

Birçoğumuz sabah gözümüzü açar açmaz telefonumuza uzanıyoruz. Tatil fotoğrafları, başarı hikayeleri, kusursuz ilişkiler… Sosyal medya, sanki her şeyin en güzel versiyonuyla bizi karşılıyor. Peki, bu “kusursuz” hayatlar bize gerçekten ne katıyor? Daha mı mutlu hissediyoruz, yoksa içten içe kendimizi kıyaslıyor ve eksikmişiz gibi mi hissediyoruz?
Pew Research Center’ın 2022 yılına ait araştırmasına göre, yetişkinlerin %46’sı sosyal medyada geçirdikleri zamanın özsaygıları üzerinde olumsuz etkiler yarattığını belirtiyor. Peki, bu durum yalnızca yetişkinlerle mi sınırlı? Elbette hayır. Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde sosyal medyanın ruh sağlığımıza nasıl etki ettiğine dair gerçekleri konuşalım istiyorum.
Çocukluk: Gerçek oyun alanları yerine dijital dünyalar
Çocuklar için dünya, keşiflerle dolu bir oyun alanıdır. Ancak bugün, bu alanlar yerini sosyal medya videolarına ve parlak ekranlara bırakıyor. Çocukluk, bireyin kimlik algısının temellerinin atıldığı bir dönemdir. Ancak sosyal medya, bu süreci sekteye uğratabilir. Çocuklar, ekranda gördükleri idealize edilmiş görüntülerle kendilerini kıyaslayabilir ve kendi dünyalarını yetersiz bulabilirler.
Festinger’in Sosyal Karşılaştırma Teorisi tam da bu noktada devreye giriyor: İnsanlar, kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak değerlendirme eğilimindedir. Bu durum, sosyal medyada gördükleri “kusursuz” görüntülerle çocukların benlik algısını olumsuz etkileyebilir.
Bir danışanımın 9 yaşındaki çocuğu, sosyal medyada gördüğü oyuncaklara sahip olamadığı için kendini eksik hissediyor ve bu nedenle sık sık ağlıyordu. Aileyle birlikte ekran süresini sınırlamak ve çocuk için gerçek dünyada eğlenceli aktiviteler oluşturmak, bu yetersizlik hissini büyük ölçüde azalttı.
Peki, biz yetişkinler, çocuklara sosyal medyanın gerçek bir dünya olmadığını anlatmak için yeterince çaba harcıyor muyuz? Onları gerçek oyun alanlarıyla tanıştırıyor muyuz?
Ergenlik: Beğeni sayıları ve kimlik arayışı
Ergenlik dönemi, bireyin kimlik inşa etmeye çalıştığı, başkalarının onayına en çok ihtiyaç duyduğu dönemdir. Ancak sosyal medya, bu ihtiyacı bir bağımlılığa dönüştürebilir. “Kaç kişi fotoğrafımı beğendi? Daha popüler biri mi olmalıydım?” gibi sorular ergenlerin zihnini meşgul ederken, özsaygıları da beğeni sayılarına bağlı hale gelebilir.
Deci ve Ryan’ın Öz-Determinasyon Teorisi, bireylerin dışsal ödüllerle motive olduklarında doyumsuz bir döngüye girebileceğini belirtir. Sosyal medya da ergenleri bu doyumsuz onay arayışı içine sokabilir.
Bir yakınım, sosyal medyada arkadaşlarının “mükemmel” görünen hayatlarını izledikçe kendi hayatını sıkıcı buluyordu. Kendisine, “Senin için önemli olan başkalarının seni nasıl gördüğü mü, yoksa senin kendini nasıl gördüğün mü?” diye sorduğumda, aslında kendi değerlerini görmezden geldiğini fark etti. Bu keşif, onun için gerçek olan başarılarına odaklanmasına ve kendine daha nazik davranmasına yardımcı oldu.
Yetişkinlik: Başarı yarışı ve dijital yorgunluk
Yetişkinlik, sorumlulukların ve beklentilerin yoğun olduğu bir maraton. Bu süreçte sosyal medya, keyifli bir zaman geçirme aracından çok yeni bir yarış pistine dönüşebilir: Kim daha başarılı, kim daha mutlu, kim daha fazla seyahat ediyor? Bu yarışta gerçekten kazanan kim?
Sosyal medya, yetişkinlerde “FOMO” (Fear of Missing Out) olarak bilinen “bir şeyleri kaçırma korkusunu” tetikliyor. Arkadaşlarının kariyer başarılarını, tatillerini veya mükemmel ilişkilerini izlemek, bireylerin kendi hayatlarını yetersiz görmesine neden olabiliyor. Ancak burada unutmamız gereken bir şey var: Sosyal medya, yalnızca vitrinde sergilenen cilalanmış anlardan ibarettir.
Bir danışanım, sürekli sosyal medyada gördüğü içeriklerle kendini kıyasladığı için tükenmişlik hissediyordu. Kendisine şu soruyu sordurttuğumda önemli bir farkındalık kazandı: “Bu içerikler beni motive mi ediyor, yoksa baskı mı yaratıyor?” Bu soruya dürüst bir yanıt verdiğinizde, dijital dünyayla kurduğunuz ilişkiyi yeniden değerlendirme şansı bulabilirsiniz.
Dijital ve gerçek hayat dengesi
Sosyal medya, doğru kullanıldığında güçlü bir araç olabilir. Ancak gördüğümüz içeriklerin çoğu, gerçek hayatın yalnızca “en iyi anlarını” yansıtır. Herkesin kendi mücadeleleri, görünmeyen hikayeleri vardır. Bu nedenle, sosyal medyaya bakarken gerçeği sorgulamak önemlidir.
Belki de bu yazıyı okuduktan sonra telefonunuzu bir kenara bırakır ve şu soruyu kendinize sorarsınız: “Bugün sosyal medyada geçirdiğim zaman bana gerçekten iyi geldi mi?” Eğer bu soruya dürüst bir yanıt verirseniz, dijital dünyadan bir adım uzaklaşarak gerçek dünyadaki mutluluğa bir adım daha yaklaşabilirsiniz.
Yorumlar kapalı.