Harid Fedai

Rusya Müslümanları







Seyf

12 Kânûn-ı Sânî (Ocak) 1914

Pazartesi; Sayı: 90

İngiliz Gazetelerinde Görülen Mütâlâ’ât (Yorumlar)

Rusya’daki Müslüman kardaşlarımızın pek buhranlı zaman geçirmekte olduklarını yazmıştık. Bu haftaki matbû’ât-ı İslâmiyye’de (İslâm Basını’nda) bu madde hakkında uzun uzadıya bahisler (konular) münderic (yer almış) bulunmaktadır.

Moskof Hükûmeti, İslâmlar’ın hukûk-ı dîniyye ve milliyyesini gasb içün (önlemek için) pek vahşiyâne tedbirlere (önlemlere) mürâca’at etmektedir.

Türkistan’daki Mahâkim-i Şer’iyye’nin (Şer’iyye Mahkemeleri’nin) lâğvına (kapatılmasına) teşebbüs olunduğu gibi, bu kere (şimdi de) umûm (bütün) Rusya Müslümanları’nın serbestî-i tedrîsi (eğitim-öğretim özgürlüğü) nez’ olunmak (alınmak) isteniyor.

Moskoflar, hâlis Türk ve Müslüman olan 30 milyon halkı zülûm ve tazyîk (baskı) altında Ruslaştırmak istiyorlar.

Tedrîsât-ı İslâmiyye (İslâm Eğitim – Öğretimi) hakkında Rusya Maârif Nezâreti’nde (Eğitim Bakanlığı’nda) tertîb edilmekte (düzenlenmekte) olan ma’hûd (bilinen) lâyiha-i Kânûniyye (Yasa Tasarısı) hakkında efkâr-ı İslâmiyye’nin (İslâm düşüncesinin) anlaşılması için Ufa’da Büyük Müftî Bey nezâreti (başkanlığı) tahtinde (altında) bir Şûrâ-yı Müslimîn toplanması takarrur ettiği (karara bağlandığı) ve Rusya’nın her tarafından muktedir e’imme (yetenekli imamlar), müderrisîn (hocalar), mu’allimler (öğretmenler), ehl-i kalem (yazarlar), ictimâ (toplantı) içün hazırlanmakta olduğu bir sırada, Şûrânın (Toplantının) gizli bir kuvvet te’sîriyle (etkisiyle) bir zamân-ı gayr-ı muayyene (belirsiz bir zamana) te’hîr edildiğini (ertelendiğini) kemâl-i teessüfle (büyük üzüntü ile) okuduk.

İctimâ’iyyât (sosyal bilimler) ulemâsından (bilginlerinden) fâzıl-ı şehir (ünlü bilgin) Musâ Carullah Hazretleri Petresburğ’da çıkardığı “İl” gazetesinde hukûk-i İslâmiyye hakkında pek mühim makaleler neşretmektedir (yayımlamaktadır).

Daha kanlı ve karanlık devirlerde yapılamayan işleri Rusya zimâmdânının (yöneticilerinin) bu devrede yapmağa kalkışmaları pek garîb ve gülünçdür.

Vilâyât-ı Şarkıyye (Doğu İlleri) ıslâhât! Dellâllarının (yenilik / düzenleme çığırtganlarının) kendi hududları dâhilinde (içinde) 10 milyonlarla sayılan gayr-ı memnûnların (huzursuzların) ahvâlini (durumlarını) terfîh (rahatlatma yolunda çalışmaları, Rusya içün daha menfa’atli (yararlı) bir tedbîr (önlem) olurdu.

Ma’a-mâ-fîh (Bununla birlikte) Müslümanları rûhen ve fikren ezmek içün vukû’ bulan (yapılan) bu teşebbüsler (girişimler) bizi me’yûs etmez (üzmez).

Asırlardan (Yüzyıllardan) beri Türk ve Müslüman yaşamış olan milyonların yine Türk ve Müslüman kalacaklarına bizim îmânımız vardır.

Ale’l-husûs (Özellikle) bu tezyîklerin (sıkıştırmaların) birer mü’essir (etkili) ‘âmil-i intibâh (uyanma nedeni) olmaları muhakkak (kesin) olduğundan, Rusya’nın gâfil (aymaz) ve muta’assıb (bağnaz) ricâli (önde – gelenleri) bilmeyerek İslâmlık ve Türklük gâyesine (idealine) dolayısıyle hizmet etmiş oluyorlar.

Havâdis-i Mahalliyye

(İç Haberler)

 

Değirmenlik Tahsildârı (Vergi Memuru)

Kosta’nın Der-desti (Tutuklanması)

– 330 lira kadar mâl-i mîrî (hükûmet parası) sirkatiyle (çalışmasıyla) geçen teşrîn-i sânîden (ikinci teşrinden / kasım ayından) beri hâl-i firârda (kaçak) bulunan Değirmenlik Tahsildârı Kosta Babadobullos, Mağusa polisi tarafından Varoş’da (Maraş’ta) derdest olunduğu (tutuklandığı) haber alınmıştır.

Polisi işbu muvaffakiyetinden (başarısından) dolayı tebrik ederiz.

– Avusturya sancağını (bayrağını) hâmil (taşıyan) “Valdimir” nâmındaki vapur, şehr-i hâl-i efrencînin (içinde bulunduğumuz ay’ın) beşinci günü ba’de’l-zevâl (öğleden sonra) saat dörtte – arkasında üç mağuna olduğu halde Poli’ye gitmek üzre – Leymosun’dan hareket etmiş ve gece – yarısı havanın muhâlefet ve şiddetinden Hâfız Hüseyin Kara kumandasındaki mağunanın, Arnavud  Burnu karşısında ipi keserek – derûnunda (içinde) bulunan dört İslâm ve bir Rûm ile – üç beş dakika zarfında gözden nihân (uzak) olduğu; ve ikinci mağunanın da, Peya’nın karşısında ipi keserek sâlimen (sağlıkla) peya körfezine ilticâ edebildiği (sığınabildiği), ve ertesi gün ikindi vakti havanın kesb-i sükûn etmesiyle (düzelmesiyle) vapurun da – yedekte kalan bir mağuna ile – peya ile Baf arasında kâ’in (bulunan) Bodima mevki’ine lenger-endâz olduğu (demir attığı) ve gâ’ib mağuna ise Lefke’ye vâsıl olduğu (ulaştığı) geç vakitte alınan bir telgrafdan anlaşılmıştır.

 

Seyf

12 Kânûn-ı Sânî (Ocak) 1914

Pazartesi; Sayı: 90

 

Evvel Ne İdik,

Şimdi Ne Olduk?

 

Geçen hafta postasıyla vürûd eden (ulaşan) evrak-ı havâdisde (basında), saltanat-ı seniyye’nin (Osmanlı İmparatorluğu’nun) Girid kadar mühim bir mevkii ilcây-ı zaman ile (zaman içinde) Yunanistan’a ilhâk edildiği (bağlandığı) bir siyah rûz-ı mihnetde (acılı günde) kemâl-i teessürle (büyük üzüntüyle) mütâlâ’a olundu. (okundu)!

Bu bedbaht (talihsiz) Ada’nın teshîri (istilâsı) yolunda îsâr edilen (harcanan) cevâhir-i cân (kıymetli canları) ve hazâ’in-i sâmânı (varlık hazinelerini) insan düşündükçe hasbe’l-hamiyye (millet-vatan sevgisi yüzünden) izhâr-ı te’essüf etmemek (üzülmemek) kâbil (mümkün) müdür?

Öteden beri Yunanistan’ın bin dürlü ilkâât (koğmalarına) ve tesvilâtına (aşağılamalarına) firîfte olan (kandırılan) ve bîçâre ahâlî-i İslâmiyye’nin mal ve canlarına tasallutdan (saldırmaktan) bir ân hâlî (uzak) kalmayan palikaryalar, Avrupa’nın sâye-i himâyetinde (koruması altında) pek suhûletle (kolaylıkla) maksadlarına nâil oldular (kavuştular)!

Artık, oradaki İslâmlara Cenâb-ı Hakk mu’în (yardımcı) olsun demekten başka elden ne gelir!

Bu vak’a-i felâket-nümûn (felâketli olay), hakikaten erbâb-ı hamiyeti (yurt-severleri) fevka’l-gâye (aşırı derecede) dil-hûn edecek (yaralayacak) mevâddendir (konulardandır)!

Ecdâd-ı ‘azâmımızı (ulu büyüklerimiz), vaktiyle satvet-i kâhırâne (öldürücü saldırış) ve şecâ’at-ı Rüstem – pesândâneleriyle (Zal-oğlu Rüstem gibi yiğitlikleriyle) küre-i arzın (dünyanın) en münbit (ongun), en mahsûl-dâr (verimli) mahallerini (yerlerini) râyet-i istîlâları (istilâ bayrakları) altına aldılar. Hattâ muhârebe-i sâbıkada (geçmiş savaşta) esir ettikleri bir düşman hükümdârını, “varsın dünyada bir Osmanlı sergerdesinin (kumandanının) âzâd-kerdesiyle (serbest bırakılmasıyla) idare olunsun” diyerek çerâğ ettiler; ve cihanı (dünyayı) icrây-ı adâlet ve ihsân ile (kurallara uygunluk ve bağış ile) bir Firdevs-i sa’âdet (mutluluk cenneti) hâline ifrâğ ettiler (dönüştürdüler).

Unvân-ı mefharetleri (övünç unvanları) dünyayı tutmuş ve şimşîr-i celâdetleri (yiğit kılıçları) a’dâyı

(düşmanları) lerze-nâk etmiş (titretmiş) olan Osmanlı kahramanlarının mü’essir-i şecî’anelerine (cesur etkilerine) dâir edîb-i ulvî (ünlü yazar) makal (yazı), Namık Kemal Bey merhumun vaktiyle yazmış olduğu bir fıkranın makâm-ı münâsebetiyle ba’zı parçalarını isbât-ı müdde’âya (savunmaya) delil olmak ve ashab-ı mütâlâ’ayı (okuyucuyu) intibâha (uyanışa / uyarıya) dâvet etmek için zîrde (aşağıda) aynen (olduğu gibi) naklediyorum (aktarıyorum):

“Biz Rûmeli ve Anadolu şib-i cezîrelerinin (ada kayıplarının) yalnız seyl-i revân (akan su) gibi ötesine berisine dağılmış bir halde bulunurken, on on iki kere bütün Avrupa’nın üzerimize döktüğü Ehl-i Salîb (Kızıl Haç) ‘ummânlarına (açık-denizlerine) mukâvemet ettik (karşı durduk). Yalnız galeyânlarına (taşkınlıklarına) mâni olmak değil, yabancı menba’larını (kaynaklarını) kuruttuk! Tarihlerde bu kadar imtidâd etmiş (sürmüş) bir gâlibiyyet (yengi) mutlaka var mıdır?

“Mısır ile Giridistân ve Hicaz ile Berberistan’ı dört sene içinde râyet-i ikbâl-i Osmâniyân (Osmanlı bayrağı) altına aldık. Dünyada bu derece sür’atle husûle gelmiş (oluşmuş) bir feth-i mübîn (net kazanılan zafer) hiçbir kavme (millete) müyesser (nasib) olmamıştır.

“Velvele-i İkbâl-i Osmâniyâni dünyanın her cihetine îsâl (ulaştırma) için “İnnâ Fetahnâ” (Biz…. Açtık, fethettik) gûyân (söyleyen) olarak etrafa dağılan Osmânlı kahramanlarının dâimâ bâr u sütûn-ı gâlibiyyetinde i’lâ etdiği (ululadığı) şanlı şanlı bayraklarımız şimâlen (kuzeye doğru) Viyana burçlarından, cenûben (güneye doğru) Hind sahillerinden, şarkan (doğuya doğru) Tebriz sahralarından, garben (batıya doğru) Cebelü’t-târık civarlarından âfâkı (ufukları) nice bin hilâl-i şafak-bûsa (şafak öpen bayrağa) ğarkı eylediğini (bulduğunu) düşündükçe, “sahîhen (açıktan açığa) dünyada merd idik ve merdlikde ferd (tek) idik demekten başka hâtırlara ne gelir?

“Avrupa’nın kervây-ı mecmû’ası (bütün güçleri) Yûnân sahillerinde bir büyük donanmamıza galebe etti (üstün geldi). Cebr-i mâfât (eksiklikleri gidermek) için tershanelerimizde beş ay zarfında 600 gemi peydâ etmeğe (yapmaya) muvaffak olduk. Medeniyyetin (uygarlığın) şimdiki teshîlât (kolaylıkları) ve mu’âvenetiyle (desteğiyle) beraber dünyada hangi hükûmet, bu azametde (büyüklükte) bir kırvve-i zâhire (güç gösterimi) ibrâzına (uygulamasına) muktedir (erkli) olabilir.

“Mülkümüzün ve belki pây-ı tahtımızın (baş-kentimizin) her köşesinde bir celâlî veya zorba fırkası, önüne her

ne tesadüf ederse ateş ve hûna (kana) ğark edip (boğup) durduğu a’sâr-ı fıtratında (varlık yıllarında) bile birkaç kere yirmişer otuzar sene birkaç devletin muhâcemât-ı mütevâliyesine (kesintisiz saldırılarına) mukâvemet (karşılık) göstererek hiçbirinde şöhret-i mücellâdâtımıza (karşı durma unvanımıza) zerre kadar halel (zarar) gelmedi. Dünyanın başka taraflarında böyle bir ikbâl (şans) görülmüş müdür?

“Yüz seneden ziyade yüz bin dürlü mesâ’ib-i ihtilâle (başkaldırı zorluklarına) ve bâr-ı mezâlim (zulûm-yükü) altında ezildikten sonra, yirmi sene kadar bir hüsn-i idareye (iyi yönetime) malik olduk. Heman biraz rahat eder-etmez, İstanbul’dan çıkan yüz elli bin kişilik bir Osmânlı ordusu, Viyana istihkâmâtının (istihkâmlarının) pîş-gâhında (önlerinde) dehşet-nümâ-yı zuhûr olmağa (zor kullanmağa) başladı.

“Bir başka yerde dahi denilmiş idi ki, şu meslek-i hamiyyetde (yurt-sevgisi uğrunda) şehid olan ecdâdımızın kemikleri mezarlarından çıkarılsa; mülkün (ülkenin) her köşesinde koca koca birçok ehrâmö (piramit), ve belki hududumuzu düşman ta’arruzundan (saldırısından) vikâyeye (korumağa) kâfi olacak kadar istihkâm (siper) peydâ olur (oluşturulur).

İşte fıkra burada hıtâm buldu. Yek-nazarda (ilk bakışta) görülür ki eslâf-ı kirâmın (geçmiş büyüklerimizin),

bahadıran-ı İslâmın (İslâm yiğitlerinin) bu kadar bülend (yüksek), bu derecelerde âlî (yüce) birçok fütûhât (fetihler) ve muvaffakıyyâta (başarılara) mazhariyetleri (sahip olmaları); mücerred (yalnız/tek) mütehallik (yeni

tutkun) oldukları mekârim-i ahlâk (ahlâk özelliği); ve iltizâm eyledikleri (görev saydıkları) ittihâd ve ittifâk (işbirliği) ile beraber, salâbet-i dîniyyeye (inanç gücüne) kemâl – mertebe (en üst düzeyde) i’tinâ ede-geldiklerinden (özen gösterdiklerinden) neş’et eylediği (doğduğu) hüveydâ (âşikâr), ve nusretin (Tanrı desteğinin) a’zam-ı esbâbı (en büyük nedeni) ise salâh (dine bağlılık) ve takvâ (Cenâb-ı Hakk’dan sakınma) olduğu evveliü’n – nihâdır (bilinen bir şeydir.)

Bir şâir-i pâkize-eserin, “âlemde telâketde mürebbî-i beşerdir” (insanları yetiştirendir) dediği gibi; bu halde artık biz de kendimizi toplayalım, hissiyyât-ı dîniyyemize ittibâ edelim (uyalım) de bir kadem (ayak) ileri gidelim.

Kaytaz-zâde Nâzım

Rusya Müslümanları
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.