

Yaşam öyküsü
Hasan İzzettin Dinamo, 1909’da Trabzon’un Akçaabat ilçesine bağlı Ahanda köyünde doğdu. Babası Ahmet Çavuş, annesi Şakire Hanım’dır. Babası ve ağabeyi Birinci Dünya Savaşı’nda cephede şehit olur. Kısa bir süre sonra annesini de vefatıyla Hasan İzzettin ve kız kardeşlerinin yetimler evlerindeki günleri başlar. Önce Samsun yetimler evinde kalırlar, daha sonra İstanbul, Yedikule, Beykoz ve Amasya yetim evlerinde çocukluk yıllarını geçirirler.
Hasan İzzettin Dinamo, 1920 yılında ilkokula başladı. 1926’da henüz Amasya yetimler evinde iken Giresun’da çıkan İzler adlı dergide, ilk şiirlerinden bazılarını yayımlama olanağı bulur. İlkokuldan sonra Tokat Askeri Lisesi’ne girdiyse de rahatsızlığı nedeniyle burayı tamamlayamadı. 1927’de Amasya’nın Zana bucağında vekil öğretmenlik yaparak öğretmenlik deneyimi kazandı. 1928’de Sivas Öğretmen Okulu’na kaydoldu. 1931’de buradan mezun oldu.
Malatya ve Adıyaman’da öğretmenlik yaptı. Bu arada Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim- İş Bölümü’ne kaydolarak Ankara’ya geldi. 1935’te dağıttığı bir siyasi bildiride komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 4 yıl hapse mahkûm oldu. 1938 yılında cezaevinde Nazım Hikmet ile tanıştı. Yıllar sonra bu günleri “Musa’nın Mapusanesi” (1974) adlı hatıra karakteri ağır basan romanında anlattı. Hapishanede iken kız kardeşinin yardımıyla “Deniz Feneri” (1937) adlı ilk şiir kitabını yayımladı.
22 Mayıs 1941’de Şerife Hanım ile evlendi. 1942’de askere alındı. 1943’te İslâhiye’de askerlik yaparken kızı Işık dünyaya geldi. İzin alarak İstanbul’a geldi. Askerden kaçtı. Yakalanmalar, hapis ve askerlik süresi tam 7 yıl sürdü. 14 Mart 1986’da eşi Şerife Dinamo’yu kaybetti. Hasan İzzettin dinamo, 20 Haziran 1989’da İstanbul’da kalp krizi sonucu öldü. İstanbul’da Florya Şenlikköy Mezarlığı’na defnedildi.
20 Haziran 1920’de yazar ve şair Hasan İzzettin Dinamo, 31. ölüm yıldönümünde İstanbul Yazarlar Sendikası’nın düzenlediği bir törenle İstanbul’daki mezarı başında anıldı. Anma törenine Dinamo’nun ailesi, sevenleri ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da katıldı. Anma töreninde konuşan Ekrem İmamoğlu, H. İzzettin Dinamo’yu 1990’lı yıllarda keşfettiğini ve ilk kitaplarını bu dönemde bulup okuduğunu belirterek: “O daha çok bilinmeli ve hissedilmeliydi. Bunu bir eksiklik olarak görüyorum. Edebiyatımızın ünlü yazarlarından merhum Yaşar Kemal’in ona ‘üstadım’ diye hitap etmesi ve onun dilini, edebiyatımız adına çok kıymetli sözlerle tanımlaması son derece önemlidir” dedi.
Sanat anlayışı
İlk şiirlerini öğrencilik yıllarında yazan Dinamo, bu yıllarda daha çok Mehmet Emin, Rıza Tevfik, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi ve Enis Behiç’in etkisindedir. Rıza Nur’un Türk tarihinden etkilenerek Turancı şiirler de yazmıştır. 1929’dan itibaren Nazım Hikmet’in etkisine girer.
Şair, 1960 yılında Karacaahmet Senfonisi adlı bir şiir kitabı yayımlar. Kırklı yıllara ait bu şiirlerde tabiata sığınma, insanlardan kaçış, topluma küsme, ölümü özleme, yalnızlık, umutsuzluk, içine kapanıklık, ve kötümserlik temel konuları oluşturur. Seçtiği ideoloji ve hayat biçimi sanatını da etkilemiştir. Bu dönemde Nazım Hikmet’in etkisinden kurtulup kendi şiir üslubunu kurmuştur. Son yıllarında yazdığı şiirlerinde mitolojiden de yararlanmayı dener. Şairin şiir kitaplarının adları bile onun hayat ve sanatının özetini verecek niteliktedir. “Özgürlük Türküsü, Mapusaneden Şiirler, Sürgün Şiirleri, Gecekondumdan Şiirler, Kavga Şiirleri, Çoban Şiirleri”.
Hasan İzzettin Dinamo ilk romanı Kutsal İsyan’ın ilk cildini 1966’da yayımlar. Sekiz cilt olan bu romanı için yazar: “Yıllarca açlık, yoksulluk ve işkencelerle ezilmiş bir aydının kendini toplumun önünde haykırarak ifade etme çabasıydı sanki” yorumunu yapar. Sanatçı bu romanı, Kurtuluş Savaşı’nı bir sanatçı duyarlılığıyla tarihi roman formunda kaleme almıştır. Eser aynı zamanda, Türk Kurtuluş Savaşı için yazılmış ilk belgesel roman niteliğindedir.
Şairin Yirmibirinci Yüzyılın İnsanlarına Şiirler adlı şiirinin çözümlemesi
YİRMİBİRİCİ YÜZYILIN İNSANLARINA ŞİİRLER
Bir Eyüp sabrıyla bekledim,
Sabahı olmayan gecelerde.
Gül dalları yerine demir çubukları vardı
Münzevi-münzevi pencerelerde.
Dört uzun yıl boyunca
Dışarda koskoca bir doğa
Baştan çıkaran kokularıyla doldurdu yolları
Her bahar göğün kapılarında
Şarkılar okudu tarla kuşları.
Apak bulutlar geçti habersiz
Âşıklığımdan, şairliğimden
Bahar yağmurları bensiz yağdı
Ebem kuşağı açtı bensiz.
Ne de bir kimsenin oldu haberi
Varlığımla yokluğumdan.
Yalnız, bir bahar sabahına benzeyen çocukluğumdan
Ebem kuşakları gelirdi eğlendirmek için beni.
İçinde çırılçıplak çimdiğim dereler
Söylerken kulağımın dibinde ninni
Bir bahar sabahı gibi güzel çocukluğumun
Kırık beşiğine başımı koyar
Uyanmadan günlerce uyurdum.
Umudumu, dudaklarında büyük türküler
Ellerinde gelincik desteleri karşımda bulurdum.
Öğrenme istemem
Bir Eyüp sabrı nedir
Torunlarımın torunu.
Say ki dedelerin bir masal yaşadı
Say ki acılar masaldı,
Öttür ölümsüzlüğe doğru borunu!
Bu şiir, uzun bir mücadeleden çıkmış devrimci şairin, hayal kırıklıklarını dile getiren bir otokritik ve vasiyet niteliği taşıyan eseridir. Türk sosyalizm tarihinde önemli bir figür olan Hasan İzzettin Dinamo, ideolojisi uğruna çektiği sıkıntılar, gönderildiği sürgünler ve yattığı hapislerden sonra, torunlarına kendi hayatının zıddına bir hayat sürmesini telkin etmektedir.
İlk hapis cezasını İsmet Paşa’nın tren politikasına karşı yazdığı “Tren” şiiri ile alan Dinamo, dört yıl hapse mahkûm olur. Öğretmenlik mesleği elinden alınır. İşte bu şiir, bu hapislik sonrasını anlatır.
Şiir, mahkûm şairin hapishanede geçirdiği dört yılın sonunda iç dünyası ile hesaplaşması ve çıkardığı dersler üzerine kurgulanmıştır. Hz. Eyüb’ün sabrı ile geçen dört uzun yıl boyunca dışarısının hayali ile içerisinin gerçeği arasında sıkışan bireyin çıkmazları dle getirilir. Şiire damgasını vuran kimsesizlik duygusudur. Organize bir eylemin figürü olmayan şair, mahpusluğunu tek başına bir sahipsizlik psikozu içinde geçirmiştir.
Dış gerçekliğin duvarına çarpan her duygusal yürek için anneye ya da çocukluğun mutlu bahçesine kaçmaktan başka bit çare yoktur. Şiirin son bölümleri bu özlemi işleyen dizelerle örülür. Birey bir türlü aşamadığı her engelin sonunda mücadeleden sıvışmak zorunda kalır.
Bu şiirin en önemli özelliği şairin kullandığı sestir. Bu ses eski şiirin ve Türk şiir geleneğinin imbiğinden süzülmüş ve yeni bir söyleme bürünmüş, gelenek denilen kolaycılığa yaslanmayan fakat ondan beslenen dönüştürülmüş bir sestir.
Şairin geleceğe gönderdiği mektup, temelde bir yenilmişliğin itirafıdır. Çekilen bütün acıların, yaşanan hapis ve sürgünlerin getirdiği bir pratik netice yoktur. Bu düzeni değiştirmek için kavga vermektense, o düzenle barışık yaşamak ya da ona teslim olmak şiirden çıkan temel düşüncedir. Bu da devrimci aksiyona ters düşen bir durumdur. Öteki hapishane şiirleriyle mukayese edildiği zaman bu şiirde çocukça bir masumiyetin varlığını hissetmek mümkündür.
Yorumlar kapalı.