Hasan Hastürer

Yanarak pişmek mi, yanarak yok olmak mı?






   Hatasız, benzetme olmaz.

   Benzetmede de, hata olmaz.

   İnsanların yaşam yolculuğu, mangal üzerindeki şişe dizili et gibidir.

   Mangalın başındaki deneyimliyse, etler kontrollü olarak pişer ve masadakiler bayıla bayıla yer. Hele etlerin arasında kuyrucuk da varsa, lezzet zirve yapar.

   Mangalın başındaki deneyimsizse, ya da mangal başı nöbetini tamam tutmazsa, etler yanarak, yenilemez hale gelip, yok olur. Şiş kebabı için masaya oturanlar, kısmette ne varsa onu yiyerek, masadan kalkar.

***

İnsanların yaşam yolculuğu, mangal üzerindeki şişe dizili et gibidir…

Evet, aynen öyle.

   Sevgi hayatın en önemli gıdasıdır.

   Sevgisiz hayatta, acılar her zaman iktidardır.

   … Ve acılar mangaldaki kömür gibi bizi yakar.

   Kontrol edebilirsek, acılar bizi pişirir, yaşama daha gerçekçi bakmamızı sağlar.

   Daha gerçekçi bakmamızı sağlarken, hayata daha olgun, daha insani bakmayı da destekler.

   Maddiyat sınırları içine giren değerler, önemsizleşir.

   Eğer acılar, insanı pişirecek yerde yakarsa, o yanan kişi insani değerlerini kaybeder. En yakınındakiler dahil, herkes için pimi çekilmiş bomba olur.

***

Benim çok sayıda arkadaşım var ki, yakın çevrelerinin dışına taşan popülariteleri yok gibidir. Tanıyanlar için nesli tükenmekte olan MÜKEMMEL BİRER KIBRISLI TÜRKLERDİR.

Elbette bu kural, sadece Kıbrıslı Türkler için değil, adada ya da dünyanın değişik köşelerinde yaşayanlar için de geçerlidir.

Yine de bu satıları, Kuzey Kıbrıs’ta, ağırlıkla, çok uzun yıllar, burada yaşayanları örnek alarak yazıyorum.

***

Bu satırların yazarı olarak, en iyimser olarak yaşayabileceğim ömür süremin altıda beşini geride bıraktım sayılır.

   Çok küçük yaşta ailece yaşadığımız çok büyük bir acı, tüm aile bireylerini etkilerken, yaşça en küçük olduğum ve de yüzleştiklerim nedeniyle en çok beni etkiledi.

   O gün dakikalarla sınırlı zaman dilimi içinde, en az 25 – 30 yaş büyüdüm.

   Öyle olunca çocukluğumu da, ergen yıllarımı da, gençlik yıllarımı da yarım, hatta urup gülümseyerek yaşadım. Maddi hedefler, statü sahibi olmalar hayatımdan kayıp gitti.

1.92 boyum ve iri kıyım bedenimin içinde yufka bir yüreğim oldu. Empatiyi hep hüzün biriktiren olaylarda yaşadım.

***

   Önce ben, sonra, çocuklarım bedel ödedik. “Gazeteci kendi özel sorunlarını yazmaz” deyip gıkımı çıkarmadım. Hatta, yanlış anlaşılmasın diye, hiç bir şey yokmuş gibi, yazdım, konuştum.

   Ancak anladım ki acılar bazılarının insani duygularını yakar, geriye insana şeklen benzeyen yaratıklar kalır. Öyle insanları muhatap almak, onlarla bir olmak sayılır, diye muhatap almazsınız.

Hatta kendi özelimde hiçbir şey yokmuş gibi davranırım, yazıp, konuşurum.

   Benim yüzümden çocuklarım bedel ödedi… Hiç beklemezdim, benim yazıp söylediklerimden yola çıkıp toruncuklarımı incitenleri görüyorum.

   Bu yazdıklarımdan öteye geçmeden gene sineye çekecem. Ama karşılık vermeyecek olsam da asla unutmayacağım.

                                                                        ***

Gündem bu kadar yoğunken bu yazıyı neden yazdım.

Geçtiğimiz hafta Cuma gününden başlayarak hep yazmak istedim ama vazgeçtim.

   Dün akşam da yazma niyetim yoktu.

   Nereye kadar?

   Salim Akbaş’la telefonda konuşup, tam da bu yazının ruhunu ele alırken. Salim, “Benim çok sayıda arkadaşım var ki, yakın çevrelerinin dışına taşan popülariteleri yok gibidir. Tanıyanlar için nesli tükenmekte olan MÜKEMMEL BİRER KIBRISLI TÜRKTÜRLER” tanımlamama yüzde yüz uyan Lurucinalı bir arkadaşımdır. Bu satırları hem kendim, hem de Salim için yazdım.

Yazmasam, başımı yastığa koyamazdım.

Yanarak pişmek mi, yanarak yok olmak mı?
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.