Salim Piyale, toplumda siyasi yelpazenin her dilimi bulaşan, kronik bozulma ve kirliliğe, kendi dünyasında hiç yer vermeyen çok değerli bir insan kaynağımızdır.
Bir dönem İnşaat Mühendisleri Odası Başkanlığı da yaptı.
Statü hastalığı, değer yargılarına bulaşamadı.
Göçmenköy ve Taşkınköy’de kültürel ve tarihi geçmişimizi fark edilir konuma getirmek için ciddi anlamda, arkadaşlarıyla sürekliliği olan bir çalışma sürdürüyor.
Bir yerde Salim Piyale ismini gördüğüm zaman, “Orada güzel işler oluyor” derim.
Önceki gece Göçmenköy Parkı’nda Göçtaş Festivali çerçevesinde Göçmenköy gecesi vardı.
Göçmenköy’de önce yer odaları denilen, Bülent Ecevit’in heykeli arkasındaki 32 adet göçmen evi yapılmıştı. Yıl 1966’ydı. Sonrasında Göçmenköy’ün ortasında yolun doğusunda yapılan iki katlı konutlarla Göçmenevleri 1. Kısım tamamlandı.
O zaman göçmen evleri dağıtılırken torpil filan yoktu.
Yer odaları denilen 32 konutun 32 numarası beş kişilik bir aile olarak bize tahsis edilmişti. Annem, babam, ben ve iki abim. Abimler Mücahitti. İzne çıktıklarında bizimle kalırlardı.
Göçmenevi bize tahsis edilene kadar, Makinist Erdin’in yanındaki dükkanda kalırdık. Suyu ve tuvaleti olmayan tek bir odaydı. Suyu komşulardan alır, tuvalet ihtiyacımızı, sokak tuvaletinde karşılardık. Haftada bir gün, akrabalarımızdan birinin evine gider yıkanırdık. Kimseye gidip torpil aramadık, ama en zor durumda olan 32 aileden biri olarak bize konut vermişlerdi.
Göçmenköy’de ilk geceleyen annem, babam ve ben olmuştum. Çok kısa sürede 32 yer odası dolmuştu.
Küçük bir not o zaman siyasi partiler olmadığı için partizanlık da yoktu.
Göçmenköy’le ilgili çok uzun uzun yazılar yazabilirim.
Farklı köylerden gelmiş olmamıza rağmen geldiğimiz yerleri adeta unutarak önce Göçmenevleri ya da sonrasında Göçmenköylülük müştereğinde buluşmuştuk.
Müthiş bir birliktelik ve dayanışma ruhumuz vardı.
Ortaköy’e yazlık sinemaya toplum halde gidişimizi hiç unutmam. Hatta, aynı renk pantolon ve gömlek giydiğimizi de çok iyi anımsarım.
Önceki akşamki etkinlikte Salim Piyale’yi dikkatle dinledim…
Serüveni anlattı bir güzel:
“Bir gurup arkadaşla 2005 yılı sonlarında Göçmenköy Taşkınköy Kültür Derneği’nin kuruluş çalışmalarını tamamlayıp Lefkoşa Kaymakamlığına başvuruda bulunduk. Resmi olarak 2006 yılında onay aldık.
Kültür sanat çalışmalarını sürdürürken bir süre sonra derneğin bültenini çıkarmaya başladık. On iki tane de bülten çıkardık.
Bülten hazırlamak benim alanım olmadığı için desteğe ihtiyacımız vardı. Bunun için ‘halk bilimci’ Çidem DÜRÜST’e ulaştık. Çiğdem Hanım hem bültenin konseptinin oluşturulmasında hem de konsepte uygun makaleler hazırlanmasında bize yardımcı oluyordu.” dedikten sonra devam etti:
“Bültenlerimizde değişmeyen iki konu başlığı vardı. İçimizden biri ve yitirdiğimiz değerlerimiz. Her bültende Göçmenköylü, Göçmenköy’ün ilk yerleşiklerinden biriyle röportaj yapılır, yakın zamanda yitirdiğimiz bir köylümüzün biyografik olarak yaşamını yayınlıyorduk.
Göç- Taş Festivallerinden 2016 yılında düzenlediğimiz festival de bir panel düzenledik. Bu panelin konusu Göçmenköy’e geliş ve o dönemin yaşamının anlatılmasıydı.
Bu paneli görüntülemiştik ve bu görüntülerden özet bir görsel çıkararak yeni kuşaklara aktarmaya karar verdik. Bu çalışmaları bir yere kadar getirdik. Ancak eksilerin olduğunu gördük. Göçmenköylüler yaşama tutunmaya çalışırken köy içindeki esnafın, Göçmenköy Kooperatifi ve köylüye olan etkilerinin, o dönemin spordan çok sosyal bir olay olarak ortaya çıkan, çocukları, gençleri birbiriyle tanıştıran, kaynaştıran futbolun ve futbol kulübünün de bu görselde yer alması gerektiğine karar verdik.
Sonuçta ortaya adına belgesel denebilecek bir görsel, bir film ortaya çıkardık.
İsmini En Özel Hikayemiz GÖÇMENKÖY koyduk.
En Özel Hikayemiz altmış yedi dakikaya sığamaz. Sığdıramadık da zaten. Ama bilgiye doğrudan erişim kaynağımız tükeniyor. Yok oluyor. Göçmenköy’e, ilk otuz iki göçmen evine yerleştirilen ailelerinden ebeveyn olarak yalnızca Zehra Hanım hayatta.
Yani bundan sonra Göçmenevleri’nin, Göçmenköy’e dönüştürülmesinde emeği olan, geçiş döneminde orda yaşayan, Kasapoğlu, Sami Dayı, Zehra Abla, Nedime Teyze, Durmuş Dayı, bana göre Göçmenköy’ün efsanelerinden Şevket Rado ve diğerleri artık yok.”
Yorumlar kapalı.