Uluslararası hukuka göre adaların deniz yetki alanlarının belirlenmesinde özel ve ilgili durumların göz önüne alınması gerekmektedir.
Uluslararası hukuka göre deniz yetki alanları belirlenmesinde hakkaniyete uygun sonuç ve üçüncü tarafların haklarını ihlal etmeyen karşılıklı mutabakat esastır. Bir coğrafi formasyonun ada olması ile deniz yetki alanına sahip olması bakımından doğrudan bir bağlantı bulunmamaktadır. Adaların hangi koşullarda deniz yetki alanına sahip olacağı ve etki derecesi ise ilgili hukuki koşulların varlığına bağlıdır. Adaların her koşulda ana karalar ile aynı deniz yetki alanlarına sahip olduğunu ileri sürmek hukuka aykırı ve yanlış bir tutumdur.
Ege denizi ve Akdeniz’e uzanan deniz alanları gibi kendine has coğrafi özellikleri olan denizlerde, karasularının genişliğinin artırılması ve deniz yetki alanı belirleme konuları ilgili kıyı devletlerinin haklarını ihlal etmemelidir. Yunanistan’ın iddiasına göre, Meis adası Yunanistan’a yaklaşık 40.000 km2 deniz yetki alanı sağlamakta ve Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsetmektedir. Meis adası Yunan iddialarının absürdlüğünü en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır.
Türkiye’ye uzaklığı yaklaşık 2 km, Yunanistan’a ise 580 km olan Meis adasının yüzölçümü yaklaşık 10 km2’dir. Bu adanın, Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsedecek şekilde geniş bir deniz yetki alanı yaratması rasyonel ve uluslararası hukuka uygun bir tez değildir. Böylesi bir durum hakkaniyete uygun olmadığı gibi hakkın kötüye kullanımının en açık örneğidir. Ayrıca, Türkiye’nin adaların durumuna dair hukuki tezlerini destekleyen çok sayıda uluslararası mahkeme kararı ve devlet uygulaması bulunmaktadır. 1985’teki Libya-Malta, 1977’deki Fransa-İngiltere, 2009’daki Ukrayna-Romanya, 2012’deki Nikaragua-Kolombiya bu kararların örneklerinden bazılarıdır.
Uluslararası hukuka göre devletlerin deniz alanları sınırları belirlenirken, özel durumları göz önünde bulunduracak şekilde diğer devletlerin açık denizlere erişimini engellememe yükümlülüğü bulunmaktadır. Kendine özgü coğrafi koşulları olan yarı kapalı Ege Denizi’nde Yunanistan’ın karasularını tek taraflı olarak 6 deniz milinin üzerine çıkarması uluslararası hukuka aykırıdır. Böyle bir girişim, Türkiye ve diğer ülke gemilerinin açık denizlere serbestçe erişim haklarının ortadan kalkması ve Türkiye’nin açık denizlerden yararlanma imkânının kısıtlanması anlamına gelecektir.
Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlıkların çözümünde hakkaniyet, diyalog ve işbirliğini esas almaktadır. Ege ve Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlıkların çözümünde,Türkiye kendisinin ve Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerinin savunulması bağlamında hiçbir zaman uluslararası hukuktan ayrılmamıştır.
Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarımızın sınırları, Karadeniz’de olduğu gibi, gelecekte ilgili kıyıdaş devletler arasında hakkaniyet ilkesine uygun şekilde yapılacak ikili veya çok taraflı deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşmalarıyla, bu mümkün olamadığı takdirde uluslararası yargı organları gibi üçüncü taraf çözüm yöntemleriyle belirlenecektir.
Uluslararası hukukun kaynakları; hukukun genel ilkeleri, sözleşmeler, örf-adet (yapıla geliş) hukuku ve mahkeme kararlarıdır. Girişimci ve insani nitelikleri ile ön plana çıkan Türk dış politikasında uluslararası hukuka riayet çok önemli bir yere sahiptir. Türkiye, Yunanistan ve bazı çevreler tarafından haksız bir şekilde uluslararası hukuka riayet etmemekle suçlanmakta ve bunun kanıtı olarak BMDHS’ni imzalamaması gösterilmektedir.
Meşru hak ve iddialarını savunurken bile uluslararası hukuka bağlı kalan bir devlet olarak Türkiye, pek çok uluslararası sözleşmenin tarafıdır. BMDHS’nin bazı hükümlerine çekince konulmasını sağlayacak bir mekanizma bulunmadığı için Türkiye, sözleşmeye taraf olmamıştır. Ayrıca BMDHS’yi imzalamayan 32 ülke daha var tek ülke Türkiye değildir.
Türkiye 1982 BMDHS’ni imzalamamakta birlikte birçok maddesini teamül hukuku niteliği taşıdığı için uyguluyor. Ancak Sözleşme özellikle Ege gibi yarı kapalı ve özel koşullar taşıyan denizler için yeterli güvenceleri sağlamıyor. 3, 33 ve 121. maddeler Çekinceye de izin vermiyor. UA hukukta “ortay hat” metodu sadece karasuları için geçerlidir. Hatta “tarihi haklar” ve “özel koşullar” bunun istisnasıdır. KS ve MEB sınırlandırmasında “ortay hat” bir metod olarak zikredilmez. Bunlar için kural “hakça/adaletli” sınırlandırmadır. (BMDHS Madde 15, 74 ve 83)
Türkiye’nin hakkaniyet vurgusu uluslararası hukuka dayanmaktadır. Üçüncü tarafların hak ve menfaatlerini çiğneyen antlaşmalar hakkaniyetli bir durum yaratmaz. Yunanistan’ın uluslararası hukukun dar ve yanlış bir yorumuyla Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’de dar bir kıyı şeridine mahkûm etme arayışı hakkaniyetli bir tutum değildir. Türkiye, Yunanistan ile arasındaki özellikle Ege Denizindeki anlaşmazlıkların diyalog ve diplomasi yoluyla barışçıl bir şekilde çözülmesini istemektedir. Bunun tersine, Doğu Akdeniz’de maksimalist politika izleyen, Türkiye’nin en uzun kıyı şeridine sahip olmasını ve Kıbrıslı Türklerin varlığını yok sayarak tek taraflı politikalar benimseyen Yunanistan’dır.
Türkiye’nin provokatif ve kışkırtıcı olduğu ithamı büyük bir haksızlıktır. Yunanistan Doğu Akdeniz’de benimsediği maksimalist politikalarını gözden geçirmelidir. İki ülke arasındaki esas gerilim kaynağı, Yunanistan’ın uluslararası hukuku göz ardı eden tutumudur. Yunanistan bölgede işbirliği geliştirmekten ziyade Türkiye’nin önünü tıkamayı ve haklarını gasp etmeyi önceleyen bir politika takip etmektedir.
Türkiye, BM’ye bildirdiği kıta sahanlığı sınırları içinde sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerinde bulunmaktadır. Yunanistan, Doğu Akdeniz’de resmi bir kıta sahanlığı bildirimi/münhasır ekonomik bölge ilanında bulunmamasına rağmen Türkiye’nin sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerinin kendi kıta sahanlığında gerçekleştirdiğini iddia etmektedir.
Yunanistan ve GKRY Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusunda hukuksuz ve yetkisiz olarak bazı ülkelerle antlaşmalar imzalamaktadır. Bu girişimler, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok saymakta ve Kıbrıs’taki çözüm müzakerelerini olumsuz etkilemektedir. Türk araştırma gemileri Türkiye’nin BM’ye bildirdiği deniz alanlarında varlık göstermektedir. Yunan tarafı Türk gemilerinin Doğu Akdeniz’deki mevcudiyetini gerginliği artırıcı bir tutum olarak nitelemekte ve diyalog imkânını bu gemilerin çekilmesi koşuluna bağlamaktadır. Oysa Türkiye, BM’ye bildirilen deniz alanlarında meşru hak ve menfaatleri çerçevesinde faaliyet yürütmektedir. Yunanistan’ın diyalogun başlamasını bir önkoşula bağlaması yapıcı bir tutum değildir.
Doğu Akdeniz’de üçüncü tarafların meşru hak ve menfaatlerini hiçe sayan antlaşmalar bölge istikrarına hizmet etmeyecektir. Doğu Akdeniz’de hakkaniyete dayanan ve üçüncü tarafların hukukunu ihlal etmeyen sınırlandırma antlaşmaları yapıldığı takdirde örneğin; Türkiye-Libya arasında imzalanan deniz sınırı anlaşması gibi bölge devletleri mevcut durumdan daha büyük kazanımlar elde edilecek ve bölgesel istikrar ile refaha hizmet edilmiş olacaktır.
Cemal Aslan
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı
Yorumlar kapalı.