Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Türk şiirinin iklimini değiştiren İlhan Berk






Yaşam öyküsü

18 Kasım 1918’de Manisa’da doğdu. Asıl adı Emrullah İlhan Birsen’dir. N. İlhan Berk imzasını da kullandı. Hesna Hanım ile dava vekili Veli beyin oğludur. Manisa’da 8 Eylül İlkokulu’nu ve Manisa Ortaokulu’nu bitirdi. Ortaokuldan sonra Balıkesir Necatibey İlköğretim Okulu’ndan mezun oldu ve Giresun’un Espiye ilçesinde iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptı.

1945’te Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca bölümünü bitirerek Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’deki ortaokullarda Fransızca öğretmeni olarak çalıştı (1956-55). Daha sonra Ziraat Bankası Yayın Bürosu’nda çevirmen olarak görev yaptı (1956-69). Buradan emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıydı.

Seçme şiirleri İspanyolca ve Fransızcaya çevrilen İlhan Berk’inDakka Üniversitesi (1987) ve Bursa Uludağ Üniversitesi’nden (1988) aldığı ‘fahri doktoralık’ unvanları bulunmaktadır. Günaydın Yeryüzü şiir kitabı hakkında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle açılan dava, daha sonra zaman aşamasına uğrayarak düşmüştür.

İlhan Berk Kül ile 1979 TDK Şiir Ödülü; Mitologyalar’ı eklediği kitabı, İstanbul Kitabı ile 1980 Behçet Necatigil Şiir ödülü; Deniz Eskisi/Şiirin Gizli Tarihi ile 1983 Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazandı. Güzel Irmak ile 1988 Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü F. Edgü ile paylaştı.

28 Ağustos 2008 tarihinde 89 yaşındayken Bodrum Devlet Hastanesi’nde yaşama gözlerini yumdu. Cenazesi Bodrum’da toprağa verildi.

Sanat anlayışı

İlhan Berk ilk şiirlerini 1935’te Manisa Halkevi’nin Uyanış adlı dergisinde yayımladı. Bu devrede Nazım Hikmet’in etkisindedir. Bu etkiyi yansıtan Güneşi Yakanların Selamı adlı ilk kitabı, 1935’te Manisa Halkevi Yayınları arasında çıkar. 1935-1955 yılları arasındaki yirmi yıllık dönemde, Servet-i Fünûn, Uyanış, Yeryüzü, Kaynak, Yeditepe gibi dergilerde yayımladığı şiirlerini İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı ve Köroğlu kitaplarında topladı. Bu şiirlerde toplumcu gerçekçi sanat anlayışına bağlılığını yansıttı.

Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapması, şiirlerine kırsal hayatın girmesine kapı açmıştır. Fakat bu şiirlerde, mahalli öğelerden çok örneğin Virgilius’un kır şiirlerini andıran bir içerik göze çarpar. Tabiatın yorumuna şairin kültürü de karışır. Bu dönemde İlhan Berk’te içeriğin öne çıktığı görülür.

İlhan Berk 1958’de yayımladığı Galile Denizi adlı şiir kitabıyla sanatında önemli bir dönemece girer. Bundan sonra daha özgün ve muhtevadan çok, biçimin öne çıktığı şiirler yazar. Bu köklü dönüşüm onda eski kitapları için ‘unutmak istediği kitaplar’ olarak yer etmiştir. Bu gerçeküstücülüğün etkisinde geliştirdiği çok anlamlı, çok boyutlu, bol çağrışımlı bir şiirdir.

Bu dönemde şiirin sorunlarıyla da ilgilenir. Arayışları onu Batı şiirine götürür. Arthur Rimbaut, F. Ponge, Ezra Pound, Rene Char gibi Fransız şairlerin yanında, Cummings ve T. S. Eliot gibi Amerikalı şairlerin de etkisinde kalır. Bu etkiyi: “Ben dünyanın en borçlu şairiyim dediğim zaman söylemek istediğim şudur. Şair ancak sözcüklerden etkilenir ve şair gene ancak ve ancak şairlerle büyür.”

İkinci Yeni’nin henüz adı konmadan yolunu açan, özgün şairlerden İlhan Berk, bu akımın en yaşlı üyesidir. Hece ölçüsüyle olan ilk şiirlerini 1935’te kitaplaştıran Berk, sürekli denemelerle şiirin yapısını da değiştirir. Gündelik yaşayış sahnelerini tasvirden, zamanla düz yazıya yaklaşan bir anlatıma yönelir. Zengin çağrışımlar, anlamsız, yığın etkisi uyandıran söyleyişler, İstanbul yorumları, tarihe olumsuz bakış, cinsiyetle ilgili yoğun telmihler İlhan Berk’in şiirinden alınan ilk izlenimlerdir.

29 şiir kitabı olan şairin dikkat çeken kitapları arasında şunlar vardır: Güneşi Yakanların Selâmı (1935), İstanbul (1939), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953), Köroğlu (1955),Galile Denizi (1958), Çivi Yazısı (1960), Otağ (1961), Aşıkane (1968), Taş Baskısı (1975), Kül (1979), Kitaplar Kitabı (1981), Delta ve Çocuk (1984), Galata (1985), Güzel Irmak (1988) ve Pera (1990).

İlhan Berk, uzun şiir serüveninde daima farklı olmayı amaçlamış ve cinselliği asla unutmamıştır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide: “Ben kendimi unutulmuş bir ada gibi görürüm. Bir şair olarak bilinen biri olduğumu biliyorum ama hep kendimi unutulmuş bir ada olarak kavradım. Ve bunu, nedendir bilmiyorum, öyle sevdim” demektedir. İlhan Berk aynı söyleşide felsefeyle şiir arasında daima bir yakınlık bulunduğunu, şiiri bir canlı madde olarak gördüğünü, varoluş sorununu şiirin başlıca meselelerinden sayıldığını ve “ten”in kendisi için çok önemli bir kavram olduğunu da belirtir. Bunlar, İlhan Berk’in şiirinin başlangıçtan itibaren süregelen izleklerini oluşturur.

İlhan Berk Türk şiirinde, çok deney yapan, şiire yeni yapılar arayan şair olarak anılır. Ölçülü ve kafiyeli olarak başladığı ilk şiirlerinden sonra sürekli bir arayıştaydı. Önceleri Garip akımının etkisinde kalmıştı; ama yeni bir şeylere gereksinim duyuyordu. Sonunda kendine has bir dil oluşturdu ve İkinci Yeni akımının öncülerinden oldu.

İlhan Berk’in Kızılırmak adlı şiirinin çözümlemesi.

KIZILIRMAK

7 Ekim 1951

Bir soğuk, bir karanlık, bir ıssız geceydi

Otuz kişiydik, ağzımızı bıçak açmıyordu

Seni gördük kamyonun penceresinden

Keyifli keyifli akıyordun

Hepimiz tutup cigaralarımızı yaktık

Türkü söyledik

               

Kızılırmak şiiri İlhan Berk’in II. Yeni şiir anlayışını benimsemeden önce, Garip şiiri etkisinde kaleme aldığı şiirlerinden biridir. Daha çok Cahit Külebi’nin memleket şiirlerini hatırlatan bu şiir, Kızılırmak’a yazılmıştır.

Bir yolculuk alıntısı olarak kurgulanmış manzumede Kızılırmak boyunda bir kış vakti gerçekleştirilen bir seyahat anlatılmıştır. Buna göre yolculukların kamyonlarla yapıldığı bir dönemde otuz kişi bir kamyonun kasasında soğuk ve ıssızlık içinde yol almaktadır. Yolcuların kimler olduğu belli değildir fakat ağızlarını bıçak açmamaktadır. Belli ki bir korku ve endişenin susturduğu ağızlardır bunlar.

Sonra birdenbire Kızılırmak görünür. Kızılırmak keyifli keyifli akmaktadır. Yolcular bir yakınını görmüş insanlar gibi rahatlamış, kendilerini sağ ve selamet bir yere atmanın huzuru içinde cigaralarını yakmış, türkü söylemeye başlamışlardır.

Ülkenin bir dönemine ait bu yolculuk macerasını anlatan bu manzume Faruk Nafiz’in Han Duvarları şiiriyle açtığı çığırın uzantılarından biri olarak gözükmektedir. Şairin nedenler ve niçinler üzerinde durmadığı şiirin dramatik yönü zayıftır. Halbuki bu otuz kişinin bu topraklarla ilişkin birer hikâyeleri olmalıydı. Yazarın tasvirci anlatımı şiiri bu imkândan mahrum etmiştir denebilir.

Kızılırmak’ın kişileştirilmesi bu coğrafyayı bekleyen bir bekçi gibi yolcuları rahatlatması şairin şiirine taşıdığı gerilimle ilgili bir tasarruftur. Bu coğrafyada doğmuş büyümüş Cahit Külebi ya da Hasan Hüseyin’in şiirlerindeki Kızılırmak farklı bir Kızılırmak’tır.

İlhan Berk’in Balad adlı şiirinin çözümlemesi.

BALAD

Ben böyle deniz görmedim, ne kadar seni düşündüm

Gittim ne kadar bilemezsiniz ne türlü karanlık

Baktım biri yok o kentlerin hiç olmamışlar gördüm

S bir kadın balkonunda baksam ne zaman olurdu

E sesinde yüzlerce trenler yürüdü Galile’de

Sizi bilmem ben galiba olmadım o dünyalarda

Salt bir it karanlık akşamüstü denizlere doğru

Durmuş nasıl bu gökle bu yalnızlıklar yaşamda

Ne yaşanmışsa görmemişiz yaşanmış o kentlerde

Gittik gittik bizi bu sırlar tuttu böyle kaldık.

Böyle güneşlere bayılıyorum çok güneşlere

Hafif otlar yürüyor evlere pis İstanbullara

Şey ile şeysiz geçiyorum o kapanık güneşlerde

Siz bir duruma benim karanlığımı yadsıyorsunuz

Sokağa çıkmayın diyorum çıkmayın duymuyorsunuz

Benimle gelen o büyük sıkıntıdan gelenlerdi

Ta Galile içlerinden yürüyerek gelmişlerdi

Biriniz beni görmediniz ne kadar bağırdımsa

Denizler baktığım tüm o denizler gösterdi bana

Bir yalnızlık yeryüzündeki kapılar, bir o gördüm.

Balad şiiri, İlhan Berk’in Galile Denizi adli şiir kitabından alınmıştır. Bu kitapta bulunan şiirler ayrı adlar taşımakla beraber, birkaçı dışında hepsi birbiriyle ilgilidir. Çeşitli unsurlar muhtelif parçalarda değişik şekillerde tekrar tekrar gözükürler. Bir şiirde sadece bir telmihten (açıkça söylememe) ibaret olan bir unsur, başka bir yerde bütüne hâkim bir tem haline gelir.

Şairin anlatış tarzı gerçeküstücülere özgü serbest çağrışım metoduna çok yakındır. Fakat hemen belirtelim ki İlhan Berk, esas itibarıyla gerçeküstücü değildir. Onda bu akımın başlıca kaynağını oluşturan bilinçaltından gelme unsurlar, rüyalar, hayaller ve mitler yoktur. Bazı parçalara giren uzak ülkelere veya eski çağlara ait karışık unsurlar, psikolojik olmaktan ziyade sosyal bir anlam taşırlar.

Galile Denizi’nde tasvir edilen hayat manzarası, toplumsal gerçekçi şiirde olduğu gibi sefalet sahneleri ve halkın çekmiş olduğu sıkıntılarla doludur. Mazi ve şimdiki durum siyah renklerle ortaya konulmuştur. Şair, bunlar aracılığıyla içinde yaşanılan hayatın ne kadar korkunç ve dayanılmaz olduğunu hissettirmeye çalışır. Keza yine toplumsal gerçekçi şiirde olduğu gibi şair, herkesin mutlu olacağı parlak bir geleceğe inanır ve bunu lirik dizelerle müjdeler. Burada değişen şairin hayat ve toplum karşısında almış olduğu tavır değil, onun anlatış tarzıdır.

Galile Denizi adlı kitabın esas konusunu İstanbul teşkil eder. Fakat bu öyle bir İstanbul’dur ki, gerçeğe uygun olmaktan çok, bir kâbusu andırır. Her şeyin karmakarışık olduğu ve birbirine girdiği bu âlemin bizde bırakmış olduğu izlenim, baştanbaşa bir abeslikten ibarettir. Mavi gökyüzü ile bir denizin çevirdiği bu tarihi şehirde, Bizans, Osmanlı, Levanten dünyasının bütün döküntüleri bir medeniyet enkazı oluştururlar. Eğri büğrü sokaklar, kasvetli evler, yıkılmış surlar, eski kiliseler, camiler ve sarayların arasında bin bir parçaya bölünmüş bir insan kalabalığı, boğucu bir hayatı devam ettirmeye çalışır.

Her biri kendi yalnızlığına hapsolmuş bu insanlara biraz neşe veren, pencerelerinden gördükleri bir gökyüzü veya deniz parçası ile karınlarını doyurmak ve cinsî arzularını tatmin etmektir. Şair, sadece birkaç parçada bu medeniyet ve insan enkazının içinde geleceği yaratacak bir şeyin, kendi ifadesiyle “aşkın” kımıldamakta olduğunu söyler. Hayata bir o gün hâkim olduğu zaman, her şey değişecek, insanlar birleşecek ve karışıklığın yerini düzen alacaktır.

Şairin diğer eserleri de aydınlatıcı birçok unsuru ihtiva eder. İlhan Berk bütün belirsizlik ve karışıklığına rağmen şiirlerini genellikle bilinçli olarak yazmasına karşın, insanlığın kolektif bilinçsizliğinin etkisi altında kalmıştır. Modern psikoloji, bilinmeze benzeyen bu tarz şiirleri çözmeye elverişli bazı ipuçlarını ortaya koyuyor.

Balad şiirine giren unsurları, ‘şehir-tabiat’, ‘kalabalık –fert’, ‘mazi-şimdiki zaman’ olmak üzere başlıca üç zıt kutupta toplamak mümkündür. Dünyayı böyle zıt kutuplara ayırmak ve onlar arasındaki uyuşmazlığı belirtmek, birçok dinlerde olduğu gibi Marksizm’de de vardır. Şair İstanbul şehrini ‘pis İstanbullular’ diye çoğul olarak belirtiyor. Burada çoğul takısının kullanılması şehrin genişlik ve parçalanmışlığını anlatmak içindir. Şiirde daha başka unsurlar da çeşitli amaçlarla çoğul olarak gösterilmiştir. Örneğin: Kentler, trenler, denizler, surlar, yalnızlıklar, güneşler, kapılar, sokaklar, sular ve çizgiler gibi.

Her şiirde olduğu gibi burada da bir seçme ve bir amaç vardır. Şairin amacı, İstanbul şehrini objektif olarak tasvir değil, kendi bakımından orada yaşanılan hayatı ve kendi duygusunu anlatmaktır. Bu unsurlar ve onların kullanıldığı dizelerin genel tonu, İstanbul’u bir şehir olarak hiç de güzel göstermemekte, aksine pis, eski ve can sıkıcı olarak tanıtmaktadır. Burası Yahya Kemal’in büyük bir hayranlıkla anlattığı, bin bir güzellikle dolu İstanbul’dan tamamıyla farklı bir şehirdir. Çünkü İlhan Berk, kişilik olarak tedirgin, huzursuz bir mizaca sahiptir.

Özetle, birçok Türk şairi gibi Berk’in de yaptığı şey, kendi ruh haline uygun gördüğü bu bakış tarzını ve estetiği benimsemesi ve Türkçeye oldukça başarılı bir tarzda uygulamasıdır.

Türk şiirinin iklimini değiştiren İlhan Berk
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Türk şiirinin iklimini değiştiren İlhan Berk






Yaşam öyküsü

   18 Kasım 1918’de Manisa’da doğdu. Asıl adı Emrullah İlhan Birsen’dir. N. İlhan Berk imzasını da kullandı. Hesna Hanım ile dava vekili Veli beyin oğludur. Manisa’da 8 Eylül İlkokulu’nu ve Manisa Ortaokulu’nu bitirdi. Ortaokuldan sonra Balıkesir Necatibey İlköğretim Okulu’ndan mezun oldu ve Giresun’un Espiye ilçesinde iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptı.

   1945’te Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca bölümünü bitirerek Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’deki ortaokullarda Fransızca öğretmeni olarak çalıştı (1956-55). Daha sonra Ziraat Bankası Yayın Bürosu’nda çevirmen olarak görev yaptı (1956-69). Buradan emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıydı.

   Seçme şiirleri İspanyolca ve Fransızcaya çevrilen İlhan Berk’inDakka Üniversitesi (1987) ve Bursa Uludağ Üniversitesi’nden (1988) aldığı ‘fahri doktoralık’ unvanları bulunmaktadır. Günaydın Yeryüzü şiir kitabı hakkında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle açılan dava, daha sonra zaman aşamasına uğrayarak düşmüştür.

   İlhan Berk Kül ile 1979 TDK Şiir Ödülü; Mitologyalar’ı eklediği kitabı, İstanbul Kitabı ile 1980 Behçet Necatigil Şiir ödülü; Deniz Eskisi/Şiirin Gizli Tarihi ile 1983 Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazandı. Güzel Irmak ile 1988 Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü F. Edgü ile paylaştı.

   28 Ağustos 2008 tarihinde 89 yaşındayken Bodrum Devlet Hastanesi’nde yaşama gözlerini yumdu. Cenazesi Bodrum’da toprağa verildi.

Sanat anlayışı

   İlhan Berk ilk şiirlerini 1935’te Manisa Halkevi’nin Uyanış adlı dergisinde yayımladı. Bu devrede Nazım Hikmet’in etkisindedir. Bu etkiyi yansıtan Güneşi Yakanların Selamı adlı ilk kitabı, 1935’te Manisa Halkevi Yayınları arasında çıkar. 1935-1955 yılları arasındaki yirmi yıllık dönemde, Servet-i Fünûn, Uyanış, Yeryüzü, Kaynak, Yeditepe gibi dergilerde yayımladığı şiirlerini İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı ve Köroğlu kitaplarında topladı. Bu şiirlerde toplumcu gerçekçi sanat anlayışına bağlılığını yansıttı.

   Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapması, şiirlerine kırsal hayatın girmesine kapı açmıştır. Fakat bu şiirlerde, mahalli öğelerden çok örneğin Virgilius’un kır şiirlerini andıran bir içerik göze çarpar. Tabiatın yorumuna şairin kültürü de karışır. Bu dönemde İlhan Berk’te içeriğin öne çıktığı görülür.

   İlhan Berk 1958’de yayımladığı Galile Denizi adlı şiir kitabıyla sanatında önemli bir dönemece girer. Bundan sonra daha özgün ve muhtevadan çok, biçimin öne çıktığı şiirler yazar. Bu köklü dönüşüm onda eski kitapları için ‘unutmak istediği kitaplar’ olarak yer etmiştir. Bu gerçeküstücülüğün etkisinde geliştirdiği çok anlamlı, çok boyutlu, bol çağrışımlı bir şiirdir.

   Bu dönemde şiirin sorunlarıyla da ilgilenir. Arayışları onu Batı şiirine götürür. Arthur Rimbaut, F. Ponge, Ezra Pound, Rene Char gibi Fransız şairlerin yanında, Cummings ve T. S. Eliot gibi Amerikalı şairlerin de etkisinde kalır. Bu etkiyi: “Ben dünyanın en borçlu şairiyim dediğim zaman söylemek istediğim şudur. Şair ancak sözcüklerden etkilenir ve şair gene ancak ve ancak şairlerle büyür.”

   İkinci Yeni’nin henüz adı konmadan yolunu açan, özgün şairlerden İlhan Berk, bu akımın en yaşlı üyesidir. Hece ölçüsüyle olan ilk şiirlerini 1935’te kitaplaştıran Berk, sürekli denemelerle şiirin yapısını da değiştirir. Gündelik yaşayış sahnelerini tasvirden, zamanla düz yazıya yaklaşan bir anlatıma yönelir. Zengin çağrışımlar, anlamsız, yığın etkisi uyandıran söyleyişler, İstanbul yorumları, tarihe olumsuz bakış, cinsiyetle ilgili yoğun telmihler İlhan Berk’in şiirinden alınan ilk izlenimlerdir.

   29 şiir kitabı olan şairin dikkat çeken kitapları arasında şunlar vardır: Güneşi Yakanların Selâmı (1935), İstanbul (1939), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953), Köroğlu (1955),Galile Denizi (1958), Çivi Yazısı (1960), Otağ (1961), Aşıkane (1968), Taş Baskısı (1975), Kül (1979), Kitaplar Kitabı (1981), Delta ve Çocuk (1984), Galata (1985), Güzel Irmak (1988) ve Pera (1990).

   İlhan Berk, uzun şiir serüveninde daima farklı olmayı amaçlamış ve cinselliği asla unutmamıştır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide: “Ben kendimi unutulmuş bir ada gibi görürüm. Bir şair olarak bilinen biri olduğumu biliyorum ama hep kendimi unutulmuş bir ada olarak kavradım. Ve bunu, nedendir bilmiyorum, öyle sevdim” demektedir. İlhan Berk aynı söyleşide felsefeyle şiir arasında daima bir yakınlık bulunduğunu, şiiri bir canlı madde olarak gördüğünü, varoluş sorununu şiirin başlıca meselelerinden sayıldığını ve “ten”in kendisi için çok önemli bir kavram olduğunu da belirtir. Bunlar, İlhan Berk’in şiirinin başlangıçtan itibaren süregelen izleklerini oluşturur.

   İlhan Berk Türk şiirinde, çok deney yapan, şiire yeni yapılar arayan şair olarak anılır. Ölçülü ve kafiyeli olarak başladığı ilk şiirlerinden sonra sürekli bir arayıştaydı. Önceleri Garip akımının etkisinde kalmıştı; ama yeni bir şeylere gereksinim duyuyordu. Sonunda kendine has bir dil oluşturdu ve İkinci Yeni akımının öncülerinden oldu.

   İlhan Berk’in Kızılırmak adlı şiirinin çözümlemesi.

KIZILIRMAK

7 Ekim 1951

Bir soğuk, bir karanlık, bir ıssız geceydi

Otuz kişiydik, ağzımızı bıçak açmıyordu

Seni gördük kamyonun penceresinden

Keyifli keyifli akıyordun

Hepimiz tutup cigaralarımızı yaktık

Türkü söyledik

               

   Kızılırmak şiiri İlhan Berk’in II. Yeni şiir anlayışını benimsemeden önce, Garip şiiri etkisinde kaleme aldığı şiirlerinden biridir. Daha çok Cahit Külebi’nin memleket şiirlerini hatırlatan bu şiir, Kızılırmak’a yazılmıştır.

   Bir yolculuk alıntısı olarak kurgulanmış manzumede Kızılırmak boyunda bir kış vakti gerçekleştirilen bir seyahat anlatılmıştır. Buna göre yolculukların kamyonlarla yapıldığı bir dönemde otuz kişi bir kamyonun kasasında soğuk ve ıssızlık içinde yol almaktadır. Yolcuların kimler olduğu belli değildir fakat ağızlarını bıçak açmamaktadır. Belli ki bir korku ve endişenin susturduğu ağızlardır bunlar.

   Sonra birdenbire Kızılırmak görünür. Kızılırmak keyifli keyifli akmaktadır. Yolcular bir yakınını görmüş insanlar gibi rahatlamış, kendilerini sağ ve selamet bir yere atmanın huzuru içinde cigaralarını yakmış, türkü söylemeye başlamışlardır.

   Ülkenin bir dönemine ait bu yolculuk macerasını anlatan bu manzume Faruk Nafiz’in Han Duvarları şiiriyle açtığı çığırın uzantılarından biri olarak gözükmektedir. Şairin nedenler ve niçinler üzerinde durmadığı şiirin dramatik yönü zayıftır. Halbuki bu otuz kişinin bu topraklarla ilişkin birer hikâyeleri olmalıydı. Yazarın tasvirci anlatımı şiiri bu imkândan mahrum etmiştir denebilir.

   Kızılırmak’ın kişileştirilmesi bu coğrafyayı bekleyen bir bekçi gibi yolcuları rahatlatması şairin şiirine taşıdığı gerilimle ilgili bir tasarruftur. Bu coğrafyada doğmuş büyümüş Cahit Külebi ya da Hasan Hüseyin’in şiirlerindeki Kızılırmak farklı bir Kızılırmak’tır.

   İlhan Berk’in Balad adlı şiirinin çözümlemesi.

BALAD

Ben böyle deniz görmedim, ne kadar seni düşündüm

Gittim ne kadar bilemezsiniz ne türlü karanlık

Baktım biri yok o kentlerin hiç olmamışlar gördüm

S bir kadın balkonunda baksam ne zaman olurdu

E sesinde yüzlerce trenler yürüdü Galile’de

Sizi bilmem ben galiba olmadım o dünyalarda

Salt bir it karanlık akşamüstü denizlere doğru

Durmuş nasıl bu gökle bu yalnızlıklar yaşamda

Ne yaşanmışsa görmemişiz yaşanmış o kentlerde

Gittik gittik bizi bu sırlar tuttu böyle kaldık.

Böyle güneşlere bayılıyorum çok güneşlere

Hafif otlar yürüyor evlere pis İstanbullara

Şey ile şeysiz geçiyorum o kapanık güneşlerde

Siz bir duruma benim karanlığımı yadsıyorsunuz

Sokağa çıkmayın diyorum çıkmayın duymuyorsunuz

Benimle gelen o büyük sıkıntıdan gelenlerdi

Ta Galile içlerinden yürüyerek gelmişlerdi

Biriniz beni görmediniz ne kadar bağırdımsa

Denizler baktığım tüm o denizler gösterdi bana

Bir yalnızlık yeryüzündeki kapılar, bir o gördüm.

   Balad şiiri, İlhan Berk’in Galile Denizi adli şiir kitabından alınmıştır. Bu kitapta bulunan şiirler ayrı adlar taşımakla beraber, birkaçı dışında hepsi birbiriyle ilgilidir. Çeşitli unsurlar muhtelif parçalarda değişik şekillerde tekrar tekrar gözükürler. Bir şiirde sadece bir telmihten (açıkça söylememe) ibaret olan bir unsur, başka bir yerde bütüne hâkim bir tem haline gelir.

   Şairin anlatış tarzı gerçeküstücülere özgü serbest çağrışım metoduna çok yakındır. Fakat hemen belirtelim ki İlhan Berk, esas itibarıyla gerçeküstücü değildir. Onda bu akımın başlıca kaynağını oluşturan bilinçaltından gelme unsurlar, rüyalar, hayaller ve mitler yoktur. Bazı parçalara giren uzak ülkelere veya eski çağlara ait karışık unsurlar, psikolojik olmaktan ziyade sosyal bir anlam taşırlar.

   Galile Denizi’nde tasvir edilen hayat manzarası, toplumsal gerçekçi şiirde olduğu gibi sefalet sahneleri ve halkın çekmiş olduğu sıkıntılarla doludur. Mazi ve şimdiki durum siyah renklerle ortaya konulmuştur. Şair, bunlar aracılığıyla içinde yaşanılan hayatın ne kadar korkunç ve dayanılmaz olduğunu hissettirmeye çalışır. Keza yine toplumsal gerçekçi şiirde olduğu gibi şair, herkesin mutlu olacağı parlak bir geleceğe inanır ve bunu lirik dizelerle müjdeler. Burada değişen şairin hayat ve toplum karşısında almış olduğu tavır değil, onun anlatış tarzıdır.

   Galile Denizi adlı kitabın esas konusunu İstanbul teşkil eder. Fakat bu öyle bir İstanbul’dur ki, gerçeğe uygun olmaktan çok, bir kâbusu andırır. Her şeyin karmakarışık olduğu ve birbirine girdiği bu âlemin bizde bırakmış olduğu izlenim, baştanbaşa bir abeslikten ibarettir. Mavi gökyüzü ile bir denizin çevirdiği bu tarihi şehirde, Bizans, Osmanlı, Levanten dünyasının bütün döküntüleri bir medeniyet enkazı oluştururlar. Eğri büğrü sokaklar, kasvetli evler, yıkılmış surlar, eski kiliseler, camiler ve sarayların arasında bin bir parçaya bölünmüş bir insan kalabalığı, boğucu bir hayatı devam ettirmeye çalışır.

   Her biri kendi yalnızlığına hapsolmuş bu insanlara biraz neşe veren, pencerelerinden gördükleri bir gökyüzü veya deniz parçası ile karınlarını doyurmak ve cinsî arzularını tatmin etmektir. Şair, sadece birkaç parçada bu medeniyet ve insan enkazının içinde geleceği yaratacak bir şeyin, kendi ifadesiyle “aşkın” kımıldamakta olduğunu söyler. Hayata bir o gün hâkim olduğu zaman, her şey değişecek, insanlar birleşecek ve karışıklığın yerini düzen alacaktır.

   Şairin diğer eserleri de aydınlatıcı birçok unsuru ihtiva eder. İlhan Berk bütün belirsizlik ve karışıklığına rağmen şiirlerini genellikle bilinçli olarak yazmasına karşın, insanlığın kolektif bilinçsizliğinin etkisi altında kalmıştır. Modern psikoloji, bilinmeze benzeyen bu tarz şiirleri çözmeye elverişli bazı ipuçlarını ortaya koyuyor.

   Balad şiirine giren unsurları, ‘şehir-tabiat’, ‘kalabalık –fert’, ‘mazi-şimdiki zaman’ olmak üzere başlıca üç zıt kutupta toplamak mümkündür. Dünyayı böyle zıt kutuplara ayırmak ve onlar arasındaki uyuşmazlığı belirtmek, birçok dinlerde olduğu gibi Marksizm’de de vardır. Şair İstanbul şehrini ‘pis İstanbullular’ diye çoğul olarak belirtiyor. Burada çoğul takısının kullanılması şehrin genişlik ve parçalanmışlığını anlatmak içindir. Şiirde daha başka unsurlar da çeşitli amaçlarla çoğul olarak gösterilmiştir. Örneğin: Kentler, trenler, denizler, surlar, yalnızlıklar, güneşler, kapılar, sokaklar, sular ve çizgiler gibi.

   Her şiirde olduğu gibi burada da bir seçme ve bir amaç vardır. Şairin amacı, İstanbul şehrini objektif olarak tasvir değil, kendi bakımından orada yaşanılan hayatı ve kendi duygusunu anlatmaktır. Bu unsurlar ve onların kullanıldığı dizelerin genel tonu, İstanbul’u bir şehir olarak hiç de güzel göstermemekte, aksine pis, eski ve can sıkıcı olarak tanıtmaktadır. Burası Yahya Kemal’in büyük bir hayranlıkla anlattığı, bin bir güzellikle dolu İstanbul’dan tamamıyla farklı bir şehirdir. Çünkü İlhan Berk, kişilik olarak tedirgin, huzursuz bir mizaca sahiptir.

   Özetle, birçok Türk şairi gibi Berk’in de yaptığı şey, kendi ruh haline uygun gördüğü bu bakış tarzını ve estetiği benimsemesi ve Türkçeye oldukça başarılı bir tarzda uygulamasıdır.

Türk şiirinin iklimini değiştiren İlhan Berk
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.