlar gerçeklerle mücadelemizde işe yaramayan yöntemlerdir.
Kıbrıs Türkleri olarak bizlerin de toplumsal olarak çok önemli kayıp deneyimleri oldu. 1974 öncesinde yaşanan trajedilerin ve onların devam eden etkileri her alanda kendini hissettirmekte.
Bunların yanı sıra, ülkemizin tanınmaması, izolasyonlar altında olması, ekonomik kötüleşme, düzensizlikler, belirsizlikler, yolsuzluklar ve partizanlıklar nedeniyle güncel toplumsal kayıplar yaşanmakta. Bu açıdan su alan bir gemi benzetmesi yapmak yanlış olmaz.
Su alan bir gemide herkesin birbirini suçladığını, geminin rotasını veya neden bu gemi ile yola çıkıldığını tartıştığı veya bu geminin aslında var olmadığının konuşulduğu bir ortamda haliyle bu yöntemler de işlevsiz olacaktır. Çünkü hiçbirisi alınan yaraları tamir etmeye ve ilerlemeye yardımcı olan yöntemler değildir. Olanlar için üzüntü duymak, uygun düzeyde bir kaygı, durumun gerçeğe uygun şekilde değerlendirilmesi, elden gelenlere odaklanmak, samimiyet ve işbirliği yapmak ise işlevsel olacaktır.

 

Kayıp kavramı, yolsuzluklar ve sorunlar
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.