
Yaşam öyküsü
Türkçülük düşüncesini sistemli bir ideoloji haline getiren yazar, şair, sosyolog ve düşünür olan Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğdu. Asıl adı Mehmet Ziya’dır. Babası Diyarbakır Evrak Müdürlüğü’nde bulunmuş olan Mehmet Tevfik Efendi, annesi ise Pirinçcizade ailesinden Zeliha Hanım’dır. İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır’da yaptı.
Daha sonra İstanbul’a giderek Baytar Mektebi’nde yükseköğretimine başladı. Öğrenciliği sırasında tanıştığı İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından İbrahim Temo kanalıyla bu örgüte katıldı. Ziya Gökalp’in yükseköğrenimi, siyasal ilgileri nedeniyle birkaç kez durakladı. Gizli faaliyetlerinden ötürü 1899’da tutuklandı. On ay hapis yattıktan sonra Diyarbakır’a sürgün edildi.
İkinci Meşrutiyet’in ilanını izleyen günlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesini kurarak siyasal çalışmalara başladı. Ertesi yıl bu örgütün merkez üyeliğine seçilince, Selanik’e gitti. Bu arada Genç Kalemler dergisinde yazılar ve şiirler yayımlıyordu. 1912’de Ergani Madeni Sancağından Meclis-i Mebusan’a seçilen Ziya Gökalp İstanbul’a yerleşti. Türk Ocağı kurucuları arasında yer aldı. Bu derneğin çeşitli yayın organlarında yayımladığı yazı ve şiirleriyle görüşlerini hızla yaymaya başladı.
Bir yandan da İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri veriyordu. I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca savaş süresince yönetimde olan İttihat ve Terakki’nin de iktidarı son buldu ve Ziya Gökalp, 1919’da Malta adasına sürgüne gönderildi. İki yıl süren sürgün hayatından sonra Gökalp yurda döndü. 1921’de Diyarbakır’da Küçük Mecmua’yı yayımlamaya başladı. 1923’te Diyarbakır milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi ve Ankara’ya yerleşti.
Bu arada sağlığının bozulması ve Ankara’da tedavisinin güçleşmesi üzerine, kaldırıldığı İstanbul Fransız Hastanesi’nde 25 Ekim 1924’te öldü. Resmi cenaze merasiminden sonra, Divanyolu’nda Sultan Mahmut Türbesi’nin hazîresine defnedildi.
Sanat anlayışı
1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kongresi için Selanik’e giden Ziya Gökalp’in düşüncelerinde büyük değişiklikler oldu. Önceleri Tanzimat devrini yaşayan Osmanlı milliyetçisi Ziya Gökalp’in yerini, Türkçü Ziya Gökalp aldı. Bu değişme döneminin ürünü olan “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918)” adlı yapıtında Türk toplumunun ülküleri nelerdi sorusuna, İslamcı ve batıcı ideolojileri eleştirerek yanıt verir. Ziya Gökalp’e göre çağdaş uygarlık bir uluslar uygarlığıydı. Bir uygarlık içindeki ulusların kendine özgü olan yanı ise kültürüydü.
Ziya Gökalp ünlü “Türkçülüğün Esasları (1923)” adlı kitabında, ilk olarak “millet ırk mıdır?” sorusuna “hayır” yanıtını verir. Uluslarda köken aranmayacağını, insanlarda ırkın toplumsal yapılara hiçbir etkisi olmadığını söyler. Gökalp’e göre ulusu oluşturan şey terbiyede ve kültürdeki birlikteliktir. Ulus, dil, din, ahlak ve estetik açılardan ortak olan bireylerden oluşur ve kültürün ulusal, uygarlığın ise uluslararası olduğunu belirtir. Ayrıca kendi ulusal kültürümüzü koruyarak doğu uygarlığından çıkıp batı uygarlığına girmemiz gerektiğini de vurgular.
- Meşrutiyet döneminde tüm Türklerin bir bayrak altında toplanmasını amaçlayan “Turan “ ülküsünü ortaya atan Gökalp, cumhuriyetin kurulmasından sonra bunun mümkün olamayacağını anlamış ve bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Yazdığı makale ve şiirlerinde halkçılık, devletçilik, eğitimin birliği konularını savunan Gökalp, kadınların toplumsal hayata ve serbest mesleklere katılması konularına da yer vermiştir.
Gökalp, Türkiye’de sosyolojinin bir bilim dalı olarak yerleşmesinde son derce önemli bir rol oynamıştır. Bilimi somut toplumsal olayları çözecek bir anahtar olarak gören Gökalp, tarih, folklor, ekonomi, din gibi çok değişik konulara da ilgi duymuştur.
Gökalp şiir yazmaya Diyarbakır’da iken başlar. İhtilal Şarkısı adlı bu şiiri, Londra’da çıkarılan İstikbal gazetesinde 1896 yılında yayımlanır. Gerek bu şiir ve gerekse bundan sonra yazdığı iki gazelde aruz ölçüsünü kullanmıştır. 1908’de yine Diyarbakır’da yazıp “Köylü Şiirleri” adıyla yayımladığı öğretici mahiyetindeki bazı şiirlerini ise hece ölçüsüyle yazmıştır. 1911’de aruz ölçüsüyle yazdığı son şiir, ünlü “Turan “ adlı şiiridir.
Gökalp, en çok ulusal kültürün en kuvvetli cephesi olan “dil” üzerinde durur. Yazı dili ile konuşma dili arasındaki ayrılığın kaldırılmasını, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesini ister. Türkçeyi zenginleştirmek ve anlaşılır bir dil haline getirebilmek için, halk dilinden derlemeler, eski Türkçe eserlerden taramalar yapılmasını ister. Ancak yabancı dillerden dilimize geçmiş ve halk tarafından benimsenmiş olan bazı sözcüklerin de (hayat sözcüğü gibi) kullanılması taraftarıdır. Ayrıca, Türkçenin bilimsel ve eksiksiz bir dilbilgisi kitabıyla bir de sözlüğü yapılmasını önerir.
Ziya Gökalp’in öbür yapıtları arasında Türk Töresi (1923), Doğru Yol (1923), Türk Medeniyeti Tarihi (1926) gibi araştırma kitaplarıyla Kızıl Elma (1914), Altın Işık (1923) adlı şiir kitapları da sayılabilir.
Yazar, şair, düşünür ve sosyolog olan Ziya Gökalp’in Türkçenin sadeleşmesi konusundaki düşüncelerini daha iyi anlayabilmek için onun “Lisan” adlı şiirinin bazı dörtlüklerine kısaca bakmak gerekir:
LİSAN
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması
En saf, en ince bize.
Lisanda sayılır öz
Herkesin bildiği söz;
Manası anlaşılan
Lügate atmadan göz.
Yeni sözler gerekse,
Bunda da uy herkese.
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.
Türklüğün vicdanı bir;
Dini bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisanı bir.
Sonuç olarak Ziya Gökalp, Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından biridir. İmparatorluk sürecinden ulus devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp’in, karşılaşılan sorunlar ve bunalımların da etkisiyle Türk toplumu ve Türk kültürü üzerine koymuş olduğu değerlendirmeler bugün bile geçerliliğini devam ettirmektedir.
Yorumlar kapalı.