Yaşam öyküsü
1931 yılında Erzincan’da doğdu. Asıl adı Cemalettin Seber’dir. Güllü Hanım ile Hüseyin Seber’in oğludur. İlkokul öğrenimini İstanbul ve Bilecik’te tamamladı. Ortaöğretimini parasız yatılı olarak Bilecik Ortaokulu ile İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde yapan Cemal Süreya, liseyi birincilikle bitirdi.
1950 yılında AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydoldu. 1953’te nikâhlandığı Seniha Nemli ile 1954’te evlendi. Aynı yıl Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu ve Eskişehir Vergi Dairesi’nde stajyer olarak göreve başladı. 1955’te kızı Ayçe dünyaya geldi. Maliye müfettiş muavini olarak göreve atandı. 1959 yılında yedek subay adayı olarak askere alındı; 1960’da teğmen rütbesiyle terhis oldu. Papirüs Dergisi’ni çıkarmaya başladı.
1961’de devlet tarafından, mali konularda inceleme yapmak üzere Fransa’ya gönderildi. Bu arada ilk eşinden ayrılıp Zuhal Tekkanat ile evlendi ve bu evlilikten 1969’da oğlu Memo Emrah dünyaya geldi. 1971’in sonlarında tekrar memurluğa döndü. 1973’te ikinci eşinden de ayrılarak 1975 başında Güngör Demiray ile evlendiyse de aynı yılın sonunda ondan da ayrıldı.
1975’te İstanbul Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’ne atandı. Daha sonra bu görevinden ayrılıp Ankara Maliye Tetkik Kurulu’na döndü. 1976’da üç yıl sürecek olan Kültür Bakanlığı’nın 9 kişilik Kültür Kurulu’na seçildi. 1977-78 yılları arasında Oluşum Dergisi’ni yönetti. Birsen Sağanak ile evlendi. 1978’de yeniden maliye müfettişliğine döndü; Maliye Bülteni adlı dergiyi, Maliye Dergisi’ne dönüştürüp dergiye canlılık kazandırdı. 1982’de emekliye ayrıldı. 1983’te Ortadoğu İktisat Bankası’nda yönetim kurulu üyeliği yaptı.
9 Ocak 1990’da diyabet rahatsızlığı nedeniyle ölen Cemal Süreya, 10 Ocak’ta Şişli Camii’nde kılınan öğle namazından sonra, İstanbul Kulaksız Mezarlığı’nda toprağa verildi. Ölümünden sonra Kadıköy’de oturduğu sokağa ismi verilen Cemal Süreya adına, 2000’e Doğru dergisi tarafından bir de şiir ödülü kondu.
Cemal Süreya, Üvercinka ile 1958 Yeditepe Şiir Armağanı, Göçebe ile 1966 TDK Şiir Ödülü, Sıcak Nal ve Güz Bitiği ile 1988 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanmıştır.
Sanat anlayışı
Şiire küçük yaşlarda başlayan Cemal Süreya, lisedeyken daha çok Divan Edebiyatı ile ilgilenerek aruz ölçüsüyle şiir denemelerine başlar; ancak daha sonra bu şiir tarzını bırakır. Yükseköğrenim yıllarında iken ilk şiiri, ‘Şarkısı Beyaz’ 8 Ocak 1953’te Mülkiye dergisinde yayımlandı. Yine aynı derginin 1953 yılındaki sayılarında ‘Di Gel’ ve ‘Çıkmaz Sinir’ adlı şiirleri yer aldı. Daha sonra XX. Asır, Yeditepe, Evrim, Kaynak, Şiir Sanatı, Yenilik, Şimdilik ve Pazar Postası adlı dergilerde şiirleri yayımlandı. Başlarda Garip hareketine ilgi duymayan Süreya’nın, yeni şiire ilgisi A. MuhipDıranas’ın ‘Kar’ şiiriyle başladı.
Pazar Postası’nda Osman Mazlum adıyla şiir eleştirileri de yazdı. İlk kitabı Üvercinka ile İkinci Yeni şiirinin öncülerinden biri oldu. Bu kitapta ve sonradan yayımladığı Göçebe kitabında yer alan şiirlerde, yeni bir imge düzeni ve söyleyiş üslubu geliştirdi. Şaşırtıcı deyim aktarmaları, gerçeküstü imgelerle yeni bir şiir dili kurdu.
Üvercinka şiirinde yer alan: “Lâleden dünyaya giden bir tramvaydayız” dizesi, hem kendi hem de İkinci Yeni şiirinin felsefesini verir.
Şiirlerinde cinsellik, umutsuzluk, yalnızlık ve aşk başta gelen temalar arasındadır. Şiiri, kurulu düzene karşı bir kanıt olarak gören Cemal Süreya’da, zaman zaman su yüzüne çıkan bir isyan duygusu da egemendir. Ona göre şiir, anayasaya aykırıdır. Şiirin bir ideolojik aygıt olmasını onaylamayan şair, insanın birtakım ideolojilerin nesnesi değil de özünden kendisi olmasını ister. Kendi şiirini; “dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, gözaltım ve kendi kendimi hiçlemeyi bilişim” diye tanımlar. Şiirlerinde düşündürücü mizaha yer verir. Hem Divan, hem Halk şiirinin olanaklarından yararlanır. Mitoloji, destan ve dini kitaplar da şiirinin kaynaklarını oluşturur.
Dil konusundaki tutumunu; “Türkçeden bir kıl kopar; içinde güneşler, dünyalar, ırmaklar vardır. Ama Türkçeden koparacaksın” cümlesiyle ifade eder. Melih Cevdet, Oktay Rifat, İlhan Berk, Turgut Uyar ve Attila İlhan Türk şairlerinden etkilendikleri arasındadır. Batıdan ise Guillame Appolinaire, Paul Eluard, Jacques Prevert ve Max Macobs’un etkisinde kalır.
Cemal Süreya’nın Fotoğraf adlı şiirinin çözümlemesi.
FOTOĞRAF (Fotoğrafa Sığmış Hayatların Şiiri):
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel
Bu şiir, bir fotoğraf çözümlemesidir. Şairler bazen manzara, tablo, fotoğraf ya da gördükleri, tanık oldukları bazı toplumsal durumların çözümlemesini yapan şiirler yazarlar. Bunlar tablonun kendi hikâyesinden çok şairin onlara yakıştırdıkları öykülerdir. Bir bakıma şairler, şiirin malzemesine kendi hikâyelerini giydirirler. Bu şiir de böyle bir yorumdan hareketle oluşmuştur.
Bir otobüs durağında biri erkek diğeri kadın diğeri kadın ve öteki çocuk olan bir aile tablosuna tanıklık eden şair, bu tablodan bir aile fotoğrafı çıkarır. Tablonun figürlerine ayrı ayrı karakterler ve kaderler yaratır. Buna göre adam hüzünlüdür. Muhtemelen karısı olan yanındaki kadına ve çocuğa karşı ilgisizdir. Yani sahici bir hüzün vardır adamın yüreğinde. Kadın, çocuğun elinden tutmuştur. Burada anne-çocuk bağına vurgu yapılır. Annenin çocuğu sahiplenme güdüsünün bir göstergesi de olabilir bu durum. Adamın elleri ceplerindedir. Onun kayıtsızlığına karşın anne, çocuğun elinden tutmuştur. Bu şiirde ellerin durumu karakterlerin davranış biçimlerini ve ruh hallerini yansıtan birer enstrüman gibidir.
Kadın fiziki olarak güzeldir. Hem de güzel anılar gibi yani hatırlandıkça tebessüm uyandıran anılar gibi güzeldir. Şair çocuğun durumunu, anne ve babanın ruh halinin bir bileşkesi yapar. Çocuk güzel anılar gibi hüzünlü ve hüzünlü şarkılar gibi güzeldir. Onun yüzünde anne ve babasının arasında geçmiş olduğu anlaşılan fırtınalardan izler vardır.
Şiirin mekânı bir otobüs durağıdır. Bu üç kişi, kendilerini bir yerlere götürecek olan otobüsü beklemektedirler. Fakat onların dışarıya yansıyan ruh hallerinden, daha çok birbirlerinden kendi durumlarını düzeltecek bir hareket beklenmektedir. Fakat hiçbirinden bu kopuş sahnesini sona erdirecek bir hareket gelmez. Durağın tenha oluşu da bu insanları birbirlerine yaklaştırmayı engeller. Böylece şair, bu çözülmeyi sağlayacak bütün ayrıntıları düşünmüştür.
Yorumlar kapalı.