Tarih boyunca Türkçenin evreleri
Dilde bulunan her öge ya da yapı, daha önceki bir gelişimin sonucudur. En eski kaynakların bile bir geçmişinin olması doğaldır. Sayısız göçlerle Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılan, devletler kuran Türk boylarının konuşma dilleri arasındaki farklılıklar gittikçe artmış ve yeni yazı dillerinin doğmasına yol açarak Türkçe çeşitli lehçelere ayrılmıştır. Lehçe farklılıklarını, sözcük türleriyle birlikte çekimlerde, türeyişlerde ve cümle kuruluşlarında aramak zorunluluğu vardır. Buna göre Türkçenin ilk edebî metinlerini göz önüne alarak lehçeler konusuna girmek gerekir.
Elimizde yeterli belgeler olmadığı için, Türklerin ve Türkçenin tarih sahnesine ne zaman çıktığı, kesin olarak bilinmiyor. Göktürklerin dedeleri olan Hunların Türkçe konuştukları varsayımından hareketle, Türkçenin oluşumunu daha da eskilere götürmek gerekir. Ancak bu konuda elimizde yeterince kaynak yoktur. Ancak ilk yazılı belgelerden ( 6. yüzyılda yazılan fakat edebî değerleri olmayan 6 veya 8 satırlık Yenisey Yazıtları ) önce, Türkçenin çok değişik ağızlarla konuşulduğu bir gerçektir. İşte, içyüzü aydınlatılamayan bu karanlık çağların diline Ana Türkçe, Ön Türkçe ya da Proto-Turkic diyoruz.
Biz Türk Dili Tarihini özetle şu çağlara ayırabiliriz.
Altay Çağı (Ana Altayca): Bu dönemden elimize ulaşan yazılı metin yoktur. Bu dönem, Türkçe’nin, Moğolcanın ve öteki akraba dillerin, Ana Altayca içinde bulunduğu bir dönemdir. Dilciler, Ana Türkçeye ait olan bu dönemde Ana Altayca, Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Kore Dili ve Japoncanın tek bir dil olduğu varsayımına dayanırlar.
En Eski Türkçe Çağı: Bu çağda yine Türkçeyi Ana Altaycadan ayrılmış olarak kabul edenlerin, Türkçenin artık bağımsız olarak oluşmaya başladığını düşündükleri nazari bir dönemdir. Tahsin Banguoğlu, M.S. 2. Yüzyılda bazı lehçelere ayrıldığı varsayılan Hunca’nın, Batı Hun lehçesinden bugünkü Çuvaşçanın, Kuzey Hun lehçesinden de Türk ve Tatar dilleri topluluğunun bu dönemde ortaya çıktığını söyler.
Eski Türkçe: Bu dönemde ilk yazılı kaynaklarımız, çoğu mezar taşları üzerindeki 6.yüzyıldan kalma Yenisey Yazıtlarıdır. Yenisey Kırgızlarından kalan bu taşların üzerindeki yazılar Göktürkçedir; ancak kısa dizelerden oluştuğu için edebî değerleri yoktur. İlk edebî metinlerimiz (şimdilik) 8.yüzyılda Göktürk alfabesiyle yazılmış olan Orhun Yazıtlarıdır. Bazı kaynak eserler, Yenisey Yazıtlarını, Köktürk Kitabeleri adıyla verir. Bu yazıtlarda Türk sözcüğü, “Türk Budun” ya da “Türük” şeklinde geçer. Eski Türkçede yabancı sözcük yok denecek kadar azdır. Göktürkçedeki türetme ve çekim örnekleriyle, sağlam cümle yapısı asırlar öncesinde de Türkçenin zengin ve işlek bir dil şeklinde yaşadığını gösterir.
Eski Türkçe, 6.yüzyıldan başlayarak 12 ve 13.yüzyıla kadar devam eder. Bu yazı dili dönemi aynı zamanda ‘ortak bir yazı dili’ devresidir. Sırasıyla Göktürkçe, Uygurca ve Karahanlı Türkçelerinin kullanıldığı Eski Türkçe döneminde, Göktürk ve Uygur alfabeleri kullanılmıştır. 12.yüzyıldan sonra Türkçenin bünyesinde de büyük değişiklikler olur. Bu dönemde Orta Asya’daki Türk boyları, gruplar halinde Hazar Denizi’nin güney ve kuzeyinden göç ederek yeni yurtlar edinir. İslâm kültürünün de benimsenmesi üzerine, Arap alfabesinin kabulüyle birden çok yazı dili doğar. Böylece Eski Türkçe dönemi sona erer.
Kuzey – Doğu Lehçesi: 13 ve 14.yüzyıllarda bir süre Eski Türkçenin doğal ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında “köprü” görevi gören bu lehçe, 15.yüzyıldan itibaren kuzey ve doğu lehçeleri olarak iki yeni yazı diline ayrılır. Son zamanlara kadar devam eden Kuzey Lehçesinin yazı dili Kıpçak Lehçesidir. Moğol istilasının ardından kurulan İlhanlı ve Çağatay İmparatorluklarının edebî dilinin uzantısı olan Doğu Türkçesi, en parlak dönemini, 15.yüzyıldan sonra Çağatayca adıyla anılan lehçeyle yaşar. Çünkü şair, dilci ve yazar olan Ali Şir Nevâyî, bu yüzyılda yaşamış ve yazığı 29 eserle Çağatayca’ya altın çağını yaşatmıştır. En ünlü eserleri arasında bulunan Muhâkemetü’l-Lugateyn ve Mîzanü’l Evzân Türk Edebiyatı açısından büyük bir öneme sahiptir.
Batı Lehçesi: 12.yüzyılın ikinci yarısı ile 13.yüzyılın ilk yarısında oluşmaya başlayan ve 13.yüzyılın ikinci yarısından itibaren eserler veren yazı dilidir. Selçuklular’dan başlayarak bugüne kadar devam eden bu yazı dili, Türklüğün en verimli yazı dilidir. Temelde Oğuzca’ya dayanan Batı Lehçesi, zamanla Anadolu Lehçesi ( Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesi adlarıyla anılır ), Azerbaycan Türkçesi, Gagavuz Türkçesi ve Türkmen Türkçesi olmak üzere dörde ayrılır.
Göktürkler ve Türk Dili
Göktürklerin Türk kültür tarihindeki en önemli yeri, Türkçenin bilinen en eski yazılı metinlerinin sahibi olmalarıdır. Orhun vadisinde bulunan bengü (ölümsüz) taşlar üzerindeki esrarlı yazının, 25 Kasım 1893 tarihinde, Danimarkalı bilgin V. Tohemsen tarafından okunması üzerine, Göktürklerin Türkçeyi Orhun Yazıtlarında edebî bir yazı dili olarak kullandıkları anlaşıldı.
Göktürkler, milattan önceki asırlarda Hunlar tarafından kurulup, değişen sülâleler ve boylar idaresinde devam edegelen Asya’daki büyük Türk İmparatorluğunun 6.yüzyılla 8.yüzyıl arasındaki dönemde hüküm sürmüşlerdir. 6.yüzyılın ilk yarısında Türk devletinin başında Avarlar bulunuyordu. 552 tarihinde Bumin Kağan Avar idaresine son vererek Türk devletinin Göktürk hanedanı dönemini açtı. O dönemde büyük kağanlığın merkezi, devletin doğu kısmındaydı ve batı kısmı da doğuya bağlı bir kağanlıkla idare ediliyordu. Bumin Kağanın kardeşi İstemi Kağan da 576’ya kadar bu batı bölümünün kağanlığını yapmıştı.
Daha sonra devlet, bir yandan güçlü hakanların yokluğu ve devleti oluşturan kavimlerin çekişmeleri, öte yandan ve bilhassa Çin entrikası yüzünden bir sürü karışıklıklar geçirdi ve nihayet 630’da devletin asıl doğu kısmı Çin egemenliğine geçti. Zamanla Çin hâkimiyeti batı kısmına da sirayet etmeye başladı. Fakat bu Çin esareti, daha fazla devam etmedi ve Kutlug Kağan (İlteriş Kağan), Çin egemenliğine son vererek 680-682 yıllarında devleti yeniden toparladı. İlteriş Kağan ölünce yerine geçen kardeşi Kapagan Kağan idaresinde devlet, yeniden eski görkemli günlerine kavuştu.
İlteriş Kağan’ın Bilge ve Kül Tigin adlı iki oğlu vardı. İlteriş Kağan öldüğünde, çocukları 8 ve 7 yaşlarındaydı. Kapagan Kağan 716’da ölünce, idareyi onun oğulları almak istedi. Fakat Bilge ve Kül Tigin kardeşler buna engel olup amcalarının oğullarını tasfiye ederek babalarının devletine el koydular ve Bilge Kağan hükümdar oldu. İki kardeş babalarının ve amcalarının döneminden kalmış ihtiyar vezir ve Bilge Kağan’ın kayınpederi Toyukuk’un da yardımıyla devleti daha da kuvvetlendirdiler.
İşte bu makalede sunacağımız Orhun Yazıtları, bu Türk hanedanının Bilge Kağan döneminin ürünleridir. İlk yazıt olan Kül Tigin Yazıtı, Kültigin’ın ölümü üzerine, ağabeyisi Bilge Kağan tarafından 732 yılında diktirilmiş; ikinci yazıt olan Bilge Kağan Yazıtı ise, Bilge Kağan’ın ölümü üzerine 735’te, hükümdar olan oğlu tarafından diktirilmiştir. Üçüncü yazıt olan Tonyukuk Yazıtı ise 720-725 yıllarında bizzat kendisi tarafından dikilmiştir.
Orhun Yazıtlarına, Orhun (Köktürk) Kitabeleri de denir. Kuşkusuz bunlar kitabedir. Fakat hem maddî bakımdan, hem manevî bakımından söz götürmez birer yazıttırlar.
(devam edecek)
Yorumlar kapalı.