Yrd.Doç.Dr.Erdoğan Saraçoğlu

Anadolu’nun hoşgörü sahibi İslam Sûfisi Mevlâna






Mevlâna, ünü Anadolu topraklarını aşıp tüm dünyaya yayılmış hoşgörü sahibi, kendini ilahî aşka adamış bir İslâm mutasavvıfı ve şairdir. O, Mevlâna Celalettin Rumî, Hüdavendigâr, Mevlâna Hünkâr adlarıyla anılır. Mevlevi tarikatının kurucusudur. Mevlâna insan yüreğinin mucizelerinden başka bir mucizeye inanmamış ve her zaman insan ruhunun özgürlüğünü öne çıkarmıştır. O, eserlerinde din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün insanların eşit olduğunu, insanın yüceliğini savunmuştur.

Mevlâna,  Horasan ve Mezopotamya’daki dinî, tasavvufî ve edebî geleneği, Anadolu’ya taşıyan büyük simalardan biridir. Onun bu gelenekteki bütünleştiriciliği ve yenilikçiliği, özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nde hep örnek alınmış ve saygı görmüştür. Doğuda düşünceleri ve yapıtları, insan hak ve özgürlükleriyle doğrudan ilgili görülmesi gereken kişilerden biri hiç kuşkusuz Mevlâna’dır. Birey ve toplum açısından önem arz eden hemen her konu; iman, adalet, hak, bilgi, sevgi, merhamet, özverili davranmak, hoşgörü ve benzeri kavramlar, onun yapıtlarında inandırıcı bir şekilde anlatılmıştır. Ayrıca dünyada da Mevlâna’nın yaşamı, yapıtları, görüşleri konusunda birçok ülkede çok sayıda kitap ve makale yayınlanmıştır.

Mevlâna’nın bütün görüş ve düşünceleri vahdet-i vücut (varlık birliği) kuramına dayanır. Mevlâna’ya göre, evrende maddi ve manevi ne varsa hepsinin kökeni, tekdir. Mevlâna’nın evrendeki olaylara böylesi bir anlayışla bakması, onu hoşgörülü yapmış ve tüm insanlara eşit mesafede bakmasını sağlamıştır.

 

Mevlâna’nın özgeçmişi

 

Mevlâna’nın asıl adı Muhammed Celalettin’dir. Harzemşâhlar yönetiminde bulunan Belh’te (Afganistan) 1207 yılında doğar. Babası Bahaeddin Veled, bilginler sultanı olarak anılan ünlü bir bilgin ve mutasavvıftı. Bahaeddin Veled, 1218’de Moğol akınları nedeniyle Belh’ten ayrılarak Mekke’ye gidip hacı olur. Daha sonra ailesi ile birlikte Bağdat üzerinden Anadolu’ya geçer. Bir süre Larende’de kalır. Bahaeddin Velet, daha sonra Selçuklu Sultanı Birinci Alaeddin Keykubat’ın çağrısı üzerine oğlu Mevlâna ile birlikte, Selçukluların başkenti olan Konya’ya gider. Bahaeddin Veled, Konya’da büyük saygı görür ve oraya yerleşerek müderrislik yapmaya başlar.

1218-1228 yılları arasındaki on yıllık yolculuğunda, hep babasının yanında kalan Mevlâna, din ve tasavvuf alanındaki temel bilgileri babasından öğrenir. Babası 1231’de ölünce müderrislik görevi Mevlâna’ya verilir. Mevlâna, babasının öğrencilerinden Burhaneddin Mukakkik ile Sadreddin Konevi’den tasavvufun iç dünyasıyla ilgili çok şey öğrenir. Ama asıl 1244’te Konya’ya gelen İranlı mutasavvıf Şems-i Tebrizi ile tanışması Mevlâna’yı bütünüyle tasavvufa yöneltir. İkisi arasında büyük bir yakınlaşma ve mistik sevgi doğar. Böylece Mevlâna ile Şems, haftalarca inzivaya çekilerek toplumdan ayrı bir şekilde yaşamaya başlarlar. Bu durum Mevlâna’nın ailesi ve müritleri arasında büyük bir tepkiye neden olur. Şems’in öldürülmekten korkarak ortadan kaybolmasından sonra, müderrisliği bırakan, içine kapanan Mevlâna, şiir yazmaya koyulur. Böylece ilk büyük yapıtı olan Divan-ı Kebir’i yazar.

Bu arada Kösedağ Savaşı yenilgisinden sonra Anadolu Moğol istilasına uğrayınca, Anadolu’da inanç ve değerler düzeni sarsılır. İşte böyle bir ortamda, tasavvuf düşüncesi daha da etkili olmaya başlar. Hacı Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin ve Mevlâna’nın düşünceleri, daha çok yandaş toplar. Mevlâna’nın tasavvufi düşünceleri, Konya’da Selahaddin Zerkub ve Ahi Babası Hüsameddin Çelebi tarafından müritlere ve halka duyurulur. Bu düşünceler halk üzerinde büyük bir etki yapar.

İşte bu dönemden sonra Mevlâna, Hüsameddin Çelebi’nin isteği üzerine öğretisini daha iyi anlatmak için, en büyük ve en ünlü yapıtı olan Mesnevi’yi yazmaya ve yazdırmaya başlar. Mesnevi’nin ilk 18 beytini bizzat Mevlâna kendi el yazısıyla yazar, diğer beyitlerini sözle söyleyerek kâtipliğini yapan Hüsameddin Çelebi’ye yazdırır. Yaklaşık 26 bin beyitten oluşan 6 ciltlik Mesnevi adlı yapıt, Mevlâna’nın ölmezliğini sağlayan yapıtların başında gelir. Bu yapıtın kutsal kitaplara yakın bir düzeyde olduğunu belirtmek için, Mevlâna hakkında: “O, bir peygamber değil ama kitabı var” denmiştir. Mevlâna, Mesnevi’yi bitirdikten kısa bir süre sonra 1273’te Konya’da ölmüştür.

 

Mevlâna’nın yapıtları

 

  1. yüzyılda Anadolu’da edebî yapıtların çoğu, özellikle yüksek zümre aydınları tarafından Farsça olarak yazılmıştır. Bunun nedeni Selçukluların önceleri resmi dil olarak Arapça ve Farsçayı kullanmalarıdır. Ancak bürokraside, Farsçayı ana dilleri gibi konuşan birçok aydının Anadolu’ya göç etmesiyle, Farsçanın saygınlığı artmıştır. Hatta büyük merkezlerde yüksek zümrenin dili Farsça olmuş; ancak halk, Türkçe konuşmaya devam etmiştir. Nitekim Mevlâna yapıtlarını Farsça yazarken Yunus Emre Türk halkına, Türkçe yapıtlar sunarak güzel Türkçemizin en değerli ve akıcı dizelerini bizlere miras bırakmıştır.

Mevlâna’nın tamamı Farsça olarak yazılmış olan ikisi şiir biçiminde, üçü de nesir şeklinde olmak üzere beş yapıtı günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yapıtlar şunlardır:

   1-Mesnevi: 6 ciltten oluşan en önemli yapıtıdır. Divan edebiyatındaki mesnevi nazım şekli ile yazıldığı için bu didaktik yapıt Mesnevi adıyla anılır. 1258’den önce yazılmaya başlanan Mesnevi, 1268 yılında bitirilmiştir. Yapıtın ilk 18 beyti bizzat Mevlâna tarafından yazılmış olup bu 18 beyit Mevleviler için kutsaldır. Çünkü Mevlâna, bu 18 beyitte, adeta Mesnevi’nin daha iyi anlaşılması için bazı ipuçları vermektedir. Yapıtın diğer beyitlerini ise halifesi Hüsameddin Çelebi’ye doğaçtan ( irticalen ) söyleyip yazdırmıştır. Yapıt, din ve tasavvuf bilgilerini, özellikle varlık birliği inancını kapsar. İslam dünyasındaki hükema ( filozoflar, bilginler ) felsefesinden, bu sistem içinde evrenin oluşumundan, ünlü sûfilerin menkıbelerinden ve ahlak kurallarından söz eder. Ayrıca yapıtta konulara uygun ayet ve hadisler anılır; öyküler sıralanır.

   2-Divan-ı Kebir: Mesneviden sonra en fazla ilgi gören manzum yapıtıdır. Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda ve özellikle Şems’in kayboluşundan sonra söylediği şiirlerin bir araya getirilmiş olduğu yapıtıdır. İlahi aşkı yazmada aciz kalıp kaleminin kırıldığını, aşkın akla olan üstünlük ve yüceliğini, nefsin kötülüğünü dizelere döküp hem söz hem de anlam ustalığını gösterdiği eserinde didaktik bir anlatım vardır.

   3-FîhimaFîh: Nesir şeklinde yazılmıştır. Bu yapıtta çeşitli konulardaki sohbetleri, yakınları tarafından kaleme alınmış ve kitaplaştırılmıştır.

   4-Mecalis-i Seb’a: “Yedi Meclis” adını taşıyan bu yapıt da Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda kürsüden ve toplantılarda verdiği 7 vaazın yazılmasından oluşmaktadır. Yapıt muhtemelen oğlu Sultan Veled veya müritleri tarafından dikte edilmesiyle bir araya getirilmiştir.

   5-Mektûbât: Sözcük anlamı “Mektuplar” olan bu yapıt, Mevlâna’nın emir, vezir, dost ve akrabalarına yazdığı 147 mektubu içermektedir. Bu yapıt Mevlâna’nın ölümünden sonra müritleri tarafından kaleme alınmıştır. Mektupların dördü Arapça, diğerleri ise Farsça yazılmıştır.

 

Mevlâna’nın yedi öğüdü

 

Bugün dünyamızda uluslararası ilişkilerde, adalet ve hoşgörü yerine çıkar, ikiyüzlülük, çeşitli senaryolarla başka ülkelerin haklarına sahip çıkma duygusu zirve yapmıştır. Gerek ulusal, gerek toplumsal, gerekse kişisel ilişkilerde, insancıl ilişkiler artık yok gibidir. Her gün karşılaştığımız kişilere seslenip hatır sormayı bir yana bırakın; çoğu kez onları görmezlikten geliyoruz. Bugün aynı apartmanda oturan kişiler genelde birbirlerini tanımıyorlar. Artık kişilerarası ilişkilerde dostlarımızla dertleşip sevinç ve üzüntülerimizi paylaşamaz olduk; ya da paylaşır gibi görünüp dostlarımızı kendi sorunlarıyla baş başa bırakır duruma geldik. Sadece arada bir: “Ah! Nerede o eski dostluklar” diyerek avunuyoruz. Gerçi eskiden beri iyilik ve kötülük, adalet ve adaletsizlik, hoşgörü ve anlayışsızlık hep vardı ama kanımca bu düzeyde değildi.

Mevlâna’nın yaşadığı 13.yüzyılda da bu tür kavramlar insanoğlunun yaşantısında vardı. Bu nedenle Anadolu’nun ünlü hümanisti, bilge kişisi, dünyaca tanınan mutasavvıfı olan Mevlâna, insanlara şu 7 öğüdü vermek gereksinimini duymuştur. Sanırım bugün bu 7 öğüde, her zamankinden daha çok kulak vermeli ve toplum içerisinde yaşayan kişiler olarak iyi insan olmanın iç huzuruyla yaşamayı tercih etmeliyiz. İşte Mevlâna’nın 7 öğüdü:

-Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.

-Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

-Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.

-Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

-Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.

-Hoşgörülükte deniz gibi ol.

-Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

 

Anadolu’nun hoşgörü sahibi İslam Sûfisi Mevlâna
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.