Diller arasındaki kültür akrabalıkları
Bir kültür varlığı, kültürü oluşturan öğelerin en başta geleni olan dil, bir ulustaki kültür hareketlerinin ve o ulusun başka toplumlarla olan kültür ilişkilerinin büyük ölçüde etkisindedir. Bugün çeşitli dillere ait, elimizde bulunan yazılı ürünlerin en eskilerinde bile başka dilden alınma öğelerin varlığı dikkati çekmektedir.
Örneğin Kristof Kolomb’un Haiti’de gördüğü ve batı Kızılderili sözcüğü hamaka ile andığı bir çeşit salıncak yataklar, denizcilerce Avrupa’ya tanıtılmıştır. Bu sözcük İspanyolcaya hamaca, Fransızcaya hamac, Almancaya Hangematte ve Türkçeye hamak biçiminde yerleşmiştir. Bilindiği gibi diller arasındaki ilişkilerde en çok alınan öğeler, sözcüklerdir. Başta dinsel yaklaşımlar, edebiyat etkilenmeleri olmak üzere birlikte yaşama, ticarî ve siyasal ilişkiler nedeniyle ödünç öğeler, bu ilişkilerin ölçüsü oranında dilden dile aktarılmaktadır.
Diller arasındaki ilişkilerde söz varlığının önemi
Bir dilin söz varlığının incelenmesi yoluyla, dili konuşan ulusun yaşayışı, o toplumdaki kültür hareketleri ve başka uluslarla ilişkiler konusunda bilgi edinmenin mümkün olduğunu biliyoruz. Örneğin bizde kullanılan denizcilik terimlerinin pek çoğu, İtalyanca kökenlidir ( kaptan, kamara, alesta, vardiya, vardakosta, alabora, iskele… gibi ). Bu öğelerin dile alınışı Venedik ve Cenevizlilerle olan ilişkilerimize kadar gider. Tanzimat döneminde Fransızcadan, II. Dünya Savaşından sonra İngilizceden alınan öğeler de bu ilişkilere ışık tutacak niteliktedir.
Diller arasındaki ilişkiler sonucunda, sözcüklerin yanı sıra, birtakım sözdizimi kurallarının aktarılışına, yeni kavramların çeviri yoluyla ve olduğu gibi alınışına da tanık oluruz. Örneğin Türkçenin temelinde olmayan, ki ilgi adılıyla kurulmuş cümleler, bize Farsça kanalıyla gelmiştir. Örneğin, bir insan ki yalan söylemeye alışır; ondan kork. Ayrıca Arapça ve Farsça kuralına uygun olarak Türkçede kullanılan tamlamaları da burada belirtmeliyiz. Hele resmi geçit gibi, biri Arapça, biri Türkçe iki sözcüğün Farsça kuralına göre yapılmış bir tamlamayla bir araya getirilmesi oldukça ilgi çekicidir.
Diller arasında alışveriş ve etkilenmeler, özellikle değişik toplumların bir arada, iç içe yaşadıkları yerlerde, dillerin çehresini değiştirecek kadar büyük ölçüde olur. Bir arada konuşulan iki dil, birbirinden sözcükler ve kurallar aldıkları gibi bu dillerin ses dizgeleri ve anlatım yolları arasında da yakınlaşmalar olur.
Türkiye Türkçesi bir kültür ve bilim dili midir?
Kültür ve bilim alanında yeterince gelişmelere ayak uyduramayan, kendi dillerine gerekli özeni gösteremeyen uluslar, toplumsal ve kültürel etkinlikleri başka ulusların dillerindeki pek çok öğeyi olduğu gibi alırlar. Böylece ana dilleri yabancılaşmış, yavaş yavaş benliğini yitirmiş olur.
Çeşitli düşün, sanat ve bilim ürünleriyle işlenmiş bir söz varlığına sahip olan dillere, “kültür dili”, “bilim dili” denmektedir. Bugün İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça gibi birçok dil bu niteliği taşımaktadır. Burada bir noktayı önemle belirtmekte yarar vardır. Hristiyanlığın temel dili olan Latince, uzun yüzyıllar boyu bütün Avrupa’da, aynı zamanda bir bilim dili olarak egemenliğini sürdürmüş; bu dillere kavram ve sözcük olarak pek çok öğenin aktarılmasına neden olmuştur. Avrupa’nın birçok ülkesinde üniversite dersleri ya doğrudan doğruya Latince verilmiş, ya da Latince kavramlarla, karşılıklarla gösterilmiştir. Bugün batı dünyasında yeni bulunan maddeler, yeni buluşlar hâlâ Latince ve Yunanca kökenli sözcüklerle, türetilen terimlerle adlandırılmaktadır.
Türkçemize gelince, acaba Türkçemiz, geçmişteki görünümü, yapısı, anlatım olanaklarıyla bir kültür ve bilim dili için gerekli olan nitelikleri taşımakta mıdır? İşte şimdi bu konuyu irdeleyeceğiz.
Çok eski ve yaygın bir dil olan Türkçenin elimizde bulunan en eski dil ürünleri bilindiği gibi 7. ve 8. yüzyıldan Göktürklerden kalan Orhun yazıtları ve onlardan daha eski olduklarını sandığımız Yenisey mezar kitabelerindeki dilin, gelişmiş bir edebiyat dili niteliğini kazanmış bir dil olduğunu biliyoruz. Orhun ve Yenisey yazıtlarında soyut kavramların çokluğu da dikkat çekicidir. Örneğin bu yazıtlarda, ebedi anlamındaki “bengü”, fazilet karşılığı “erdem”, kutsal anlamındaki “ıduk”, talih kavramı için kullanılan “kut”, itaatsizlik demek olan “küregü”, uygun görmek anlamındaki “taplamak” gibi karşılıklar vardır.
Orhun ve Yenisey yazıtlarının sözvarlığında, bu dilin çok eski ve işlenmiş bir dil olduğunu gösteren eşanlamlılar (örneğin bugünkü işitmek, dinlemek, duymak sözcükleri: eşitmek , tingmak, tuymak, ‘sevinmek’ kavramı için hem ögirmek hem sebinmek) bulunmaktadır. Ayrıca yazıtlarda, çok daha geniş bir sözvarlığını gösteren, bizim ileri öğeler adını verdiğimiz türevlerle karşılaşılmaktadır. Bunlara ek olarak yazıtlarda sanatlı ve etkileyici anlatımlar göze çarpmaktadır.
Göktürk dönemini izleyen Uygur döneminden bize, değişik dinlerle ilgili çeşitli dinsel metinler, öyküler ve sağlık konularına kadar uzanan dil gereçleri, zengin bir sözvarlığı kalmıştır. Bu metinlerde yeni yeni türetmeler, değişik dillerden çeviri yoluyla aktarılan öğelerle Türkçe’nin türetme yerlileştirme gücü açıkça ortaya çıkmaktadır.
Türkçe, yapısından, türetme ve birleştirme yoluyla her kavramı karşılayabilme yeteneğinden kaynaklanan doğurganlığıyla, her alanın terimlerini kolaylıkla Türkçeleştirebilir. Bilindiği gibi, soneklerle gerçekleşen çekim ve türetme yoluyla, bir bağlantılı dilin tipik örneği olarak çok değişik kavramlar oluşturabilir: Örneğin bak- kökünden bakış, bakım, bakımlı, bakımsız, bakan, bakanlık gibi. Bunun yanı sıra, birden çok sözcük bir araya getirilerek izdüşüm, önsezi, bilinçaltı terimleri tıpkı dildeki demirbaş, yalınayak, dedikodu örnekleri gibi türetilebilmiştir. Dilin bu niteliğinden, Türkiye Türkçesi yazın dilinde olduğu gibi pek çok Türk Lehçesinde, özellikle de Anadolu ağızlarının çok geniş sözvarlığında büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bu nedenle Türkçenin en eski dönemlerinde bile zengin söz varlığı, çeşitli kavramları ve sınırsız türetme gücüyle, her açıdan bir kültür ve bilim dili için gerekli niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.
Türk Dil Devrimi bütün aykırı tepkilere, kimi çevrelerin aksi yöndeki çabalarına karşın önemli bir başarı kazanmış ve Türkçe son 70 yılda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu sonucun alınmasında, yüce Atatürk’ün önderliği ve dile gönül vermiş sanatçılarımızın, bilim adamlarımızın çabaları başlıca etkendir. Yazdığı “Geometri” kitabında düşey, yatay, eşkenar, açı, ters açı, artı, eksi gibi birçok geometri ve matematik terimi üreten 1932’de Türk Dil Kurumu’nu kuran Atatürk’ün yolunda yürünerek yönetim dilinden bilim terimlerine, günlük konuşma dilindeki öğelere kadar, türetme, canlandırma ve çeviri yoluyla anadilimize birçok yeni öğe kazandırılmıştır. Örneğin yönetim ve yargı dilinde Şura-yı Devlet yerine Danıştay, Divan-ı Muhasebat yerine Sayıştay, mer’iyet yerine yürürlük, müntehib yerine seçmen, namzed yerine aday, Teşkilat-ı Esasiye yerine Anayasa gibi öğeler kullanılmaya başlanmış ve eskilerini unutturmuştur.
Ayrıca değişik bilim-teknik alanlarından hasse yerine duyu, tedai yerine çağrışım, ta’lil yerine tümdengelim, istikra yerine tümevarım, tazyik yerine basınç, mürtesem yerine izdüşüm, istihlak yerine tüketim gibi pek çok terim bunlara eklenebilir. Bugün halkın dilinde de kullanılan birtakım sözcükler Türkçemize öylesine yerleşmiştir ki eski karşılıklarını anımsayan bile pek kalmamıştır. Öğretmen, emekli, dilekçe, yetkili, bunalım, anıt, bağımsızlık, gündem, güvenoyu, dokunulmazlık bunlardan yalnızca birkaçıdır. Ancak bugün eksiklerimiz yok mudur? Elbette var felsefe, hukuk, ruhbilim, tıp, matematik gibi kimi alanlarda eski ve yabancı terimler olduğu gibi kalmakta, ya da yeni karşılaşılan kavramlar yabancı karşılıklarıyla dile aktarılmaktadır. Ama çok yeni kavramlar belirdiğinde bunları anadilimize aktarmaya çaba harcıyoruz. Çok yeni bir bilim-teknik alanı olan bilişimde, bilgisayar terimlerinden başlayarak yazılım, yükleme, bilgi-işlem, denetim gibi birçok Türkçe karşılık, çalışanların ileri görüşleri ve çabalarıyla Türkçemize kazandırılmıştır.
Yorumlar kapalı.