
Uluslararası camianın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturan Birleşmiş Milletler örgütünden ve uluslararası küresel sistemden beklentisi; barış ve güveni tesis etmesi, meydana gelmesi muhtemel çeşitli tehditleri, çatışmaları, krizleri, trajedileri ve bölgesel savaşları anında etkin biçimde müdahalede bulunarak önlemesi ve bu doğrultuda mağdur ve mazlum devletlere sahip çıkabilmesi idi…
BM Güvenlik Konseyi, süreç içerisinde modası geçmiş, adil olmayan ve etkisiz bir sistem haline dönüşmüştür. BM Genel Kurul kararlarının bağlayıcılığının olmaması, dünyanın kaderinin BM’nin 5 Daimî Üye ülkesinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) eline terk edilmesi anlamına gelmiştir…
Dünyada bölgesel çatışmaların, vesayet savaşlarının, kriz ve terör eylemlerinin artış gösterdiği ve binlerce masum insanın hayatını kaybettiği bir süreçte ne Birleşmiş Milletler’in ne de BMGK’nin beklentilere uygun şekilde görev ve sorumluluklarını yerine getiremediği görülmüştür. Böylece Birleşmiş Milletler’e olan güven zayıflamıştır.
1946 yılında ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki rekabetin şekillendirdiği iki kutuplu dünya düzeni, 1991’de Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yerini Atlantik merkezli tek kutuplu bir sisteme bırakmıştır. Ancak son yıllarda bu sistem, Asya ve Doğu merkezli çok kutuplu küresel bir düzene doğru evrilmiştir. Önümüzdeki süreçte acaba Birleşmiş Milletler’in ve Güvenlik Konseyi’nin de yeniden kurgulanarak güncellenmesi de gündeme gelebilir mi?
Uluslararası kamuoyu, günümüzde meydana gelen çeşitli krizler, sorunlar, çatışmalar ve savaş gibi durumlar karşısında, Birleşmiş Milletler ve tek kutuplu uluslararası küresel sistemi odağına almak yerine küresel aktörlerden ABD, Rusya ve Türkiye’nin ne yaptıklarına bakmaktadır.
Bu konuya somut bir örnek vermek gerekirse;ABD Başkanı Trump, Ukrayna-Rusya savaşını sonlandırmak için Rusya ile barış görüşmelerine başladığı bir süreçte,Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere Türkiye’ye gelmesi gösterilebilir.
Türkiye, yakın geçmişte daha çok bölgesel gelişmelere reaksiyon gösteren bir ülke konumundayken, günümüzde vizyoner yönetim anlayışı, stratejik diplomasi hamleleri, gelişen sanayisi ve güçlü ordusuyla oyun kurucu küresel bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin uluslararası arenada etkili bir güç olduğu, ABD, Rusya ve Batılı liderler tarafından sıkça vurgulanmaktadır…
Stratejik konumuyla yalnızca bölgesinde değil, küresel dengeler üzerinde de belirleyici bir rol üstlenen Türkiye, Akdeniz’den Orta Doğu’ya, Ege’den Karadeniz’e, Balkanlar’dan Kafkasya’ya ve Afrika’ya kadar geniş bir alanda son derece etkin oyun kurucu bir aktör haline gelmiştir. Türkiye, diplomatik girişimleri ve barışçıl çözüm önerileriyle dünya siyasetinde önemli bir denge unsuru olarak hareket etmektedir.
Türkiye, geleneksel diplomasi anlayışını aşarak, küresel ve bölgesel sorunlara daha kapsayıcı, adil ve güvenlik odaklı bir yaklaşım getirmektedir. Bu yaklaşım, Türk milletinin köklü tarihinden ve kültürel değerlerinden beslenmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın etkili diplomatik temasları, Türkiye’yi uluslararası krizlerin çözümünde arabulucu ve yönlendirici bir güç hâline getirmiştir.
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşında, Türkiye’nin barış görüşmelerine ev sahipliği yapması, Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması’nın hayata geçirilmesinde oynadığı kritik rol, Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanlarını bir araya getirmesi, Türkiye’nin uluslararası alandaki liderlik pozisyonunu ve diplomatik yetkinliğini pekiştiren adımlar olmuştur.
Azerbaycan’ın Karabağ zaferinde Türkiye’nin sağladığı askeri ve diplomatik destek belirleyici olurken, önümüzdeki süreçte Zengezur Koridoru’nun açılması konusunda da etkin bir rol üstleneceği öngörülmektedir.
Gazze’de yaşanan insani krize karşı da Türkiye, en güçlü tepkiyi veren ülkelerden biri olmuş ve sorunun uluslararası arenada gündemde tutulmasını sağlamıştır.
Türkiye, Etiyopya ile Somali arasındaki Somaliland krizine çözüm bulma çabalarına da önemli katkı sunmaktadır.
Suriye konusunda ise, bölgesel güvenliği sağlama amacıyla terör örgütlerine karşı kararlı operasyonlarını sürdürmekte ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik diplomatik girişimlerine devam etmektedir.
Doğu Akdeniz’de ise 2019’da Libya ile imzalanan Deniz Yetki Alanları Anlaşması ile jeopolitik dengeleri değiştiren Türkiye, bölgesel çıkarlarını koruma noktasında kritik adımlar atmaktadır. Önümüzdeki süreçte Suriye ile yapılması planlanan yeni anlaşmalar, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki konumunu daha da güçlendirecektir.
Oyun kurucu ve küresel bir aktör olarak yükselen Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için de önemli fırsatlar sunmaktadır. Federasyon temelli çözüm girişimlerinin başarısız olması üzerine, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın gündeme getirdiği ‘egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü’ temelinde iki devletin iş birliğine dayalı diyalog ve çözüm vizyonu Türkiye’nin güçlü desteğiyle ilerlemektedir.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in son raporunda federasyon konusuna değinmesi, Türkiye ve KKTC’nin yürüttüğü diplomasi sürecinin başarısını gözler önüne sermektedir. Türkiye ve KKTC, ‘egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü’ temelindeki iki devletli çözüm anlayışıyla ilerlemeyi sürdürmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye, yalnızca bölgesel değil, küresel çapta etkili bir güç hâline gelmiş, diplomatik hamleleri ve stratejik kararlarıyla uluslararası siyasette önemli bir aktör olarak yerini sağlamlaştırmıştır. Türkiye’nin bu yükselişi, müttefik ülkeler için yeni fırsatlar yaratırken, dünya siyasetinde de vazgeçilmez bir konuma ulaşmasını sağlamaktadır.
Yorumlar kapalı.