
(Perşembe ve Cumartesi günkü köşe yazılarımızdan, devamla)
* * *
Buluşma yerimiz, Bandabuliya’nın yukarısında, Mustafa Ahmet Raşit’in binalarının önüydü. Perşembe sabahı saat 06.30’a doğru uzakça bir mesafeden buluşma yerimizi gözetlemeye başladım. Bir de baktım ki Gara Cemil, kaldırımda bir aşağı bir yukarı, elinde sigarayla volta atıyor.
Arkası muşambayla örtülü Peugeot Van arabamla yanına yaklaştım. Kapıyı açtı, yanıma oturdu. Yol boyunca hiç konuşmadık. Baf’tan çıktık. Nereye gidiyoruz, niçin gidiyoruz? Hiçbir şey sormuyor. Giderken düşünüyorum. Dört saatlik yolumuz var. Limasol’u düz geçtik. Hemen hemen tüm yolumuzun yarısına denk gelen Skarinou’da Gosta’nın lokantasının önünde durduk. Baf-Lefkoşa arasındaki yolculuklarımda genellikle burada mola verir, öğlene veya akşam arası denk geldiğinde hazırladıkları enfes patates ve etli fırın kebabını yer, bir miktar dinlendikten sonra yola devam ederdim.
* * *
Gosta, Bitsilya Köyü’nden bir Rum’du. Benden birkaç yaş küçük, tombik bir de kızı vardı. Lokantaya her gidişimde kızına da ilgi gösterir, çeşitli konular açardım, konuşurduk. Gosta’nın eşi de bana evlâdıymışım gibi yakınlık gösterirdi. Tabii güzel Rumcam nedeniyle beni bir Rum delikanlısı sanıyorlardı. Ben de onları bozmuyordum. Lokantaya girerken Gara Cemil’i “Sakın Türkçe konuşma, Türk olduğumuzu anlamasınlar” diye uyardım.
* * *
Yemekte Gara Cemil’le pek konuşmadık, ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu.
Yemek bitince, tekrar arabaya bindik, yola koyulduk. Gara Cemil’de gene tık yok.
Nereye gideceğimizi hiç bilmiyor ve sormuyor. Ben, neden merak etmediğine şaşırıyorum. Belki de “Bu adam beni nereye götürüyor. Bir tuzağa mı düşürecek? Öldürecek mi?” diye düşünüyor.
İçimden bunları geçirirken, belinde bir tabanca var mıdır diye gizli gizli gözlüyorum. “Neden dükkânıma kızgınlık içinde geldi? Neden benim TMT’de olup olmadığımı araştırıyor?” diye meraktan çatlaya çatlaya Lefkoşa’ya doğru ilerliyoruz.
* * *
Limasol’dan Lefkoşa’ya girişte, kenti yüksekten gören Tımarhane Tepesi dediğimiz yerde Türk kesimine gitmek için sağa dönmek gerekir. Tabii, bizim gideceğimiz yer, Rum kesiminde olduğu için Tımarhane Tepesi’ne geldiğimizde ben düz yoldan devam ediyorum. Gara Cemil adeta arabanın içinde gerildikçe geriliyor. İrkildiğini görüyorum. “Beni nereye götürüyorsun?” der gibi doğruluyor, etrafa bakınmaya başlıyor ama gene bir şey sormuyor.
* * *
Konsolosluğun bulunduğu sokağa sapılacak yerde arabayı durdurdum ve indim.
Beraberimde getirdiğim zarfı, arabanın torpido gözünden uzanarak aldım, belime yerleştirdim. Üzerine de ceketimi giydim. “Haydi, Cemil Dayı” dedim, “Yürüyelim”.
Biraz sonra, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan geniş, görkemli konsolosluk konağı karşımızda belirince, Gara Cemil’in ağzından titrek bir sesle “Şehbenderlik” sözleri döküldü. Türk bayrağına gözlerini dikti ve orada “Allah’ıma şükürler” diye dua etmeye başladı.
Şehbenderlik sözcüğünü ilk kez duymuştum, konsolosluk demekmiş. Girişteki merdivenleri çıkmaya başladım. Oda arkamdan geliyor. Gittim, kapıyı çaldım. Kapıyı açan kişi tanıdığım yaşlı biriydi. Çalma biçiminden içeridekiler benim geldiğimi anlıyorlardı. Ayrıca şifrem de vardı.
O sabah beni karşılamak için konsolosluktan iki kişi kapıya geldiklerinde Gara Cemil’i görünce “Bu kim?” diye sordular. “Arkadaşım” dedim. Kapının yanında yer gösterdiler, Gara Cemil oraya oturdu. Ona demli çay ikram ettiler. Ben, her zamanki odaya geçtim. Görüşmem bitince Gara Cemil’in yanına döndüm. Çok heyecanlanmıştı. Adeta titriyordu. Şaşkınlık içindeydi. Aklının ucundan bile geçmeyen bir yere gelmiştik. Ona, içeride ne yaptığımı, neler konuştuğumu, kiminle görüştüğümü söylemedim. O da hiçbir şey sormadı.
* * *
O gece, Gara Cemil’le birlikte Lefkoşa’da kaldık.
Ertesi gün Baf’a geri döndük. Sanırım, Gara Cemil, Kasabada TMT’de“Dal 2”(1) görevini sürdüren Köfünyeli Hüseyin Ahmet’e giderek durumu olduğu gibi aktardı. Çevreye de bir daha beni sorgulamamaları veya aleyhime konuşmamaları için uyarıda bulunmuş. Daha sonraları, arkadaşlarımın bana yönelik bu davranışları nedeniyle pişmanlık duyduklarını gördüm. Ben, Hüseyin Ahmet’le bu konu hakkında hiçbir zaman konuşmadım.”
* * *
Milli mücadele yıllarımızda yaşanmış kişisel göz tanıklıklarının yazılmasına ve yayınlanmasına, çokça ihtiyacımız vardır.
Çünkü ‘resmi tarih’lerin, kişisel yaşam öyküleri ve ‘onların tarihleri’yle buluşulduğu zaman gerçek birer belgeye dönüştükleri, tartışılabildikleri ve üzerlerinde daha somut değerlendirmeler yapılabileceği, inancındayım.
Sn. Şevketoğlu’nu bu emeğinden dolayı içtenlikle kutlar, kendisine sağlıklı, huzurlu, mutlu yıllar, yarınlar temenni ederim.
* * *
Kıssadan hissesi:
Sn. Hüseyin Şevketoğlu’nun yazınsal arşivlerimize kazandırmış olduğu “Dikey Uçuş – Baf’tan Lefkoşa’ya Bir Ömür: Hüseyin Şevketoğlu” başlıklı kitabı, Kıbrıs Türk edebiyatı içerisinde anı – anlatı türüne armağan edilmiş güçlü bir kaynak kitap olarak, dikkat çeker.
Kişisel tarihten hareketle son 70 yıllık toplumsal tarihimize de ciddi katkılar sağladığına inandığım bu önemli eserin başkaca meraklıları için kitapçılarda yer almadan yalnızca belli bir ‘gönül dostu’ çevreye kazandırılmasını ve daha çok okurla buluşturulmaması yönüyle bir kayıp olarak gördüğümü de, vurgulamak isterim.
* * *
(1) TMT görev yapılanması içerisinde “DAL 2”, İstihbarat ve Basın işlerinde görevli olanlar için kullanılan bir kodlama idi.
Diğer kodlamaların karşılığı ise şöyledir:
Dal 1: Personel İşleri, Dal 2: İstihbarat ve Basın, Dal 3: Harekât, Dal 4: İkmal İşleri (Lojistik), Dal 5: Muhabere, Dal 6: Sağlık Hizmetleri, Dal 7: Maliye, Dal 8: Sosyal İşler.
Yorumlar kapalı.