Irmak ÇAVUŞOĞLU KANBUR

Kaygının fısıldadıkları: Anlamak ve dönüştürmek






Hayatınızda hiç kaygının sizi ele geçirdiği bir an yaşadınız mı? Kalbiniz hızla çarparken düşüncelerinizin bir girdap gibi kontrolünüzden çıktığını hissettiniz mi? Kaygı, insanlık tarihi kadar eski bir yol arkadaşı. Çoğu zaman bir düşman gibi algılanır; oysa birçok durumda hayatta kalmamız için hayati bir mekanizma işlevi görür. Psikolojide kaygı, genellikle “bir tehdit ya da belirsizlik karşısında verilen doğal bir yanıt” olarak tanımlanır yani gerçek tehditlere karşı sağlıklı tepkiler vermemizi sağlar. Ancak günümüzde kaygı, yalnızca hayatta kalma refleksinden öteye geçmiş durumda; birçok insan için bir yük, bir engel, hatta kontrolsüz bir sis bulutuna dönüşmüş durumda.
Kaygının biyolojik temelini anlamak, onun varlığını kabullenmemizi ve anlamlandırmamızı kolaylaştırabilir. Kaygının kökeni, beynimizin hayatta kalma mekanizmalarına dayanır. Beynimizdeki “amigdala” adı verilen bölge, tehdit algılandığında devreye girer ve vücudu harekete geçiren sinyaller gönderir. Bu mekanizma tarih boyunca bizi yırtıcı hayvanlardan ya da tehlikelerden korumuştur. Ancak modern dünyada tehditler artık fiziksel olmaktan çıkıp çoğunlukla zihinsel hale geldi; bir sunum yapmak, geleceğe dair belirsizlikler ya da sosyal ilişkilerdeki riskler gibi. Böylesi zamanlarda, beynimizdeki prefrontal korteks, tehditleri mantık çerçevesinde değerlendirme ve çözüm üretme görevini üstlenir. Ancak kaygı aşırı aktive olduğunda, amigdala baskın hale gelir ve bu denge bozulur. Böylece, sürekli bir stres döngüsüne girebiliriz.

Kaygıyı bastırmak mı, anlamak mı?

Peki, kaygıyla nasıl başa çıkabiliriz? Psikoloji literatürüne göre kaygıyı bastırmaya çalışmak genellikle ters teper. Sevdiğim bir metaforla açıklayacak olursam: Denizde olduğunuzu ve elinizde kocaman kırmızı bir su topu tuttuğunuzu düşünün. Bu top kaygılarınızı temsil ediyor. Siz, onu var gücünüzle suyun altında tutmaya çalışıyorsunuz. Ne kadar dayanabilirsiniz? 10 dakika, belki 1 saat? Zaman geçtikçe yorulduğunuzu fark eder ve sonunda topu tutamaz hale gelirsiniz. Top, beklemediğiniz bir anda suyun yüzeyine büyük bir hızla fırlayarak çıkar. Bu metafor, kaygıyı bastırmaya çalışmanın onu büyütmekten başka bir işe yaramadığını açıkça gösteriyor. Bu noktada, Bilişsel Davranış Terapisi (BDT), Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) gibi yaklaşımlar, kaygıyı bastırmak yerine onunla yeni bir ilişki kurmayı önerir. Kaygıyı bir düşman olarak görmektense bir öğretmen olarak kabul etmek, daha sağlıklı bir çözüm sunar.
Kendi mesleki deneyimlerimden bir örnek vermem gerekirse, bir danışanım, “Her sabah gözümü açtığımda içimde bir sıkıntıyla uyanıyorum. Sanki sürekli tetikteyim ve bu durum hayatımı ele geçiriyor,” demişti. Onunla birlikte kaygıyı anlamaya çalıştık ve en son ona “Kaygınız size ne anlatmaya çalışıyor olabilir?” diye sordum. Bir süre düşündükten sonra, “Belki de kontrolümde olmayan şeyleri kabul etmem gerektiğini hatırlatıyor,” dedi. Bu farkındalık, onun için bir dönüm noktası oldu. Kaygıyı bir yük değil, bir sinyal olarak görmeye başlamıştı.
Bilimsel araştırmalar da bu fikri destekliyor. Örneğin, Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya göre, düşük seviyeli kaygı, insanların sorun çözme becerilerini geliştirebilir ve dikkati artırabilir. Ancak kaygı kronik hale geldiğinde, zihinsel ve fiziksel sağlığa zarar vermeye başlar. Bu nedenle kaygıyı tamamen yok etmek yerine onunla sağlıklı bir ilişki kurmak, çok daha etkili bir çözüm olabilir.
Yeni yıl: Kaygıya yeni bir bakış

Uzun lafın kısası, kaygı, bizim için önemli olan bir şeylerin varlığını işaret eden doğal bir zihinsel tepkidir. Ancak her kaygı aynı değildir; gerçek bir tehdidi mi yoksa yalnızca zihnimizin bir yorumu mu temsil ettiğini ayırt edebilmek önemlidir. Bu farkındalık, kaygının üzerimizdeki kontrolünü azaltmanın ilk adımıdır.
Bu yeni yılda, kaygıyı bir düşman gibi görmek yerine, zihnimizin bize sunduğu bir düşünce olarak kabul etmeyi deneyebiliriz. Kaygıya, onun anlamını sorgulamadan teslim olmak yerine, merakla yaklaşabiliriz: “Bu düşünce bana ne anlatmak istiyor?” ya da “Gerçekten bu kadar tehdit edici mi?” sorularını sormak, kaygının üzerimizdeki etkisini hafifletmeye yardımcı olabilir.
Yeni yılın, kaygılarımızla barış içinde bir yıl olması dileğiyle…

Kaygının fısıldadıkları: Anlamak ve dönüştürmek
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.