Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Sözcüğün uyandırdığı çağrışımları ustaca kullanan şairimiz Sezai Karakoç






Yaşam öyküsü
   33 yılında Diyarbakır’da doğdu. Mehmet Sezai Karakoç, Yasin Efendi ile Emine Hanım’ın oğludur. Ailesi, Ergani’de Levendoğulları adıyla tanınan bir sipahi soyundan gelmektedir. İlkokul eğitimini Ergani’de tamamladı. Ortaöğretimini parasız yatılı olarak okuduğu Maraş Ortaokulu ile Gaziantep Lisesi’nde bitirdi (1950). Liseyi bitirdikten sonra babasının ilahiyat, kendisinin ise felsefe öğrenimi yapmak istemesine rağmen, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde i burslu okuma olanağı bulunca bu okula girdi; 1955’te Maliye Şubesi’nden mezun oldu. Aynı yıl, Şiir Sanatı adlı (iki sayılık) bir dergi çıkardı. Maliye müfettiş muavinliği ve Gelirler Genel Müdürlüğü kontrolörlüğü görevlerinde bulundu. Görevi dolayısıyla çeşitli denetleme gezileri sırasında, özellikle Orta Anadolu ve Ege bölgesinde birçok yeri yakından görme ve tanıma fırsatı buldu. 1965’te kendi isteğiyle memurluktan ayrıldı.
Sezai Karakoç’un ilk şiiri, Mehmet Levendoğlu imzasıyla 1949’da, Büyük Doğu Dergisi’nde çıktı. Hisar, Mülkiye, İstanbul, Şiir Sanatı, Pazar Postası ve Soyut gibi dergilerde, şiir ve yazıları yayımlandı. Bir süre Büyük Doğu dergisinin edebiyat sayfasını da yönetti. 16 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Sanat anlayışı

Sezai Karakoç, İkinci Yeni şairleriyle aynı zamanda eser vermesi ve kapalılığı dolayısıyla bu akım mensupları arasında sayıldı. İslamî düşünüş, önce dağınık hayallerinde, sonra destansı şiir anlayışında göründü. Mehmet Kaplan Sezai Karakoç’u ideoloji ve eğilim bakımından ‘milliyetçi, dindar muhafazakâr zümreye sokabiliriz’ der.
Sezai Karakoç’un ilk şiirlerinde, dönemin egemen sanat anlayışının izleri görülür. Daha sonra İkinci Yeniler ile hem birlikte aynı dergilerde şiirlerini yayımlaması, hem de Cemal Süreya ile olan dostluğu nedeniyle bu akımın şairleri arasında sayılmıştır. Kimi biçimsel ve anlatım özellikleri benzeşse de Sezai Karakoç içerik bakımından onlardan ayrılır. Fakat onun şiiri, Mehmet Akif – Necip Fazıl çizgisinden gelen şiirle de bir akrabalık kurmaz.
Sezai Karakoç’un şiiri, söylevci bir şiirdir. Hitap ettiği, etmek istediği bir kitle vardır. Karakoç, Diriliş Dergisini bu amaçla çıkarır. O, bu hareketi: “Yeni bir nesil gelmişti. Ortam otuz yıl öncesine göre çok değişmişti. Düşünüşte bir yenilenme ve tazelenmeye ihtiyaç vardı. Yeni bir dil ve anlatım gerekliydi. Bir süredir daldığım Metafizik düşünceler de kendini ifade için beni zorluyordu. Bu olağanüstü koşullar içinde doğdu Diriliş” cümleleriyle ifade etmektedir.
Bundan sonra onun şiir çizgisini Diriliş fikrinin değişik yorumları, açılım ve çağrışımlarının oluşturduğu bir program tayin edecektir. Şairin şiirlerindeki büyük dönüşüm, 1967’deki yayımladığı ‘Hızır’la Kırk Saat’ kitabıyla başlar. Karakoç’un bir şiir alanı olarak seçtiği mistik ve metafizik unsurlar, bu yapıtla birlikte kendisini gösterir. Bu kitabın devamı olan ‘Taha’nın Kitabı’nda, şair bakışını biraz daha soyuttan somuta indirgeyerek topluma yöneltir. 1969’da yayımladığı ‘Gül Muştusu’ adlı kitabında eski şiirimizde çok kullanılan gül imgesinden yola çıkarak onu bir inanç sisteminin sembolü haline getirir.
İslâmiyet ve mistisizmi hareket noktası olarak alan şairlerin üstat tanıdıkları Sezai Karakoç ve Necip Fazıl’dır. Böylece bu iki şairin Türk şiirinde şekil ve içerikte yaptıkları yeniliklerin sadece bir noktası alınmış ve yayınlaştırılmıştır. Bu durum nice yazar ve şairle benzerlik gösterir. Sezai Karakoç kutsal kitapların kıssalarını büyük bir başarı ve çağdaş bir anlatımla dile getirmiştir. Dağınık imajlar ve çeşitli göndermelerle bugünü, teknik medeniyeti de içine alacak şekilde anlatan Sezai Karakoç, hakkında yapılmış olan değerlendirmelerde henüz yeterince aydınlatılamamış olan şairlerdendir. Bu, onun eserlerindeki derin dinî bilgi ve batı edebiyatı örneklerini tanımasından kaynaklanır. BU kaynaklara hakim olmadan onu yorumlamak güçtür. Şairin yer yer epik anlatımı büyük bir coşkunlukla devam eder ve göndermeleri fark etmeyen okuyucuyu da bir bilinmeze doğru götürür. Kullandığı sözcükler ve onların dayandığı güçlü İslâm kaynakları Sezai Karakoç’un şiirinde gelenek ve yeninin şaşırtıcı, çekici büyüsünü kurmuş ve İkinci Yeni’nin nice şiirlerindeki bir gevezelik ve anlamsız sözcük yığınlarına düşmekten onu korumuştur. Sezai Karakoç, sözcüğün uyandırdığı çağrışımları ustaca kullanır. Onun öz Türkçecilik gibi bir tutkusu yoktur. Şiirinin gerektirdiği sesi, başka dillerin sözcüklerinde de bulursa kullanmaktan çekinmez.
Sezai Karakoç’un Balkon Adlı Şiirinin Çözümlemesi:
BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirlerinde
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsanız hazır kefen
Şezlongunuza uzanan ölü

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların

Balkon şiiri modernleşmenin insan hayatı üzerinde yol açtığı travmalar üzerine kurgulanmıştır. İnsan hayatını kolaylaştırmak ve kalitesini artırmak iddiasındaki modernizm, kimi yenilikleri getirse da çoğu kez kurduğu tuzaklarla insanoğlunun mezarı olabilmektedir. Ayağını topraktan kesen bir neslin çocukları yüksek evlerde kendi ölümlerine zemin hazırlamaktadır. Çok katlı evler, siteler ve nihayet gökdelenler, Tanrı’nın değil ama insanın kendisine dünyayı büyük bir mezarlığa çevirme gayretinin ürünüdür. Bu şiirde vurgulanan bu tip evlerin balkonlarıdır. Evlerin ölüme açılan kapılarıdır bu balkonlar. Şair balkonu, güzel bir benzetmeyle ‘ölümün cesur körfezidir evlerde’ diye betimler.
Şiirin ikinci öbeği öznenin balkonla ilgili çağrışımlarını içerir. Buna göre balkonlar bir tabut kadar yerlerdir. Ölülerin kefeni de çamaşırı çağrıştırır. Balkonda dinlenmek için uzanılan şezlonglar da ölü uzatılan tahtalardır.
Şiirin bir sonraki öbeğinde balkonla ilgili gelecek tasavvurları yapılır. Buna göre gelecek zamanlarda ölüleri balkonlara gömeceklerdir. Bu yüzden insan öldükten sonra da rahat edemeyecektir. O halde yapılması gereken balkonsuz evler ya da yek katlı evler inşa etmektir. Şiirin öznesi de evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpmek için hareketlenir. Böylece modern insanın hayatını zorlaştıran bir uygulama masaya yatırılır. Ülkemiz, çok katlı binalar inşa etmeye uygun değildir. Türkiye, dünyanın sayısız deprem kuşakları üzerindedir.
Durum böyle iken başka ülkeleri taklit ederek onların düştüğü hataları tekrar etmekteyiz. İşte bu yüzden Mimar Sinan’ın torunları olan bizler, depremlerde can vermekteyiz.
Sezai Karakoç, bu tip travmalara yol açabilecek unsurlarla şiirini daha da genişletebilirdi. Örneğin modernleşmenin göstergesi olan asansör de bu tip facialara, yol açabilecek bir unsur değil midir?

Sözcüğün uyandırdığı çağrışımları ustaca kullanan şairimiz Sezai Karakoç
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.