
Yaşam öyküsü
Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğdu. Babası hukukçu Abdülbaki Fazıl Beydir. Baba tarafından aslen Maraşlı olup, Kısakürek Oğulları diye bilinen ve Dülkadiroğulları’na kadar uzanan bir sülaleden gelir. Çocukluğu dedesinin Çemberlitaş’taki konağında geçti. İlköğrenimini çeşitli okullarda kesintili ve düzensiz bir şekilde tamamladı. Daha sonra Heybeliada Bahriye Mektebini bitirdi. 1921’de Darülfünun Felsefe bölümüne yazılır. Eğitim Bakanlığı’nın Avrupa’ya gönderilecek ilk öğrenci grubu için düzenlenen sınavda başarılı olarak Paris’e gönderildi. Paris’te iki yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye dönüşünde, İstanbul ve Anadolu’da milli ve yabancı bankalarda müfettişlik görevlerinde bulundu. Değişik sürelerle, bir Fransız okulunda, Ankara Devlet Konservatuarı’nda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Robert Kolej’de ders verdi.
1936’dan sonra kendisini tamamen yayın hayatına verdi. Büyük Doğu Dergisi’ni ve Büyük Doğu Yayınlarını kurdu. Yazılarında Ne-Fe-Ka, Be-Da, Prof. Ş.Ü, Adı Değmez, Neslihan Kısakürek ve Ahmet Abdülbaki imzalarını da kullandı. Necip Fazıl’ın, 23 Kasım 1975’te sanat hayatının 50.yıldönümü nedeniyle Millî Türk Talebe Birliği tarafından jübilesi yapıldı. Türk Edebiyatı Vakfı da şaire, Türkçenin yaşayan en büyük şairi unvanını verdi. 25 Mayıs 1983’te İstanbul’da ölen Necip Fazıl Kısakürek, Eyüp Mezarlığı’na defnedildi.
Sanat anlayışı
Necip Fazıl ilk şiirlerini 1923’te Yeni Mecmuada yayımladı. İlk şiir Kitabı olan Örümcek Ağı’nı 1925 te baskıya verdi. Fakat onun şöhretini sağlayan asıl kitabı, aynı adlı şiirin yayımlandığı Kaldırımlar adlı yapıtıdır (1928). Kısakürek, uzun yıllar Kaldırımlar şairi olarak tanınır. Onun şiirlerindeki asıl dönüşüm, 1934’ten sonra AbdülhakimArvasî ile tanışmasıyla yaşanır. Bu dönemde şiirine yüce bir amaç arayan Kısakürek, şiirini bütün poetik (şiir sanatı) öngörülerde arındırarak İslâm’ın hizmetine vermeyi seçti. Bundan sonraki şiirleri, bu doğrultuda, yani Müslüman insanın travmaları üzerine inşa eder.
Bilindiği gibi Memleket Edebiyatı’nı alan bir kısım şairler, görünen manzara ve insanların bir de görünmeyen iç âlemlerini, kişisel duyuş tarzlarını anlatmak istediler. “Öz Şiir” peşinde gidenlerin de başlangıç noktasını teşkil eden bu şairlerden olan Kısakürek, mistik ve dinî bir heyecana kapılır. Felsefeyle meşguliyeti dolayısıyla aşma fikrine ulaşan, görünenin ardını araştıran ve mistik bir anlayış geliştiren Kısakürek, 1930’ların sonunda Nazım Hikmet’in tam karşısında görülmüştür. O da Halk şiiri geleneğinden hareket etmiş, heceyi kullanmış, batı şiiriyle kendi geleneğimizi birleştirmeye çalışmıştır. Felsefeye duyduğu merak bir çeşit mistik anlayış ve duyuşa yönelmiş; Halk ve Tekke edebiyatı ile meşgul olmuştur. Şiirlerini, Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), Sonsuzluk Kervanı (1955), Çile (1962) ve Şiirlerim (1969) adlı kitaplarında yayımlamıştır.
Yararlandığı mistik şiir geleneği, onun ruhunu sakinleştirmekten uzaktır. Ancak bu özelliği, Necip Fazıl’ın şiirinin asıl cazibesini yapar. Huzursuz, arayan, bekleyen ve hiç tatmin olmayan modern insanın ıstırabı onda görülür. Kısakürek, edebiyatımızda ıstırap çeken ruhun sesini şiire taşıyan şairdir. Fakat ruh gündelik hayatın ya da materyallerin noksanlığından doğan ıstırabın sesini değil, bir varoluş sorunu olarak insanın toplumsal ıstırabını dile getirir. Onunla birlikte Türk şiirine korku ve ürpertinin, metafizik yönelimlerin ve bunların yansımalarının ifadeleri girdi.
Necip Fazıl Kısakürek’in şiiri, en çetin konuları hece ölçüsü ve koşma nazım şekliyle yazabileceğinin kanıtıdır. O, kafiyenin anlamı ve ifadeyi sınırlayıcı etkisini aşmış dizeler yazmıştır.
Necip F. Kısakürek’in Otel Odaları adlı şiirinin çözümlemesi:
OTEL ODALARI
Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.
Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aynalarında, küflü aynalarında.
Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,
Kırık masalarında, kırık masalarında.
Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır,
İzbe sofralarında, izbe sofralarında.
Atıyor sızıların çıplak duvarda nâbzı,
Çivi yaralarında, çivi yaralarında.
Kulak verin ki zaman, tahtayı kemiriyor,
Tavan aralarında, tavan aralarında.
Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,
Otel odalarında, otel odalarında!…
Otel odaları şiiri, nesne-insan ilişkisi üzerine kurgulanmıştır. Şiir, bir otel odasında kendi iç sesinin yankısını, nesnelerin dünyasında aramaya çalışan öznenin bakış açısı ve nesnelerde okudukları şiirin eksenini oluşturur. Şiirin öznesi, geceleyeceği otel odasındaki eşyalara sinmiş eski müşterilerin kokusundan ayak seslerine kadar bütün unsurların dilini çözer gibi konuşur. İlk göze çarpan bu daracık odada, bir merhamet gibi yanan isli lâmbalardır. Şairin dikkatini çeken bir sonraki nesne aynalardır. Sanki bu küflü aynalarda gelip geçen herkesten bir yüz kalmıştır. Bu ruh hali otelin müşterisini etkiler.
Bir sonraki nesne kırık masadır. Sanki burada bir boğuşma olmuş, birisi birini öldürmüştür. Masadan sonra terlikler de bu olağanüstü tabloda yerlerini alırlar. Terlikler sanki bir sırrı sürükler gibi izbe sofalarda tıpır tıpır gezinmektedir. Terlikleri giyen insanların gizemli halleri, şiirin bu gerçeküstü bir vehmi andıran manzarasında yerlerini alırlar. Bu otel odasının duvarları da tekin değildir. Duvarları çivi yaralarıyla doludur. Bu odada her nesnenin gizlediği bir sırrı vardır.
Şiirin son iki dizesi öznenin ruh halini ortaya çıkarır. Artık özne dostsuz, kimsesiz bir şekilde sessizce can vermek korkusuna düşmüştür. Bu odalarda şaire göre bunlar da yaşanmıştır. Nice insan otel odalarında, bu şekilde son nefesini vermiştir.
Sonunda gelip ölümün kapısında tamamlanan bu şiirde şair, nesnelerin kendi ruhuna, kendi ruhunun da nesnelere manevi baskısını şiirleştirerek hem empresyonizm hem de ekspresyonizm yöntemlerini kullanmıştır. Eşya kendi dilince konuşturulur. Nesnelerin şifreleri çözülür. Nesnenin insandan daha uzun ömürlü oluşundan duyulan gizli rahatsızlık dile getirilir. Bu bakımdan bu küçük , dar otel odası birçok hayatın bir özeti olarak anlam kazanır.
Sonuç
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda Necip Fazıl Kısakürek de tıpkı Nazım Hikmet gibi geniş bir etki alanı bulmuş, bu etki 1960’lardan sonra İslâmî dünya görüşüne bağlı olanlar arasında artmıştır. İlk kitabı “Örümcek Ağı”ndan itibaren şairliğini, döneminin hemen hemen bütün edebiyat eleştirmenlerinin övdüğü Necip Fazıl Kısakürek, insanın ve eşyanın bilinmeyen iç yüzünü hissettiren, ıstırabın bir temsilcisi sayılmış, gelecekte aynı kuvvette eserler vereceği umulmuştur. Cumhuriyet döneminin en kültürlü, en pervasız ve şiir duygusu çok kuvvetli denemeci, tenkitçi Nurullah Ataç, 1930 sonlarındaki değerlendirmelerinde şiirimizde iki isimden söz eder: Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet Ran. Bu yazısında, güzel şiirleri seçmekte büyük ustalığı olan Nurullah Ataç, Necip Fazıl’ın Örümcek Ağı ve Kaldırımlar şiir kitaplarındaki şiirlerini yenileriyle birlikte yayımladığı “Ben ve Ötesi” adlı şiir kitabını, “1932 senesinin en mühim edebî hadisesi” olarak sayar ve Necip Fazıl’ı ‘Türkçenin en iyi şairlerinden biri’ olarak niteler.
Yorumlar kapalı.