
Kavram nedir?
Kavram (konsept, nosyon, mevhum) kavramı, bugüne değin düşünürlerin, ruhbilimci ve dilcilerin, üzerinde durdukları, açıklamaya ve tanımlamaya çalıştıkları bir sorundur. Buna karşılık herkesçe benimsenmiş bir tanımı vermek olanağının bulunmadığını da söyleyebiliriz. Bu durumun doğmasına, kavramın dille iç içe olması, kavramı belirtmeye çalışırken karşımıza “dil ve düşüncenin ilişkisi” sorununun çıkması neden oluyor. Eğer dille düşüncenin sınırı ya da dil olmadan düşünmenin olanaklı bulunduğu herkesçe benimsense, kavramı dilden bağımsız olarak düşünebilir ya da tanımlayabilirdik.
Ancak birbirinden ayrılan bütün görüş ve tanımlamalara karşın konunun ruhbilim ve felsefe açısından incelenmesine kaçmadan, dilbilimsel anlambilim çerçevesi içinde kavrama yeni bir açıklama getirilebileceği kanısındayız. Bu işe girişmeden önce kimi görüşlere değinmeyi gerekli buluyoruz.
Geleneksel mantık açısından kavram
Geleneksel mantık açısından kavram, “bir objenin zihindeki tasarımı olarak tanımlanmaktadır. Ancak hemen belirtelim ki, bir tasarımı dilden ayrı olarak düşünme olanağı bulunsa bile, soyut kavramları dilden soyutlayarak düşünüp açıklama olanağı yoktur. Kıskançlık, cömert, sevimli, adalet, acımasızlık gibi soyut kavramlar hemen her dilde bulunmakta, farklı sesler ve değişik biçimlerde anlatılarak o dilleri konuşanlarda belli bir düşüncenin uyanmasına yol açmaktadır. At, balık ya da süt, geleneksel mantığın tanımlamasına göre zihinde belli bir tasarım uyandırır. Ancak aynı şeyi kıskançlık, cömert, sevimli, adalet, acımasızlık ve benzeri kavramlar için söyleyemeyiz.
1910 yılında yayımlanan Ünlü Felsefe Sözlüğü yazarı olan F. Mauthner’in “sözcük dışında (yani dilden ayrı olarak) kavram nedir, bilmiyorum” sözü bu bakımdan ilgi çekicidir. Dilbilimci H. Seiffert ise, Almancada Pferd ve Sechimmel sözcüklerinin aynı kavramı “beyaz at” yansıttığına değindikten sonra, “öyleyse kavram, sözcükler değişse de aynı kalan şeydir” yargısına varmaktadır.
Türkçede fare ve sıçan, boyunbağı ve kravat, göndermek ve yollamak gibi eşanlamlılar için de aynı şey söylenebilir. Ancak eşanlamlıların hiçbir zaman, birbirinin tam aynı anlama gelmedikleri gerçeğini gözden uzak tutmamak gerekir. Biz burada ruhbilimin, felsefenin, mantığın kavrama ilişkin tanımlarına sapmak istemiyoruz. Ancak bir mantıkçının görüşüne yer vermeden geçemeyeceğiz:
“Kavram dilden önce var olan ve ilk olarak dil aracıyla anlatımını bulan bir kuruluş değil, terimin ses yapısının bir soyutlamasıdır; terimin yanında, ondan bağımsız olarak bulunan bir nesne sayılamaz”. Ünlü dilbilimci J. Lyons ise kavram sözünden, zihnin nesneleri kavramasına ya da bilmesine araç olan düşünce ya da mantıksal yapının anlaşıldığını ileri sürmektedir.
Bizce her insanın zihninde dış dünyaya ait birtakım tasarımlar ve deneyimler vardır. Portakal’ı, buz’u, ateş’i insanoğlu anadilini öğrenirken, onunla birlikte öğrenir; portakalın yuvarlak, buzun soğuk olduğunu, ateşin yaktığını deneyimleriyle öğrenerek bilir. Bunlardan söz etmek gerektiğinde, anadilindeki karşılıklarını kullanacaktır; bu tasarımlarla bu nesnelerin dildeki adları, o insanın zihninde birleşir. Ayrıca insanoğlu, konuştuğu dilde karşılığı bulunsun bulunmasın, varlıkları nesneleri görmekte, onların niteliklerini, birbirlerinden olan ayrımlarını öğrenmektedir. Bir yabancı ülkede, yurdumuzda pek tanınmayan yiyecekleri gören ve bunları tadan bir kimse bunlara ilişkin tasarım ve deneyimler elde eder. Ancak bunlardan söz etmek gerektiğinde kendi dilindeki karşılıkları, eğer yoksa, yabancı dildeki adlarını öğrenmesi gerekecektir. Bizce dilden ayrı olarak insan zihninde kavramlar bulunsa da bunlar, özellikleri, biçimleri kesinleşmemiş tasarımlar olarak kalır. Kısacası biz dış dünyayı, oradaki varlıklara, devinimlere verdiğimiz adlarla, anadilimizin anlayış ve anlatış yolundan giderek dile getiririz.
Kavramın diğer tanımları
Kavram, bir başka açıdan “ortak nitelikleri olan nesnelere verilen ad” olarak da tanımlanabilir. Dünya üzerinde kanarya, serçe, kırlangıç, ağaçkakan, güvercin… gibi ayrı ayrı adlarla adlandırılmış yaratıklara bir ortak ad veriyoruz: Kuş. Çınar, akasya, servi, kavak, mürver gibi değişik bitkileri de “ağaç” ortak adı altında topluyoruz. Tıpkı fesleğen, karahindiba, gül, sardunya gibi bitki dediğimiz yaratıklarda olduğu gibi. Şu halde kavram, bir başka açıdan, dildeki bir genelleme, bir soyutlama sayılabilir.
Bu söylediklerimize dayanarak, kavramı, özet olarak şöylece belirtebiliriz:
1-Kavram, dünyadaki nesnelerin, biçimlerin, olgu, durum ve devinimlerin dilde anlatım buluşudur. Bu anlatım tuz, ip, su; yüreklilik, çöpçatan, açlık; hasıraltı, tepeden inme, açıkgöz gibi değişik ses ve biçimlerle, değişik yollardan gerçekleşir; somut ve soyut diye nitelendirdiğimiz kavramları oluşturur.
2-Kavram, dünyadaki nesnelerin ortak niteliklerine dayanan, dile özgü bir genelleme, bir soyutlamadır: ağaç, bitki, hayvan, çiçek gibi.
Kavramların değeri, niteliği, aynı dil birliğinden olan, aynı dili konuşan kimselerde aşağı yukarı aynıdır. Türkçe konuşan kimselerde kar, çekiç, düğün ya da ekmek sözcükleri söylense onların zihninde canlanan tasarımlar ancak yetişme çevresine, kültüre, kişisel niteliklere ve kişisel deneyimlere göre ufak tefek ayrımlar gösterir. Bu ayrımlar kar, çekiç sözcüklerinde olmazken düğün ve ekmekte olabilir. Köyden hiç çıkmamış, yalnızca köy düğününü bilen bir Türkün zihninde canlanan, köy düğünüdür; yaşam düzeyi yüksek bir şehirlinin ise daha değişiktir. Türkler için kutsal bir kavram olan ekmek için de aynı şeyi söyleyebiliriz: Saçta ya da tandırda pişirilen ekmek yiyen kimseyle yalnız şehirde satılan ekmeğe alışmış olan kimsenin ekmek tasarımları arasında elbette ayrılık bulunacaktır.
Öte yandan, kavramların aynı dili konuşan kimselerde birtakım kişisel değerler taşıdığını, değişik tasarım ve duygular uyandırdığını da eklemeliyiz. Örneğin pastayı çok seven bir kişiye pasta dendiğinde onda uyanan tasarım ve duygularla, bir kez pastadan zehirlenip yoğun bakımda tedavi gören kimsedeki tasarım ve duygular aynı değildir. Bu açıdan kavramların uyandırdığı tasarımları, genel (topluma özgü) ve özel (kişiye özgü) biçiminde ikiye ayırabiliriz.
Kavramlar bakımından asıl ayrım, diller arasındadır. Her dilde ekmek kavramı anlatım bulmuşken bu dilleri konuşan kişilerin zihninde ekmek, birbirinden çok ayrımlı kavramlar olarak belirir. Üstelik Türkçedeki ekmeğin önemi ve insan yaşamındaki değeri, bu ölçüde değildir ya da yoktur. Türkçedeki ekmek parası, ekmeğini kazanmak, ekmeğiyle oynamak bu açıdan ilginçtir. Gerek Anadolu’nun gerekse ülkemizin bazı köylerinde “yemek yemek” yerine “ekmek yemek” sözcüklerini kullanırız.
Biz kısaca kavramı şöyle tanımlayabiliriz: Kavramlar, insanın çevresindeki nesnelere, olay ve durumlara ait, kişisel gözlem ve deneyimlere dayanan tasarımların, zihinde yer eden ve bir soyutlamayla dile dönüşen yönüdür. Bir dilin sözvarlığını temel alarak da kavramı kabaca bir tanımla “bir sözlükte madde başı olarak yer alan sözcükler” biçiminde niteleyebiliriz. Ancak bunlardan bir bölümü bir nesneyi, bir niteliği, bir bölümü de bir olayı, bir oluş ya da devinimi gösterir.
Kavram alanı kuramı
1931 yılında Alman dilcisi Trier tarafından ortaya atılan bu kuramın temeli, kavramların zihinde birbirinden soyutlanmış olarak ayrı ayrı bulunmadıkları, bir mozaik gibi birbirleriyle sınırlandıkları, içinde birbirlerini etkiledikleri alanlar oluşturdukları biçiminde açıklanabilir.
Dil alanı ve dilin söz varlığını ilgilendirmesi bakımından “sözcük alanı “ terimiyle de anılan bu kuram kimi çevrelerde benimsenmiş, Almanya’da Weisgerber, Fransa’da Matoré ve Guiraund gibi araştırmacılarca ele alınmıştır.
Türkçeden birkaç örnek verecek olursak alınmak, incinmek, kırılmak, gücenmek, darılmak, küsmek gibi yakın anlamlıların oluşturduğu bir alanın varlığını düşünebiliriz. Bu öğelerin değerleri ve birbirinden ayrımları, alan içinde birbirlerine göre belirlenir. Bir başka örnek: İlköğretimde kullanılan, pek zayıf, zayıf, orta, iyi, pekiyi değerlendirmelerinden oluşan bir dizge içinde, zayıfın ya da pekiyinin değeri, dizge ancak bu beş öğeden oluşuyorsa bellidir. Dizge altı ya da yedi dereceden oluşuyorsa her birinin değeri de değişecektir. Bir öğenin anlamı değişirse, bütün alanın yapısı da değişir.
Örneğin Türkçede, önceleri şeftali, kayısı, zerdali, hatta armut gibi meyvelerin ortak adı olan “erük” (erik) sözcüğünde, on birinci yüzyıldan sonra beliren anlam daralmasıyla kavram sonradan alan değiştirmiştir.
Burada belirtilmek istenen gerçek, insanın dünyayı anadilinin penceresinden tanıdığı ve kavramların, kavram alanlarının o dile özgü olduğudur. Örneğin Türkçede yıkama işlemenin değişik sözcükleri olan yıkamak, çalkalamak, durulamak, şartlamak kavramlarının –özellikle sonuncu kavramın- tümüyle aynını başka bir dilde bulmak kolay değildir. Aynı biçimde, börtmek, kızartmak, kavurmak gibi, aralarında aynı işlemin derece farkları bulunan öğelerin karşılıkları, her dilde aynı kavram alanını oluşturmaz. Türkçede, özellikle renkler dünyasında görülen çeşitliliği (kavuniçi, türbe yeşili, gülkurusu, zeytini yeşil, safran sarısı) gibi dilimize özgü nitelikleri, başka dillerde bulamayız. Ayrıca Türklerde, akrabalık adları da yer yer değindiğimiz gibi (dayı, hala, amca, enişte, gen abla, emmi, yenge) kendine özgüdür.
Yorumlar kapalı.