21. yüzyılın şüphesiz en önemli paradigma değişimlerinden birini küreselleşme süreci oluşturuyor. Küreselleşme süreciyle beraber siyasal, sosyal, ekonomik ve daha pek çok alanda köklü değişimler yaşandı. Pek çok yeni yollar ve yöntemler bulundu, eski yol ve yöntemler yeniden dizayn edildi.
Yazılarımda pek çok kez ifade ettiğim üzere, uluslararası alanda Batı merkezli tek kutuplu dünya düzeninden, Doğu merkezli çok kutuplu dünya düzenine doğru geçişin etkileri iyiden iyiye kendisini hissettirmektedir.
Günümüzde dünyada yayımlanan haberlerin çok büyük bir bölümünün kaynağı ABD merkezli Associated Press (AP) ve United Press International (UPI), Birleşik Krallık merkezli Reuters ve Fransa merkezli Agence France-Presse (AFP)haber ajansları olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada gün içerisinde yaşanan en önemli olayların neler olduğu, o olaylara karşı nasıl bakmamız gerektiğine, kimin haklı, kimin haksız, olduğunu söz konusu haber ajansların haberi servis etmelerine göre şekillendirmekteyiz!
Kıbrıs Türkleri olarak yaklaşık 60 yıldır haksız bir davayı savunmaya çalışan insanlar gibi gösteriliyoruz. Haksız bir davayı mı savunuyoruz? Yoksa haklı olduğumuz halde haksız gibi mi gösteriliyoruz? Öyle bir psikolojik hava içerisine sokuyorlar ki insanı, yalnız Kıbrıs meselesinde değil, Türk Dünyasının diğer konularında da sanki de biz yanlış bir iş yaptık, bir suç işledik de şimdi bunu telafi etmemiz lazımmış gibi gösteriyorlar hatta telafi etmemiz için de tavizler vermemiz gerektiğine dair bir anlayış içerisinde düşünmemizi sağlamaya çabalıyorlar.
İngiltere’de Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık görevlerinde bulunan Sir Anthony Eden hatıralarında şöyle aktarıyor, “1956’da Amerika’ya yaptığım resmi bir gezide ABD’li devlet adamlarına Kıbrıs’ta Türklerin meşru hakları var ve siz bunu daima göz ardı ediyorsunuz” dediğinde, buna karşılık olarak ABD’li devlet adamları da, “biz bunu zaten biliyoruz ancak Türklerin burada lobileri yok” cevabını vermişler. Bu anekdot, haklılığını tüm dünyaya karşı anlatmak ve savunmak durumunda kalan bizler için kamu diplomasisinin, lobiciliğin, diaspora ve algı yönteminin ne kadar önemli olduğuna küçük bir örnek teşkil etmektedir!
Lobiciliği karar verme süreçlerini etkileme ve yönlendirme stratejisi olarak görebiliriz. Lobicilik ile hedeflenen, çoğunlukla siyasi bir konuda istenilen yönde değişim sağlamaktır. Diaspora ise, herhangi bir ulusa mensup vatandaşların ana yurtları dışında örgütlü şekilde yaşadıkları yer olarak tanımlanmaktadır. Diaspora stratejileri, hem felsefi, hem analitik bir altyapıya sahip olmalıdır. Sığ söylemler kısa dönemde belli kazançların elde edilmesine olanak sağlasa da, uzun dönemde bütünlük ve sinerji yaratacak ortak bir gündem oluşturulması gereklidir.
Yine bu anlamda kamu diplomasisini inceleyecek olursak, iletişimin stratejik değerinin arttığı, kamuoyu olgusunun öne çıktığı, doğru bilgilendirmenin, ikna yöntemlerinin önem kazandığı yeni uluslararası sistemde çok konuşulan, tartışılan ve önemi giderek daha çok anlaşılmaya başlanan bir kavram haline gelmiştir. Kamu diplomasisini “dış politikanın biçimlendirilmesi ve uygulanması için kamunun tutumlarını etkileme çabası” olarak değerlendirilmektedir. Kamu diplomasisi, geleneksel diplomasinin dışında kalan, hükümetlerin diğer ülkelerde kamuoyu oluşturma çabalarını, ülkeler arasında sivil toplum örgütlerinin etkileşim içinde olması ve kültürel iletişim süreçleridir. Kamu diplomasisi, geleneksel diplomasiden farklı olarak başka ülkelerin hükümetlerini değil, hükümet dışı aktörlerini ve kamuoylarını hedeflemektedir. Ülkeler, kamu diplomasisi aracılığıyla kendi vatandaşları ve kurumları ile yabancı ülke vatandaşları arasındaki diyalogu yaygınlaştırma imkanına sahiptir. Yabancı kamuoylarını bilgilendirmek ve etkilemek, bu etkiyi geliştirmek, yanlış anlaşılmaların ve kabullerin yol açtığı kargaşayı sınır ötesi iletişim ortamını şekillendirmek suretiyle gidermek, kamu diplomasisinin amaçları arasında yer almaktadır.
Genelde Türk Dünyası, özelde Kıbrıs Türk Halkı olarak haklı olduğumuz davalarımızı, uğradığımız haksızlıkları dünya kamuoyuna anlatmakta uzun yıllardır büyük güçlükler yaşadığımız ortadadır. Bu anlamda uğradığımız haksızlıkları ve haklı davalarımızı dünya kamuoyuna anlatabilmek ve daha örgütlü bir hale gelebilmek için lobicilik, kamu diplomasisi, medya, algı yönteminin ve diaspora sahasındaki çalışmalara diğer ülkelere göre biraz geç başladığımızı üzülerek ifade etmek istiyorum.
Rumların propaganda ve lobicilik konularında bizden çok ileri durumda olduğunu söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Rumlar uzun yıllardır Hristiyan ülkelerin yanında birçok Müslüman ülke ve uluslararası organizasyonlarda da boy göstererek lobicilik ve propaganda faaliyetlerinde bulunmaya devam etmektedir. Peki, Kıbrıs Türk tarafı olarak biz ne yapıyoruz? Lobicilik, propaganda ve diaspora konularında ne durumdayız? Dışişleri Bakanlığımız imkân ve kabiliyetleri bakımından yetkileri çerçevesinde dünyanın pek çok ülkesinde temsilcilikler açarak devletimizin resmi politikalarını uygulamaktadır. Bu anlamda kendilerini canı gönülden kutlamak gerek. Ancak, ülkemizin sadece temsilciliklerimiz eliyle kamu diplomasisi, lobicilik, propaganda ve diaspora faaliyetlerini sivil toplum örgütleri ve medya desteği olmadan koordine edebilmesi mümkün müdür?
Kıbrıs Türk Diasporası üzerine konuşmak gerekirse Türkiye, Azerbaycan, İngiltere, Avustralya, Avrupa, Balkan, Avrasya ve Kırım Diasporaları birlikte ele alınması gerektiğini düşünmekteyim.
Türk Cumhurbaşkanları tarafından kurulmuş olan Türk Devletleri Teşkilatı, TÜRKPA, TÜRKSOY, Türk Akademisi, Türk Miras Kültür Vakfı, Türk Diasporaları, Türkiye’deki TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Yunus Emre Enstitüsü, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), açısından önemli merkezlerdir. Ayrıca 2011 senesinde benimde kurucusu olmaktan büyük gurur duyduğum Türk Dili Konuşan Ülke ve Topluluklar Medya Platformu (Türkmep) da bu anlamda önemli bir kuruluştur ancak süreç içerisinde henüz arzu edilen noktaya ulaşamamıştır.
Gökhan Güler
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı
Yorumlar kapalı.