
Bizi biz yapan değerlerimiz, Türk milletinin binlerce yıllık ortak tarih, dil, din, kültür, medeniyet ve temelleri sapasağlam köklü bir devlet anlayışı üzerine inşa edilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Geçmişten günümüze kadar uzanan bu tarihsel süreçte bizi biz yapan en önemli unsurlar; sevgi, saygı, hoşgörü, dil, inanç, kültür, sanat, tarih, milli bilinç ve ortak kader anlayışımızdır. İşte bu değerler etrafında kenetlenmek, halkımızın ve milletimizin gücünü ve birlikteliğini pekiştirmektedir.
Hoca Ahmet Yesevi’nin izinden giden Yunus Emreler, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler ve nice gönül insanları, önce Türkistan’dan Anadolu’ya, oradan da Kıbrıs’a, Balkanlara ve dünyanın dört bir yanına ulaşarak, bu ortak değerleri yaymışlardır. Onların rehberliğinde şekillenen sevgi, saygı ve hoşgörü anlayışı, farklı coğrafyalarda yaşayan Türk topluluklarının kimliklerini korumalarına katkı sağlamıştır.
Anadolu’dan 1571’de Kıbrıs’a gelen Kıbrıs Türkü, sahip olduğu öz değerleri bu topraklara taşıyarak burada güçlü bir kültürel yapı inşa etmiştir. İnsan, içinde yaşadığı toplum ile sürekli etkileşim hâlindedir. Toplumsal değerler bireyi şekillendirirken, birey de bu değerlerin yaşatılmasında ve geleceğe taşınmasında sorumluluk sahibidir. Bu yüzden kültürel mirasın yeni nesillere aktarılması, toplumun sürekliliğini sağlayan en önemli unsurlardan biridir.
Tarih boyunca oluşan ortak değerler, zamanla yeni kazanımlarla daha da güçlenmiş ve geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü kurulmasına vesile olmuştur. Bir milletin geleceği, işte bu köprünün gücüne ve sürekliliğine bağlıdır. Eğer Kıbrıs Türk Halkı olarak bizi biz yapan ortak değerlerimize sahip çıkmazsak, bu değerlerin zamanla aşınması kaçınılmaz bir tehlike hâline gelir. Kültürel değerlerimizin erozyona uğraması da orta ve uzun vadede kimliğimiz için büyük bir tehdit oluşturacaktır.
Bu nedenle sevgi, saygı, hoşgörü, dil, inanç, kültür, sanat, tarih, milli bilinç ve ortak kader anlayışımızı koruyarak, bu mirası geleceğe taşımak için çaba göstermeliyiz. Milletimizin köklü geçmişini unutmadan, değerlerimiz etrafında kenetlenmeli ve birlik ruhunu her zaman güçlü tutmalıyız. Ancak bu şekilde geleceğe güvenle ilerleyebilir, kültürel varlığımızı sürdürebiliriz. Unutmayalım ki, değerlerimize sahip çıktıkça biz de var olmaya devam edeceğiz.
Tarih boyunca, toplumları bir arada tutan değerler aşındığında ve buna karşı gerekli önlemler alınmadığında, kıskançlık, çekememezlik, dedikodu, ayak kaydırma, kumpas kurma, aşağılama, dışlama, baskı ve hile gibi birçok olumsuz toplumsal durumun ortaya çıktığı görülmüştür. Ne yazık ki, günümüzde de bu tür toplumsal hastalıkların yaygınlaştığına dair gözlemler mevcuttur.
Bu tür olumsuzluklar, bireyler arasındaki ilişkilerde yaşanabileceği gibi, sivil toplum kuruluşlarında, sendikalarda, siyasette ve iş dünyasında da kendini gösterebilir. Bir toplumda kıskançlık ve çekememezlik gibi zarar verici davranışlar arttığında, üretkenlik düşer, iş kalitesi bozulur, ilkeli, düzgün, idealist ve prensipli bireyler kendilerini savunmaya mecbur bırakılır.
Özellikle eğitimli, donanımlı, deneyimli ve çalışkan kişiler, asılsız dedikodulara, kumpaslara ve haksız saldırılara maruz kaldıklarında ya kendilerini savunmak zorunda kalırlar ya da etik dışı mücadelelere sürüklenirler. Ancak ne olursa olsun, yaşanan bu durumlar, kalitenin düşmesine yol açmaktadır.
Bazı kişiler, kişisel yetersizliklerini örtmek veya kendi statülerini yükseltmek için, potansiyel rakip olarak gördükleri bireylere karşı etik dışı yolları tercih edebilmektedir. Bu tür kişiler, toplumun genel olarak sosyal durumunu olumsuz yönde etkileyen sosyal hastalıkların yayılmasına da neden olmaktadır.
Fiziksel hastalıklar nasıl zamanında teşhis edilip tedavi edilmezse ilerleyip daha büyük sorunlara yol açıyorsa, toplumsal hastalıklar da gerekli önlemler alınmadığında toplumun temel değerlerini aşındırır ve ciddi bir çöküşe neden olabilir. Bu nedenle, bizlere düşen en önemli görev, bizi biz yapan değerlere sahip çıkmak ve etik dışı davranışlara prim vermemektir. Sessiz kalmak, bu tür zararlı eğilimleri güçlendiren bir unsur hâline gelebilir.
Sonuç olarak, eğitimli, prensipli, disiplinli, çalışkan ve nitelikli bireyler kolay yetişmemektedir. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, her büyük başarıyı insan aklı ve emeği şekillendirir. Bir ülkenin en büyük zenginliği, iyi yetişmiş insan kaynağıdır. Bu nedenle hem kültürel ve ahlaki değerlerimize hem de yetkin insan kaynağımıza sahip çıkmalıyız. Aksi hâlde, gelecekteki nesiller bu erozyonun ağır sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalabilir. Toplumsal dayanışmayı ve etik değerleri güçlendirerek, sağlıklı bir geleceğe doğru ilerlemeliyiz.
Yorumlar kapalı.