
Güney’in başkanı Nikos Hristodulidis’in açıklamalarını takip ediyorum.
Pazar günü bir etkinlikte yaptığı konuşmanın bir kesiti de şöyleydi:
“Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında güven tesis edilmesi gerekir. Bu açıklamayı herkese yapmış olmasını memnuniyetle karşılıyorum.
Holguin ile sürekli temas halindeyim, kendisi Kıbrıs’ta olmayabilir ama sürekli temas halindeyiz, çabalarına devam etmek üzere Kıbrıs’a gelecek.
Tüm bu çabanın, Genel Sekreter’in görev tanımından, iki kesimli iki toplumlu federasyondan başka bir şey olmayan çözümün spesifik çerçevesinden kaynaklandığını belirtmek de önemlidir. Ve bu çaba devam etmektedir.
Zorluklara rağmen, müzakereleri yeniden başlatmak, bugüne kadar elde edilen kazanımların üzerine yenilerini eklemek ve Kıbrıs sorununun çözümünden başka bir şey olmayan hedefe ulaşmak için, mümkün olan her şeyi yapmaktan başka seçenek yoktur.
Birçok temas yapılmakta, birçok görüşme yapılmaktadır, her şey kamuoyuna açıklanmıyor. Günün sonunda herkes ve her şey nihai sonuca göre değerlendirilecektir. Bu yüzden aceleci davranmayalım. Çabalarımızı sürdürüyoruz ve hedefimize ulaşmayı gerçekten ümit ediyoruz, zira bundan başka bir seçenek yok.”
***
“Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında güven tesis edilmesi gerekir.” diyor Hristodulidis.
Tam da bu noktada Türkiye’nin Hristodulidis’e muhatabının Kıbrıs Türk tarafı olduğunun altını çizerek anımsatması gerekir.
1974’ten sonra Rum tarafı hep Türkiye’yi muhatap alma çabası içinde olmuştur. Bu yaklaşımın içinde saklı olanları görmek için Kıbrıs sorununu ya da Rum tarafının siyasi hedef alt yapısını azıcık bilmek yeterlidir.
Bir… Rum liderliği, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken Kıbrıslı Türklerin, Cumhuriyetin anayasal yapısında elde ettiği konumu, kazanımları hazmedememişti. Makarios’un meşhur 13 maddelin Anayasa Değişiklik önerilerinin temelinde yatan da buydu.
Köprülerin altından, çok su akıp gitmiş olmasına rağmen Rum liderliği bu anlayışını terk edememiştir. Bunu çok net olarak söylemekten çekindikleri için, dolaylı ifadelendirmeyi tercih ediyorlar.
İki… Rum tarafı 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal ettiklerini ve o işgalin 51 senedir devam ettiğini yok sayarak Türkiye’nin adadaki askeri varlığını “işgal” olarak nitelemektedir. KKTC’yi yok sayarak Türkiye ile istenen iyileştirme örtülü olarak “işgali” sonlandırmak için pazarlık isteğidir.
Bunu açık olarak söyleyemedikleri için, Türkiye ile çeşitli alanlarda buluşma ve ekonomik temaslarda Stockholm Sendromu’nu çağrıştıracak konuma kaymaktadırlar.
***
Hristodulidis’in güven tesisi ya da güven geliştirme hedefi varsa, muhatabı Kuzey’deki Kıbrıslı Türkler ya da Kıbrıslı Türklerin, kuzeydeki hukuki, anayasal düzeninin adıyla KKTC’dir.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken, hem Türkler hem de Rumlar, “Cemaat” statüsündeydi. Bu nedenle anlaşmalar iki toplum lideri olarak Dr. Fazıl Küçük ve Makarios tarafından imzalanmıştı.
Şimdi bulunacak çözüm modellerinin neredeyse tümünde Annan Planı’nda olduğu gibi iki devlet olacak.
Bu nedenle Hristodulidis, 1975’ten itibaren önce KTFD sonra KKTC olarak kuzeyde oluşan kurumsal yapıyı hazmederek, Kıbrıs sorununun çözüme katkı koymaya çalışmalıdır.
***
Bir de Hristodulidis, “Çabalarımızı sürdürüyoruz ve hedefimize ulaşmayı gerçekten ümit ediyoruz, zira bundan başka bir seçenek yok” dedi.
Hristodulidis’in “hedefimiz” derken ne demek istediği önemli.
Selefi, siyasi abisi Anastasiadis’i ABD’nin bağımsızlık günü etkinliklerinin birinde yaptığı konuşmada, “İki toplumlu çözüm için gayretlerimizi sürdürüyoruz” demiş, siyasi eşitlik, iki toplumluluk ve iki bölgelilikten hiç bahsetmemişti.
***
Yazıma noktayı koymadan Hristodulidis’e dört yanıt seçenekli bir soru sorayım…
“Kıbrıs’ta, hangi tarihe gitmek için müzakere yapmak istiyorsun?
- 21 Aralık 1963’ün bir gün öncesi olan 20 Aralık 1963.
- 15 Temmuz 1974’ün bir gün öncesi olan 14 Temmuz 1974.
- 20 Temmuz 1974’ün bir gün öncesi olan 19 Temmuz 1974.
- Hiçbiri.”
Yorumlar kapalı.