Bilindiği gibi Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), devletlere deniz yataklarındaki belli bir bölgede bulunan doğal kaynakların araştırılması, hidrokarbon kaynakların üretimi, ticaret, vb. için kullanımı üstünde tekel olma hakkını vermektedir. Akdeniz’in doğu sahillerinde bulunan Levant havzasında bulunduğu iddia edilen yüksek miktardaki doğalgaz kaynaklarının kullanımı herhangi bir ülkenin tekelinde olursa, o ülkenin ekonomisini rahatça kalkındırabilecek durumdadır. Üstüne üstlük bu potansiyel kaynakların tekelinin, GKRY gibi bir AB üyesi ülkede olması, AB’nin enerji bağımsızlığı ve savunma politikalarına uygundur.
Nitekim GKRY, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) iddialarında bulunabilmek için, AB’nin ve genel olarak dünyanın kendisine tanıdığı, tüm Kıbrıs adasının de jure egemen yönetimi olma statüsünü savunmak zorunda kalmaktadır. Eğer bu savunma Kabul edilemez ya da çürütülürse GKRY, Kıbrıs’a yakın olan özellikle Levant Havzası’ndaki haklarını, diğer egemen mercilerle paylaşmak zorunda kalacaktır. İşte KKTC’nin değişen Doğu Akdeniz jeopolitiğindeki rolü, bu dinamiklerden etkilenmektedir.
KKTC, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) üzerine izleyeceği politikalarla birlikte, özellikle de AB ve GKRY’nin ihtiyaçlarından yola çıkan aceleciliklerinden fayda edinip, 1960 antlaşmalarından gelen doğal egemenlik haklarından ödünler kazanabilirler. Yine de bu uzun dönemli ve sadece varsayımda kalan bir getiri olacaktır. Ekonomisi güçlü durumda bulunmayan bir KKTC için en önemlisi, çözümü çok kolay olan egemenlik konusu ile nispeten daha zor çözülebilecek Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kullanımı ve paylaşımı konusunu ayırarak, kendisine gereken ekonomik kazanımları sağlamaya odaklanmalıdır.
KKTC, yukarda belirttiğim gibi sorun çözümüne gidebilecek ve kendi ekonomik çıkarlarını kollayacak MEB politikaları izlemek istiyorsa, tam da bu yüzden MEB ve egemenlik hakları konularının ayni sepete konmasından kaçınmaya devam etmelidir. Kıbrıs’ta egemenlik konusunda başta BM ve AB olmak üzere tüm uluslararası toplumun aldığı kararlar ve tutum bellidir. Bu yüzden de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve egemenlik konularının, GKRY’nin istediği gibi ele alınması, KKTC’nin dış ilişkilerde ve ekonomide yapabileceği bütün kazanımları elinden söküp, alabilir. GKRY’nin hidrokarbon konusundaki şu anki tutumu, ancak çatışma düzeyini ve gerginlikleri yükseltmeye yarayacaktır. Nitekim hem Kıbrıs Türkleri hem de Türk halkının haklarını ve kendi jeopolitik çıkarlarını savunan Türkiye, GKRY’nin tek yanlı ruhsat verdiği şirketlerin sondaj gemilerini Akdeniz’de kovalamaktadırlar. Her iki tarafın(ayrıca AB ve de Mısır, Israil, Lübnan gibi komsu ülkelerin) da potansiyel çıkarlarının altını oyan bu politika her ne kadar çözüm ruhuna uymasa da KKTC’nin değişen Doğu Akdeniz jeopolitiğinde çözümü destekleyen dış ilişkiler politikalarını izlemesi doğrudur. Önemli olarak KKTC ve Türkiye, dış basında ve yabancı düşünce kuruluşlarında çözümsüzlüğün sebebi olarak gösterildikleri için, açıkça çözüme yarayacak adımları atmaya devam etmelidir. Ayrıca KKTC’nin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ya da doğalgaz arama ve çıkarmada söz sahibi olması hem iki toplumlu ilişkileri geliştirecek, hem de KKTC’nin ekonomisinin ve siyasi itibarinin kalkınmasına katkıda bulunacaktır.
Uluslararası şirketler an itibari ile sadece GKRY ile pozitif diplomatik ve ekonomik bağlılık ilişkisi içindedirler; KKTC ve Türkiye tarafından ise sürekli haklı eleştiriye tabii tutulmuşturlar. Uluslararası lobisi çok güçlü olmayan KKTC için, kendi çıkarlarıyla uyumlu olan uluslararası şirketlerle pozitif ilişkiler kurabilmesi, önemli bir adım olabilir. Özellikle KKTC’nin GKRY’ye sunduğu iki toplum bazında ortaklaşa çalışma önerileri, GKRY’nin izlediği ve egemenlik sorununu Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunsalıyla birleştirerek işleri çıkmaza süren politikaya nazaran, uluslararası şirketlerin işine gelebilecek kapasitededir. KKTC, doğalgaz arama ve çıkarma ile ilgili önerilerini sadece GKRY ile ikili görüşme platformlarına değil, ayrıca uluslararası şirketlerin platformlarına da sunmalı ve eğer destek alabilirse bu platformlardan yararlanarak GKRY üstünde baskı kurmaya çalışmalıdır. Eğer KKTC, uluslararası şirketlerin belli bir kısminin desteğini arkasına alabilirse, kendi tercihi olan politikaların secimi için konumunu daha güçlü ve ikna edici bir vaziyete getirebilir.
KKTC’nin bu durumdan hem ekonomik hem de diplomatik olarak kârlı çıkması için, dış ilişkilerini etkileyebilecek önemli konularda akılcı politikalar izlemesi gerekmektedir. Her ne kadar KKTC’nin egemen bir devlet olarak diplomatik bağlamda tanınması namümkün görünse de KKTC, doğalgaz konusu vesilesiyle kendinin ve Türkiye’nin çıkarlarına daha uygun bir çözüm için elini güçlendirebilecek kozlar elde edebilecektir.
KKTC, dışla ilişkilerde birincil olarak Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) konusunu kullanarak kendi ekonomisine bir çözüm getirebilir. KKTC’nin ekonomik sorularla egemenlik konusunu ayrıştırması, en önemli gerekliliktir; ayrıca bu ayrışım, GKRY ve KKTC arasındaki farkın da altını çizecektir. Gerçekten de uluslararası şirketler, politika batağına girmektense ekonomiye odaklanmayı genel olarak yeğlediklerinden, şu anki GKRY’nin tutumu KKTC için büyük bir fırsattır ve KKTC’nin kendi secimi olan politikalarını hayata geçirmesi için bir temayül kaynağı olacaktır.
Sonuç olarak Doğu Akdeniz’in değişen jeopolitiğinde KKTC’nin dış politikasında GKRY ile ekonomik ve sorun çözümü hedefleyen politikalarını ve de Türkiye ile olan bağını koruyup geliştirme politikalarını izlemeye devam etmesi ile birlikte, ayrıca uluslararası şirket lobi potansiyelini de kullanarak avantaj elde etmesi gerekmektedir.
Yorumlar kapalı.